Olamaz, şu an beni görebiliyor mu?! Ancak kimse benimle konuşmadı! Farkında olmadan büyüm etkisizleşti mi?
"Oh, ama üniforma giymiyorsun. Sadece içeride oturan bir yabancı mısın?"
"E-Evet."
Sonunda cevap vermek zorunda kaldım. Uh, teknik olarak olsa da, gizlice girdim. Ancak, şükürler olsun ki, yabancıların derslerde oturmalarına izin veriliyor gibi gözüküyor. Bu kız anlayışlı olduğu için çok rahatladım.
"Ah, tanıdık geldiğin için öğrenci olduğunu sanmıştım. Ah bekle, üst sınıf mısın?"
"H-Hayır."
B-Bu durum biraz garip. Neden aniden büyüm etkisizleşti? Beni dinlemiyor olmasının herhangi bir sebebi yoktu. Ah, aslında şu anda etkisizleşmesi iyi bir şeydi?
"Tamam...o zaman ilk ben çıkacağım."
Tuhaf bir şey hakkında düşünüyormuş gibi kafasını yana yatırdı, ve arkasına döndü.
Sorgularcasına gözlerimi kıstım. O zaman bu demek oluyor ki eğer büyüm çalışmazsa anında ışınlanamam. O zaman nasıl dışarı çıkacaktım?
Ancak kız kapının tam önünde durdu, ve kafasını tekrar bana çevirdi.
"Ackk!"
Şaşırmış bağırmasıyla korkudan yerimde zıpladım.
"Obelia'nın kayıp prensesi!"
"Ne!"
"Evet! Sizi görüntü taşında görmüştüm!"
Kız öğrencinin gözleri fark etmiş gibi kocaman açıldı. Orada konuşamadan, kaldım, donmuş bir şekilde.
Öğrenci inanamayarak bana doğru yürüdü. Ayakkabıları zeminde her gıcırdadığında, titriyordum.
"Haklıyım, değil mi? Siz Obelia'nın Prensesi'siniz."
"B-Beni başkasıyla karıştırdın!"
"Ah, bekleyin!"
Aceleyle uzağa ışınlanmaya çalıştım. Büyüm, lütfen bu sefer beni dinle!
Fiyuvv!
Neyse ki, gözlerimi tekrar açtığımda kız bulanıklaşmaya başladı, çimen tarlasının ortasında duruyordum.
"Lanet olsun."
Kalbimin göğsümden çıkacağını düşünmüştüm! Kalbim çok hızlı attığı için öleceğimi hissettim.
Çimlerin arasına oturdum. Aman tanrım, o kişinin beni bu şekilde fark edeceğini düşünmemiştim. Görüntü taşı hakkında bir şey söyledi değil mi? Claude'un yolladığı görüntü taşları Atlanta'ya bile ulaşmış mı?
Çok şaşırmıştım çünkü çok titriyordum, kafamı tuttum ve çığlık attım.
O kız hemen şimdi saraya benim burada olduğumu söylemeyecektir değil mi? Ancak gözlerinin önünde kaybolduğumu gördüğü için, sorun olmamalı. Ve şu an tarladayım.
Dang, birisi benim yüzümü ilk kez bu kadar hızlı fark ettiği için çok şaşırdım. V-Vay. Korkutucu.
Kendimi sakinleştirmek için, çimenlerin arasına yattım.
Atlanta'da bir süre kalmanın iyi olacağını düşünmüştüm, ancak her zamankinden daha hızlı yakalandım.
Çimenlerin üstünde düşünmeye devam ettim ve tekrar parmağımı salladım.
***
"Ugh, profesör bugün dört tane ödev verdi."
"Bana üç tane verdi. Bizi öldürmeye mi çalışıyorlar?"
Esintinin saçlarıma değişini hissettikten sonra, nefes verdim. Çatıdan güneşe bakmak biraz daha farklı hissettiriyor.
Şu an, önce geldiğim okuldaydım.
Hepsinden sonra, fenerin kendi üzerinde parlamadığını söylerler, yani eğer Atlantalı insanlar benim Atlanta'da olduğumu öğrenirlerse, eğer o kız beni burada gördüğünü söylerse burası bakacakları son yer olacaktır.
Buraya geri döneceğimi düşünmeleri onlar için zor olmaz mı? Yani eğer olmazsa ben, her neyse. Ahem.
Görünmezlik büyümle birlikte çatıdan herkesin hareketlerini izliyordum. Ancak öncesinde olan garip duyguyu hissettim.
O öğrenci diğerlerine beni gördüğünü söylemedi mi? Sadece okulun içi değil, dışı da sessizdi. Ve güvenliğin de sıkılaştığı gözükmüyordu.
"Hm."
Altımdaki öğrencilere baktım.
İlk önce kıyafetlerimi üniformayla değiştirmeyi ve utanmadan okulda dolaşmak istedim, ancak bunun çok kaba bir davranış olacağını düşündüm ve yapmadım. Evet, benim yaşımda üniforma giymek doğru değil. Ugh.
Bu yüzden güneşin batışını izledikten sonra kaldığım yere geri dönmeye karar verdim. Ah, çok güzeldi.
"Öhöm öhöm."
Hm? Birisinin öksürüyormuş gibi davrandığı sesi duydum.
"Uh, sizinle bu kadar ani bir şekilde konuştuğum için üzgünüm. Ancak orası biraz tehlikeli. Dün yağmur yağdığı için biraz kaygan olabi..."
Sesin geldiği yöne baktım. Ve yakınımda olan yüze çığlık attım.
"Ackk!"
Geri çekildim, ve bir anda, vücudum kaymaya başladı!
"Bu tehlikeli!"
Neyse ki, birisi tam zamanında elimi tuttu.
Neden! Burası çok korkutucu bir okul! Neden bana bunu yapıyorsun!
"Dikkatlice yukarı gelin. Ve elimi bırakmayın."
Bulunduğum yerin yakınında küçük bir pencerenin yanında olduğunu gördüm ve içeri girerken küçük bir tavan arasında olduğumu fark ettim. Bir okulda neden tavan arası var?
"Uh, burası depo olduğu için biraz kirli."
Ah, depo demek. Kendimi sakinleştirdim ve bana bakan kız öğrenciye baktım. Konferans salonundaki gümüş saçlı kızdı, ve benimle birlikte depo odasında olduğu için utanmış gibi gözüküyordu.
Temkinlice geri adım attım.
"N-Nasıl çatıda olduğumu bildin?"
"Mm. Sizi geçerken gördüm."
Utanmış bir şekilde konuştu.
Ahhh! Hayalet gibi!
Tekrar büyümü kullanmaya çalıştım. Ancak ne yapmaya çalıştığımı fark etmiş gibi üzgün bir yüzle birlikte aceleyle elini salladı.
"Um, bir dakika bekleyin. Kimseye söylemeyeceğim. Hem de konferans salonunda olanları kimseye söylemedim."
Ona şüpheyle baktım, ancak doğruyu söylüyor gibi gözüküyordu. Ve başkasının arkasından işler çevirebilecek birisine de benzemiyordu.
Ancak ona güvenebilir miydim? Eğer artık uzaklara ışınlanmasam daha iyi olabilir çünkü bu kadar büyü kullandıktan sonra vücudum kaldıramayabilir...
Sonunda, tereddütle elimi geri indirdim. Sonra kız beni daha da rahatlatmak için geri adım attı. Aramızdaki mesafeyi korudum ve pencereye yaslandım.
Ama güneşin parladığı yere doğru yöneldiğim için, yüzüme bakarak haykırdı.
"Ah, o gözlerin büyüleyici olduğunu düşünmüştüm. Hep duyduğum kraliyet gözleri oldukları için olabilir."
Dediklerine titredim.
Krakk!
Ancak sonra, kapı hızla açıldı. Kız ve ben sesle birlikte zıpladık.
"Burada ne yapıyorsun?"
Gümüş saçları olan erkek öğrenci gelmişti. Bu garipti. Gümüş saç o kadar yaygın olmamasına rağmen, bu okulda karşılaştığım iki kişi de gümüş saçlı olabilir? Gümüş saç Atlanta'da o kadar da nadir değil mi?
Bekle! Erkek öğrenci tarafından da mı yakalandım? Öyle mi?!
"E-Erich. Ne zamandan beri oradasın?"
"Neden bir aptal gibi kekeliyorsun?"
Ancak erkek öğrenci bana bakmadan kız öğrenciyle konuşmaya devam etti.
"Etrafta seni peşleyecek kadar boş muyum sanıyorsun? Sadece geçerken senin bu odaya girdiğini gördüm."
Homurdandı ve etrafına baktı.
"Ancak burada kimse yok. İnsanların konuşmasını duyduğumu sanmıştım. Burada yalnız başına ne yapıyorsun?"
Anında şaşırdım. Ne? Ben tam burada ayakta dururken o burada kimsenin olmadığını söylüyor. Benim yanımda duran kızın da gözlerinin soru işaretleriyle dolduğunu gördüm.
Burnunu buruşturdu ve erkek öğrenciye şaşkınlığını gizlemek ve normal konuşmak için bir süre bir şeyler düşündü.
"Ne yaptığımı bilmene gerek yok. Sadece kendi yoluna git. "
"Eğer şimdi gitmezsen konferansa geç kalacaksın. Ve Profesör Tonton sorumlu."
"Aklımda bulunduracağım. Eğer başının belaya girmesini istemiyorsan, ilk önce sen git. Ah, ve endişelendiğin için teşekkür ederim."
Sonra, oğlanın kaşları çatıldı ve soğuk bir sesle konuştu.
"Endişelenmek? Güldürme beni. Kim endişelenmiş? Senin başının belaya girmesi benim umrumda değil. Bunu söyledim çünkü eğer geç kalırsan Ernst Ailesi'nin adını lekeleyebilirsin. Beş dakika kaldı, gelecek misin gelmeyecek misin kararlaştır."
Sinirlenmiş bir yüz yaptı ve depo odasından çıkmak için arkasını döndü.
N-Neydi bu şimdi. O bir tsundere* mi? Her ne kadar ses tonu soğuk olsa da, endişelenmiş gibi gözüküyordu. Ve ona beş dakika bile kaldığını söyledi. (Tsundere*: Dışarıya karşı sert bir tutum sergilemelerine rağmen özlerinde samimi ve biraz da utangaç kişiliklere denir.)
Aslında, ikisi de birbirine biraz benzemiyor mu? Gözleri farklı renkte, ancak ikisi de gümüş saçlı. Ve ikisi arasında farklı ama tanıdık bir atmosfer vardı.
"Yoksa kardeş misiniz?"
Şüpheyle birlikte sorduğumda, kız öğrenci durdu ve bana döndü.
A-Ancak öncekinden daha iyi gözüküyordu. Bana olan ilgisinin artması gibi...b-bu sadece benim kafamda oluşuyor, değil mi?
"Yani, biz aynı yaştayız ancak ben daha erken doğdum, yani evet. Ve bunu zihinsel yaşlarımızdan anlayabilirsiniz."
Dediği şeyi anladım ve kafamı salladım.
Ah, demek ikizler. Sanki hangisi daha büyükmüş gibi kavga ediyorlar gibiydi, ve çok sevimliydi.
"Ancak Prenses, şimdi de büyü mü kullanıyorsunuz?"
Nasıl olsa, ancak bu öğrenci benimle aynı şeyi fark etmiş gibiydi. Kafamı kaldırdım ve sorusuna cevap verdim.
"Galiba diğerleri beni kolayca göremiyor."
Erkek öğrencinin verdiği tepkiye bakılırsa, durum kesinlikle böyleydi.
O zaman bu demek oluyor ki görünmezlik büyümü sınıfta da kullanıyordum? Ve şimdi bile? Ama neden bu öğrenci beni görebiliyor? O da bununla ilgili derin düşüncelerde gibi gözüküyor. Ancak sanki anlayamamış gibi, kafasını kaşıdı.
"Her neyse, başkaları tarafından yakalanmamış olmanız iyi bir şey. "
Bu kadar zarif ve soylu bir kızın kafasını kaşımasını izlemek garip gözüküyordu....
"Ancak bunun dışında. Neden Atlanta'dasınız. Ah, yoksa bunu sormamalı mıydım?"
Ancak sorduğu soruyla titredim. Bunu fark edince, dikkatlice tekrar sordu.
"Muhtemelen çoktan biliyorsunuzdur, ancak Obelia'nın İmparator'u hala sizi arıyor. Ve bir süre önce Atlanta'da bir bildiri aldık. Debutante balonuzdaki sizin görüntü taşınızla birlikte."
Öhöm!
Söylediklerini duyduğumda kendi tükürüğümle boğuluyordum. Ne? Debutante balomdan görüntü taşı mı? Kıtanın her yerine yaydıkları görüntü taşı mı?
Beni utandırarak mı öldürmeye çalışıyorlar? Ugh, Claude, seni kıvrak p*ç!
"Kaçtınız mı?"
Fısıldayan sesiyle, insanların Claude'un kayıp kızını arayan üzgün baba rolünü oynadığını inandığını fark edebildim.
Öncesinde ilişkimiz çok kötü olmadığı için bizim aşırı derecede birbirimize yakın olduğumuzu düşüneceklerdir.
Bunu kim düşünebilirdi ki? O Claude'un hafıza kaybı yaşamadığını ve kendi kızını öldürmeye çalıştığını.
"O zaman geri dönmeniz gerekmiyor mu?"
Tutumlu sesiyle birlikte, bir süre konuşamadım ve beceriksizce gülümsedim.
"Eğer seni bu kadar aksi bir soruna bulaştırdıysam üzgünüm. Atlanta'yı etkileyecek hiçbir şey yapmayacağım ve hemen ayrılacağım."
"Ah, demek istediğim o deği..."
Yüzüme bakarken biraz sinirlenmiş gibi gözüküyordu. Sanki ne söylemesi gerektiğini bilmiyormuş gibi ağzını araladı ve kapattı.
"Özür dilerim. Dikkatli düşünemedim. Obelia'ya geri dönememenizin bir sebebi var, değil mi?"
Bir şekilde saraydan isteyerek kaçmadığımı ve ayrılmamın mantıklı bir sebebi olduğunu anlamış gibi gözüküyordu.
"Eğer birisi bir şey sorarsa hiçbir şey bilmediğimi söyleyebilirim. Sadece sizinle karşılaştığım için etkilenmeyeceğim, bu yüzden lütfen bunun hakkında endişelenmeyin. "
Nazikliğine çok minnettar kaldım.
Ancak eski yaşamıma dayanarak, kesinlikle ondan daha büyük olmalıyım. Garip bir şekilde, aşırı derecede olgundu. Gözleri ve etrafındaki atmosfer benden daha büyük gözüküyordu.
Tabii ki, sadece onlar büyüdükleri için sen de olgunlaştın değil. Galiba geriye doğru yaşlandım.
"Atlanta'da her hangi bir bağlantınız olduğu için buraya geldiğiniz düşünülünce..."
Ve gözlerini kocaman açtı.
"Ijekiel Alpheus sayesinde mi?"
"Ijekiel'i tanıyor musun?"
"Muhtemelen burada onu tanımayan kimse yoktur. O okuldan erken mezun olan dört öğrenciden birisi."
Vay. Bu tam da Ijekiel'in yapacağı bir şey.
"Ve benim abimin arkadaşı.... aslında, o kadar yakın değiller. Onu tanıyorum çünkü abimle aynı yaşta. Ancak onunla o kadar yakın değildik. Çünkü ilk başta notlarımız farklı."
"Anladım..."
"Obelia'ya geri döndüğünde ünlendiğini duydum. Ve mezun olduktan hemen sonra Obelia'ya geri döndü bu yüzden onunla tanışmış olacağınızı düşündüm."
Bundan sonra, bana Ijekiel'in okul hayatını anlatmaya başladı. Onunla ilgili en çok anlattığı şey harika bir öğrenci olduğu ve kız öğrenciler arasında ünlü olduğuydu, ve ben de içten içe asıl erkekten beklediğim şeyin bu olduğunu düşünüyordum.
"Yani aynı yaştalar, ancak o benim abimden çok daha farklı..."
Yüzüne tekrar baktım. Saçları Ijekiel'inkilere benziyordu, ancak hala hafifçe farklıydı, ve gözleri ise rüyamda gördüğüm vişne çürüğü rengindeydi.
Ah, demek onu gördüğümde bu yüzden tanıdık olduğunu hissettim.
Tak!
"Hey! Neden hala buradasın!"
Bir süre geçtikten sonra, kapı ani bir hareketle açıldı. İkimiz de tekrar şaşkınlıkla kafalarımızı çevirdik. Önceki erkek öğrenciydi.
"Ugh, bu sefer ne var? Konferansa katılmana gerek yok!"
Sinirlenmiş bir tonla konuştuğunda, o da onun için orada değilmiş gibi çıldırmış bir şekilde bağırdı.
"Onun için değil, Cabel yine bir şeyler yapıyor!"
"Ne? O zaman profesörü çağır."
"Eğer yakalanırsa, bu sefer gerçekten okuldan atılabilir! En azından, seni dinliyor!"
"Ugh, o lanet olası ş*refsiz."
Yüzünün yavaşça sinirle dolmasını ve eliyle yüzünü silmesini izledim.
Sanki onunla bir şekilde bağlı olduğumu hissettim.
"Sınıfta mı! Hemen orada olacağım o yüzden ilk sen git."
"Acele etmelisin!"
Erkek ayrıldıktan sonra, daha fazla rahatsız edilmek istemiyormuş gibi kafasını salladı. Ve mor gözleri bana kaydı.
"Sanırım abim yüzünden gitmem gerekiyor."
"İ-İyi şanslar."
En azından ona bunu söylemem gerektiğini düşündüm, bu yüzden anlamı olmayan bir şekilde onu teselli ettim. Tamamen ne olduğunu anlayamadım ancak abisi yüzünden uğraşıyor gibi gözüküyor.
"Büyünüzü özgürce kullanabiliyor gibi gözüktüğünüz için, sizinle birlikte dışarı çıkamayacağım. Ancak akşamları hala tehlikeli olabilir, bu yüzden geç saatlerde dışarı çıkacağınız zaman dikkatli olun. "
"Bugün için teşekkür ederim."
"Sorun değil. Ve ağzım son derece sıkıdır, yani endişelenmeyin. "
Hafifçe bana gülümsedi ve depo odasından ayrıldı. Kapının kapatılmasını izlerken, kırmızı ve sarı güneşi görmek için kafamı cama doğru çevirdim.
Artık gitmeli miyim? Ya da yapacak bir şeyim olmadığı için, bir süre sonra mı ayrılsam?
Tak.
Sonra, ayağım zemindeki bir şeye takıldı. Hm, o da neydi?
Kafamı indirdim. Ve ayağımın yanındaki parlak şeyi aldım.
Altın zincirli bir kolyenin üzerinde, küçük harflerle yazılmış bir yazı vardı.
Hari Ernst
Ah, konferans salonundaki profesör ona Leydi Ernst demişti. Bekle, eğer o Atlanta'daki Ernst ise, o zaman o İmparatorluk Ailesini destekleyen Dük Ailesi'nin bir üyesi oluyor değil mi?
Vay, etkileyici bir aileden geliyor. Ah, ve abisinin Ijekiel'in arkadaşı olduğunu söylemişti. Yani başka bir deyişle, o da harika bir aileden geldiği için, Ijekiel'in en iyi arkadaşı olabilir.
A-Ancak şimdi ne yapmalıyım? Eğer bunu burada bırakırsam bulmak için geri gelebilir mi? Ancak ya başkası gelir de bunu alırsa? O zaman, ona kendim vereceğim.
Sonunda, derin düşüncelerden elimde tuttuğum kolyeyle ayrıldım.
***
Sonunda, diğer gün de okula tekrar gittim. Dünkü kolye cebimdeydi.
Ondan çok fazla yardım aldım, bu yüzden onu depo odasında bırakmak yerine kendim bizzat vermemin daha güzel olacağını düşündüm. Ve belki bu şey onun için özel bir eşya olabilir.
Ancak onu geri verebilecek fırsatı bulamadım.
Hepsinden önce, o neredeyse hiç yalnız değildi! Onu istemeden gözlemledikten sonra, fark ettim ki Hari Ernst model bir öğrenciydi, ve aynı zamanda popülerdi.
Sınıfta her zaman soruları cevaplaması istenmesine rağmen tereddüt etmeden cevap verdi ve profesörler onu sevdi.
Ve kibirli değildi ve aşırı derecede neşeliydi bu yüzden çok fazla arkadaşı vardı. Ve benden sadece bir yaş büyüktü, on beş yaşında.
"Off, Cabel. Ders denilen şeye çalışmaya başlaman gerekmiyor mu? Artık mezun olman gerekiyor."
Hari Ernst okula abisi ve kardeşiyle birlikte gidiyordu.
Ancak bazen, onlarla ne yapacağını bilmiyormuş gibi öfkeden çıldırmış bir yüzle bakıyordu.
"Bilirsin, Cabel. Bazen kaç yaşında olduğunu unuttuğunu düşünüyorum."
Sanki bir anaokulluyla konuşuyormuş gibi konuşmasına rağmen yüzü sinirle doluydu. Hangisinin daha yaşlı olduğunu söylemek zordu.
"Etrafta on yedi yaşında değil de yedi yaşındaymışsın gibi kazalar oluşturuyorsun. Ne yapacaksın?"
Ve garip bir şekilde, bugün beni görmedi. Etrafında ne kadar gezinirsem gezineyim, ya da fısıldayarak seslensem bile, Hari Ernst şaşırarak etrafına baktı ve yürümeye devam etti. Bir kez bile bana bakmadı.
Hm? Yoksa dün beni bir tür tesadüfle mi gördü? Ya da görünmezlik büyüm dünden daha mı iyi çalışıyor?
"Arkadaşın dediğim kişi, Ijekiel Alpheus, çoktan mezun oldu. Kesinlikle,senden erken mezun olmanı beklemiyorum, ama en azından kendini biraz tutmamalı mısın?"
"Kim? Ben, kılıç dahisi, kendini mi tutuyor? Eğer aklıma koyarsam, ultra kolay bir şekilde mezun olabilirim, ancak sizin için yapmıyorum. Eğer ben mezun olursam siz çocuklar sıkılabilirsiniz!"
Onların konuşmalarını dinlemek çok eğlenceliydi. Hari tamamen nazik bir sesle onunla alay ediyordu.
Ve yüzünün utanmaz sözlerle koyulaşmasını izlemek komikti.
Hari Ernst'in yanında kahverengi saçlı yaramaz görünüşlü bir erkek vardı, ve ismi Cabel gibi gözüküyordu.
Hm. Bu garip. Neden Cabel'i ismi bana bu kadar tanıdık geliyor? Bu sesi dün depoda duyduğum için mi acaba?
"Ve sizler salak mısınız? Ben kılıç çalışmalarında ustalaşıyorum, yani neden çalışmalıyım ki?"
"Kılıç çalışan öğrenciler de mezuniyet sınavına giriyor. Unuttun mu...."
"Ne! Onlar da mı sınava giriyor? Neden? Neden neden neden?"
"Bu kadar yıldır bu okulda okuyorsun ve burada bir mezuniyet sınavı olduğunu bilmiyor muydun?!
Vee patladı!
Ona yaklaşmaktan nedeyse vazgeçtim ve onları gülerek izledim.
"Ben garip değilim ama bu okul garip! Tam şu anda onlarla bunun hakkında konuşmaya gideceğim! Şşş, mezuniyet sınavı mı? Kim demiş? Hemen şimdi müdürün odasına gideceğim ve..."
"Öff cidden mi, peki ya diğer profesörler duyarlarsa ne yapacaksın? Çeneni kapa ve buraya gel."
Sonunda, ona kolyesini geri vermedim. Gecenin bir yarısı kaldığım yerin penceresine ay ışığı geldiğini gördüm.
Hm. O zaman başka bir yol mu düşünmeliyim. O yürürken cebine koymalı mıyım? Ya da sınıfının önünde onun için bırakmalı mıyım?
Bugün onun bütün gününü izlerken, konferans salonunda yalnız olmasının ne kadar nadir olduğunu fark ettim.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.