Yukarı Çık




3.2   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   4.2 


           
Dördüncü dersin bitişinin haberini veren zil çaldığında sınıfta büyük bir rahatlama dalgası yayıldı. Bazıları öğle yemeğini almak için koşarak dışarı çıktı, bazıları gürültüyle sıralarının altındaki bento kutularını aradı, geri kalanlar ise diğer sınıflara gitti.

Her zamanki gibi 11. sınıf F şubesinin sınıfı öğle yemeği vaktinin büyük curcunasıyla dolup taşıyordu.

Yağmur yağıyordu, bu yüzden gidecek bir yerim yoktu. Normalde öğle yemeğimi yemek için mükemmel bir köşem olurdu ama yağmurda ıslanarak yemek yemek istemiyordum.

Bu yüzden başka seçeneğim kalmadığından, sınıfta oturup marketten aldığım ekmeğimi sessizce yedim.
Böyle yağmurlu günlerde öğle tatilini bir roman ya da manga okuyarak geçirmek isterdim, ama okumakta olduğum tüm kitapları evde unutmuştum. Keşke on dakikalık teneffüste geri dönüp alabilseydim…-

Ama o tren çoktan kaçmıştı. Japonca’da bunun karşılığı “ato no matsuri” olurdu. İngilizce’ye çevirirsek “festivalden sonra”... Hayır hayır, doğrusu “matsuri no ato” olmalı!

(Ç/N)=(Burada japonca bir deyime atıfta bulunuyor, onu İngilizceye çevirmeye çalıştı ve sonra da kendi kendini düzeltti. Deyimi anlamak çok da önemli değil sadece kendisiyle dalga geçiyor.)

Evet, o kadar sıkılmıştım ki kendi kendime komik bir diyalog’un her iki tarafını da oynuyordum.

Ama cidden… Hep böyle düşünmüşümdür, çok fazla yalnız vakit geçirince insana bir şekilde garip şeyler oluyor.

Evde tek başınaysan, zamanla kendi kendine konuşmaya başlıyorsun. Sonra kendi kendine yüksek sesle şarkı söylemeye başlıyorsun. Ve çoğu zaman, küçük kız kardeşin eve gelip sen tam “MOTTO! MOTT- Ahh… Merhaba.” diyeceğin sırada yakalanıyorsun.
(Ç/N)=(Kannagi animesinin openingine bir gönderme olabilir, ama tam emin değilim.)

Ama kendi kendime şarkı söylemeye henüz başlamadım.

Sonuç olarak, genellikle düşüncelere dalıp gidiyorum.

Bir anlamda, yalnız kişiler düşünme ustalarıdır. İnsan kırılgan bir varlıktır ama aynı zamanda düşünen bir varlıktır derler. Farkına varmadan kendini bir şeyler düşünürken bulursun. Ve yalnız kişiler başkalarına kafa yormak zorunda olmadıkları için, bir şeyleri çok daha derinlemesine düşünebilirler. Bu yüzden benim gibi yalnızlar, beyinlerinde normal insanlardan farklı düşünmelerini sağlayan bir devreye sahiptir ve bazen bu, normal insanların kapasitesini aşan fikirler üretmelerine olanak tanır.

Evrenin devasa bilgi miktarını sadece konuşarak ifade etmek oldukça zordur. Bu bir bilgisayar gibi. Büyük veri yüklerini sunuculara yüklemek ya da e-posta ile göndermek zaman alır. İşte bu, yalnızların neden genellikle konuşma konusunda beceriksiz olduklarının tek sebebi.

Ama bence bu her zaman kötü bir şey değil. Bilgisayarlar sadece e-posta için var olan şeyler değil—internet ve Photoshow gibi şeyler de var. Yani, bir kişiyi yargılamak için tek bir bakış açısının yeterli olduğunu düşünme.

(Ç/N)=(Photosow=Photoshop. Burda Photoshopa bir gönderme yapıyor)

Şimdi, burada bilgisayarları örnek olarak verdim ama aslında bilgisayarlar konusunda o kadar bilgili sayılmam… Eğer bilgisayarlar hakkında gerçekten çok şey bilen insanları arıyorsan, sınıfın ön tarafında bir araya toplanmış olanları bulmalısın.

O kişiler PSP’lerini ellerine almış, Ad-Hoc kablosuz modunda bir av peşindeydiler. İsimleri neydi ya? Oda… ya da Tahara… Öyle bir şeydi galiba?

-“Hey sen de bir çekiç falan kullan!”

-“Yok yok, silah-mızrak (gunlance) bile fazlasıyla yeterli ^^.”

Eğlendikleri belli oluyordu… Aslında ben de oynuyorum o oyunu. Dürüst olmak gerekirse, içimden bir parçam gidip onlara katılmak istedi.

Eskiden manga, anime ve oyunlar daha çok yalnızların ilgi alanıydı. Ama son zamanlarda bunlar da birer iletişim aracı hâline geldi ve artık böyle gruplara katılmak, belirli bir iletişim becerisini gerektiriyordu.

Ve ne yazık ki, ben her şeyi yarım yamalak yapan biri gibi görünüyorum, bu yüzden onlara katılmaya çalışsam, beni dinlemezler ve noob ya da hileci diye çağırırlardı. Peki ben ne yapmalıydım ki?

Ortaokuldayken, birkaç kişinin anime hakkında konuştuğunu görmüştüm ve aralarına katılmaya çalıştım, ama beni görünce sustukları o kadar belliydi ki… Bu gerçekten beni çok kırmıştı. İşte o zaman bu tür insanlara katılmaya çalışmaktan vazgeçtim.

Zaten hiçbir zaman insanların beni aralarına almasını sağlamaya çalışan biri olmadım, bu yüzden bu durum benim için daha da kötüydü. Sınıfça futbol ya da beyzbol oynarken, en popüler iki çocuk taş-kağıt-makas yaparak ilk seçme hakkını belirlerdi. Ve ben her zaman en son seçilen olurdum, biliyor musun? On yaşındaki hâlimi hatırlıyorum da, o takımlara seçilirken nasıl zavallıca gergin hissettiğimi düşündüğümde… Gerçekten gözlerim doluyor.

Fiziksel olarak yetersiz değildim ama işte bu yüzden sporda kötüleşmeye başladım. Beyzbolu severdim ama oynayacak kimse bulamazdım… Bu yüzden çocukken hep duvara top atarak ya da kendi kendime saha çalışması yaparak oynardım. Beyzbolu tek başıma oynamaya tamamen alışmıştım; sahada ya da sırada hayali oyuncular varmış gibi yapardım.

Ama bu sınıfta, iletişim becerileri iyi olan insanlar da vardı.

Mesela, şu anda sınıfın arka sırasında oturanlar.

Futbol takımından iki kişi, basketbol takımından üç çocuk ve üç kız vardı. Sadece o grubun etrafındaki canlı atmosfere bir bakış atmak bile, onların sınıfın sosyal merdiveninin en tepesinde olduklarını anlamaya yetiyordu.

(Bu arada, Yuigahama da o grubun bir parçasıydı.)

Ve o grubun içinde bile, diğer herkesten daha parlak iki kişi vardı:

Hayama Hayato.

O grubun merkezinde duran kişinin adı buydu. Futbol takımının yıldız oyuncusuydu ve gelecek dönem kaptanlık için aday gösteriliyordu. Uzun süre boyunca yüzüne bakmaktan pek hoşlanmadığım biri olduğunu söylemeliyim.
Başka bir deyişle, yakışıklı ve sahte bir tarzı olan biriydi. Cehenneme gitmeliydi.

-“Yok ya, bugün olmaz. Antrenmanım var.”

-“Bir gün ayıramaz mısın? Bugün Baskin Robbins’te çift top dondurma indirimi var~~. Çikolata-kakao çift top istiyorum.”

-“İkisi de çikolata değil mi? (lol)”

-“Ehhh? Hayır, tamamen farklılar! Hem şu an gerçekten çok açım.”

Ve sesini yükselten kişi, Hayama’nın arkadaşı Miura Yumiko idi.

Sarı saçları bukle bukleydi ve okul formasını omuzlarından aşağıya kayacak kadar özensiz bir şekilde giymesine bakılırsa, bununla gurur duyuyor gibiydi. Bu kız ne yani, bir hayat kadını falan mıydı? Etek boyu o kadar kısaydı ki, giymesinin bile bir anlamı yoktu.

Güzel hatlara ve çekici bir yüze sahipti, ama aptalca davranışları ve aşırı gösterişli kıyafetleri yüzünden ondan pek hoşlandığımı söyleyemem. Ya da aslında, açıkçası ondan korkuyordum. Ne zaman ne söyleyeceğini asla bilemezdin.

Ama (en azından benim gördüğüm kadarıyla) Hayama, Miura’dan çekinmiyor, hatta onunla konuşmayı eğlenceli buluyordu. İşte bu yüzden sosyal merdivenin en tepesindeki insanların nasıl düşündüğünü hiç anlayamıyordum. Ne açıdan bakarsan bak, bu kızın sadece Hayama ile konuşurken “eğlenceli biri” olduğu barizdi. Eğer ben onunla konuşmaya kalksam, tek bir bakışıyla beni öldürürdü.

Tabii, zaten birbirimizle konuşmak için bir sebebimiz olmadığı için bu çok da önemli değildi.

Bu sırada, Hayama ve Miura hâlâ birbirleriyle şakalaşmaya devam ediyordu.

-“Üzgünüm ama bugünlük pas geçiyorum.”

Ve sonra Hayama, yüzüne tam anlamıyla parlayan bir gülümseme yerleştirerek büyük bir açıklama yaptı:

-“Bu yıl hedefimiz Kokuritsu, ne de olsa!”

-Ha? Kokuritsu mu, Kunitachi değil mi? Yani, Chuuou hattıyla ulaşılabilen Tokyo’daki Kunitachi’den değil de, Kokuritsu’dan mı bahsediyordu? Ulusal turnuvadan mı?

-“Bwaha…”

İçimde bir kahkaha yükseldiğini hissettim. Onun böyle havalı bir şey söylemiş gibi gururla duruşunu görmek… cidden… cidden… artık dayanamıyordum. O kadar fena bir sahneydi ki.

-“Ama yine de, Yumiko. Çok yersen sonra pişman olursun.”

“Biliyor musun, ben ne kadar yersem yiyeyim asla kilo almam. Ahh, sanırım bugün de bol bol yemem gerekecek. Değil mi, Yui?”

-“Ahh, evet… Yumiko’nun vücut hatları gerçekten harika… Ama benim şu an planlarım var, o yüzden--”

-“Aynen, değil mi? Bugün tonlarca yemem gerekecek!”

Miura bunu söylediğinde, etrafında kahkahalar patladı. Ama bu kahkahalar boş ve yapaydı, sanki bir komedi programına eklenmiş efektler gibiydi. Sesleri yüksekti ama içlerinde pek bir şey yoktu; neredeyse ekranın altına bir altyazı çubuğu eklendiğini görebiliyordum.

Onların sohbetini özellikle dinlemeye çalışmıyordum, ama o kadar yüksek sesle konuşuyorlardı ki, istemeden de olsa kulaklarıma ulaşıyordu. Aslında, şimdi düşününce, ister Otakular ister Riajuular olsun, bir gruba girdiklerinde her zaman inanılmaz gürültülü oluyorlardı. Ben ise sınıfın ortasında, kimsenin olmadığı bir yerde sessizce oturuyordum, ama herkes öyle bir bağırıyordu ki… Sanki bir kasırganın ortasına düşmüştüm.

(Ç/N)=(Riajuu: Hayatı iyi geçen ve hayatlarından memnun olan kişiler için kullanılan bir terim.)

Hayama parlak bir gülümsemeyle gülümsedi. O gülümseme, onun ilgi odağı olduğunu ve herkes tarafından sevildiğini net bir şekilde ortaya koyuyordu.

-“Seni uyarıyorum o kadar fazla yersen miden patlar.”

-“Kaç kere söyledim? Ne kadar yersem yiyeyim bana bir şey olmuyor! Kilo almıyorum. Değil mi, Yui?”

-“Ahhh, Yumiko’nun vücut hatları gerçekten inanılmaz. Ve bacakları da çok güzel. Ama gerçekten gitmem gerekiyor…”

-“Ehh, gerçekten mi? Ama şu Yukinoshita’nın da deli gibi bacakları var, değil mi?”

-“Ah evet, doğru. Yukinon’un bacakları da gerçekten fena…”

“……”

-“…Ah, ama yani, Yumiko kesinlikle çok daha fazla dikkat çekiyor!”

Miura kaşlarını çatınca Yuigahama hızla kendini kurtarmaya çalıştı. Ne saçmalık… Kraliçe ve onun hizmetçisini izlemek gibiydi resmen. Ama yine de, Yuigahama’nın toparlama çabası, kraliçesinin keyfini yerine getirmeye yetmemiş gibiydi. Miura’nın gözleri daraldı, hiç de memnun görünmüyordu.

-“Şey, aslında bence sorun olmaz… Eğer antrenmandan sonra olursa, sizinle gelebilirim.”

Hayama, gerilen atmosferi sezmiş olmalı ki, hafifçe araya girdi. Kraliçe anında neşelendi ve gülümseyerek,

-“Tamam o zaman, boş olduğunda bana mesaj at!”

Bu sırada, Yuigahama gizlice göğsünü düzleştirerek rahat bir nefes aldı.

Aman Tanrım, bu sahne gerçekten acı vericiydi… Orta Çağ’a mı dönmüştük ne? Eğer iyi bir sosyal hayat bu kadar çaba gerektiriyorsa, ben her zaman yalnız kalmayı tercih edeceğim,hiç gerek yok teşekkürler.

Sonra Yuigahama ile göz göze geldik. Bana baktı ve sanki bir şeylere karar vermiş gibi derin bir nefes aldı.

-“Umm, benim… öğle yemeği için bir yere gitmem gerekiyor, o yüzden…”

-“Oh, gerçekten mi? O zaman dönerken o şeyden aldığından emin ol—hani şu limonlu çay var ya? Bugün yanıma içecek almayı tamamen unuttum. Bir de ekmek yiyeceğim, limonlu çay olmazsa yemem çok zor olacak, değil mi?”

-“A-Ah, a-ama ben belki beşinci derse kadar dönmeyebilirim, yani öğle yemeği bitmiş olabilir ve, şey… bilirsin işte…”

Yuigahama bunu söylediğinde, Miura’nın yüzü bir anda sertleşti.

Sanki evcil hayvanlarından biri tarafından ısırılmış gibi görünüyordu. Muhtemelen Yuigahama daha önce hiç Miura’ya karşı çıkmamıştı ama bugün, her nedense, onun istediğini yapmıyordu.

-“Haa? Bekle, bekle, neler oluyor? Bilirsin, Yui, son zamanlarda okuldan sonra bayağı geç kalıyorsun, değil mi? Yoksa sadece bana mı öyle geliyor? Sanki son zamanlarda bizimle pek fazla takılmıyorsun?”

-“Ah, şey, bilirsin, umm, sadece uğraştığım bazı şeyler var ve, umm, kişisel meseleler işte, gerçekten çok üzgünüm ama, umm…”

Yuigahama tamamen paniklemişti ama yine de cevap vermeye çalışıyordu. Ne saçma ama… Sanki patronu tarafından köşeye sıkıştırılan bir ofis çalışanı gibiydi.

Ancak, Yuigahama’nın bu tepkisi tam tersi bir etki yaratmış gibiydi. Miura sinirli bir şekilde tırnaklarını masaya vurmaya başladı.

Kraliçelerinin aniden patlaması sınıfta bir sessizlik yarattı. Hatta Oda ve Tahara (isimleri her neyse) bile PSP’lerinin sesini kısmıştı. Hayama ve grubun diğer üyeleri de gözlerini rahatsız olmuş bir şekilde yere dikmişlerdi.

Odada yankılanan tek ses, Miura’nın tırnaklarının masaya vurma sesi oldu.

-“Peki, o zaman nasıl bilebilirim neler olduğunu? Eğer bir şey söylemek istiyorsan, söyle gitsin. Biz arkadaşız, değil mi? Arkadaşlarından bir şey saklamak… hiç hoş bir şey değil, değil mi?”

Yuigahama hızla gözlerini yere indirdi.

Başta, Miura’nın sözleri oldukça mantıklı ve doğru geliyordu. Hatta, bu sözler onun ve Yuigahama’nın arkadaşlığını pekiştiriyor gibi görünüyordu.

Onlar arkadaştı, yakınlardı, bu yüzden her şeyi birbirleriyle paylaşabilirlerdi—Miura’nın söylemek istediği şey buydu. Ama sözlerinin başka bir anlamı daha vardı: "Eğer benimle paylaşamıyorsan, o zaman arkadaş değiliz. Hatta, düşmanız." Resmen yeniden İspanyol Engizisyonu yaşanıyordu.

-"Üzgünüm…"

Yuigahama çekingen bir şekilde özür diledi; gözlerini yere dikmişti.

"Hayır, hayır, hayır, duymak istediğim şey bu değil. Bana söylemek istediğin bir şey yok mu?"

Böyle bir durumda kimsenin gerçekten bir şey söyleyebileceğini sanmıyordum. Miura bir sohbet başlatmaya çalışmıyordu, Miura bir soru da sormuyordu. Tek istediği, Yuigahama’yı özür dilemeye zorlayıp ona saldırmaktı.

Ne kadar da aptalcaydı… Birbirinizi böyle bitirmek istiyorsanız, bari bunu özelde yapın.

Yeniden önüme döndüm. Sonra telefonumla oyalanırken ekmeğimi yemeye başladım. Biraz çiğnedim ve içeceğimden bir yudum aldım. Ama nedense… boğazımda bir şey takılı kalmış gibi hissettim ve bunun sebebi ekmek değildi.

…Neden böyle hissetmiştim ki?

Yemekler, neşeli zamanlar olması gereken anlardır. Tıpkı *The Lonely Gourmet*’daki adam gibi.  
(Ç/N)=( “Kodoku no Gourmet.” isimli bir mangaya referans.)

Yanlış anlamayın: O kıza en ufak bir şekilde yardım etmek istemiyordum. Sadece tanıdığınız bir kızın gözleri dolu dolu ve gözünüzün önünde ağlamak üzere olması, midenizi bulandırıyor; iştahınızı mahvediyor. Ve ben gerçekten yemeğimin tadını çıkarmak istiyordum…  

Ayrıca, böyle saldırıya uğramak sadece benim özelliğimdi. Karakter özelliğimi başkasına kolayca devretmezdim.  

Ah, bir şey daha vardı:
  
…O kadından gerçekten hiç hoşlanmıyordum.  

Sandalyemden heybetlice kalktığımda sıram sarsıldı.  

-“Hey, sadece-” 
 
-“Kes sesini!.”

Kes artık. İşte söylemek istediğim buydu, ama fırsat bulamadan Miura bana şeytani bir bakış fırlattı.  

-“……Bu yağmur da ne zaman duracak? Keşke bir şemsiye getirseymişim, hahaha…”  

Tanrım! O bir tür anakonda mıydı neydi?! O anda oracıkta özür dilemek isterdim!  

Üzgün bir şekilde sandalyeme çöktüm. Miura, varlığımı unutmuş gibiydi; sadece Yuigahama’nın ezilmiş haline tepeden baktı.  

-“Biliyor musun, bunu Yui’nin, yani senin iyiliği için söylüyorum ama… O kararsız tavrın gerçekten sinirlerimi bozuyor.”  

Yuigahama’nın iyiliği için söylediğini belirterek başladı, ama cümlenin sonunda Miura’nın kendi hislerinden bahsetti. Tek bir cümlede kendisiyle çelişti. Ama Miura bunun bir çelişki olduğunu düşünmüyordu—o grubun kraliçesiydi, ve bu tür bir feodal toplumda lider mutlak güce sahipti.  

-“…Özür dilerim.”  

-“Yine mi özür?”

Miura’nın küstahça “hmph” sesi, öfke ve kabullenme karışımı bir ifade taşıyordu. Sadece bu ses bile Yuigahama’yı gözünde daha da küçülttü.  

Şu saçmalığı kesin artık, yeter be… Bunu izlemek zorunda kalan çevredeki insanları biraz düşün. Bu baskıcı atmosfere daha fazla dayanamıyorum… İzleyicileri sizin oynadığınız gençlik dramasına dahil etmeyi bırakın.  

Bir kez daha, azıcık olan cesaretimi topladım. Yani, benden daha fazla nefret edemezlerdi herhalde… Bu mücadeleye risksiz bir şekilde girebilirdim, bu yüzden benim için o kadar da kötü bir durum değildi.  

Arka sıraya doğru dönmek için ayağa kalkar kalkmaz, Yuigahama gözleri yaşlı bir şekilde bana baktı. Ve tam da o anı beklemişçesine, Miura soğuk bir sesle konuştu:  

-“Hey, Yui, nereye bakıyorsun? Biliyor musun, bir süredir sadece özür diliyorsun…”  

-“Özür dilemen gereken kişi o değil, Yuigahama-san.”

Sınıfta yankılanan ses, Miura’nın sesinden bile daha buz gibi ve acımasızdı. Onu duyan herkes ürperdi. O ses, Kuzey Kutbu’ndan esen sert bir rüzgar gibiydi, ama aynı zamanda bir aurora kadar güzeldi.  

Sınıfın köşesinde, kapının önünde duruyordu, ancak tüm dünyanın merkezindeymiş gibi herkesin bakışlarını anında üzerine çekti.  
-
Bu gezegendeki tüm insanlar arasında, sadece Yukinoshita Yukino böyle bir sesle konuşabilirdi.  

Aniden donup kalmıştım ve yarı ayakta kalkmış halde sıkışıp kaldım. Bunun yanında, Miura’nın son gözdağı verme çabaları çocuk oyuncağı gibi kalmıştı. Sonuçta, karşınızda Yukinoshita varsa, korkmaya bile fırsat bulamazdınız. Korkunun ötesinde bir şeydi; geriye sadece bir güzellik izlenimi kalırdı.  

Ve böylece sınıftaki herkes o kızın görüntüsüne kapıldı. Bir noktada, Miura’nın tırnaklarının masaya vuruş sesi bile kayboldu ve sınıf tam bir sessizliğe büründü. Ama Yukinoshita’nın sesi kısa sürede bu sessizliği paramparça etti.  

-“Yuigahama-san… Gerçekten inanılmaz birisin. Bana bir yerde seni beklememi söyledin, ancak belirlenen zamanda ortada görünmedin. En azından geç kalacağını bildirmek için bir mesaj atman uygun olmaz mıydı?”

Yuigahama bunu duyunca rahatlamış gibi gülümsedi ve Yukinoshita’ya doğru yöneldi.  

-“…Ö-özür dilerim. Ama, şey, aslında Yukinon’un telefon numarası bende yok…”
  
-“…Öyle mi? Sanırım bu doğru… O zaman, yüzde yüz senin sorumluluğunda olduğunu söylemeyeceğim. Bu seferlik görmezden gelebilirim.”  

Yukinoshita, etrafındaki olaylara hiç aldırmıyor gibiydi ve sadece kendi istediği şekilde konuşmaya devam ediyordu. Kendi temposunda ilerlemesini izlemek neredeyse ferahlatıcıydı.  

-“B-bir saniye bekle! Hâlâ konuşuyoruz burada!”  

Görünüşe göre Miura nihayet donukluğundan kurtulmuştu ve Yukinoshita ile Yuigahama’ya öfkeyle patlamıştı.  

Ateş Kraliçesi’nin öfkesi gök gürültüsü gibiydi, ve alevleri giderek daha da hararetleniyordu.  

-“Ne var? Seninle konuşacak fazla vaktim yok—hâlâ öğle yemeğimi yemedim.”  

-“N-ne? Bir anda ortaya çıkıp da sonra da bunu mu söylüyorsun? Ben burada Yui ile konuşuyorum!”

-“Onunla konuşmak mı? Sadece bağırmıyor muydun? Buna bir konuşma mı deniyor? Bana öyle geldi ki onu dengesizleştirmeye çalışıp sonra tek taraflı olarak kendi fikrini dayatıyordun.”  

-“Ne-?!?!”  

-“Daha önce fark etmediğim için özür dilerim… Senin türünün yaşam tarzına pek aşina değilim, bu yüzden bunu bir maymunun baskınlık oyunlarına benzetmeden edemedim.”  

Ateş Kraliçesi bile Buz Kraliçesi’nin karşısında donup kalmıştı.  

-“Oooo…”  

Miura, öfkesini belli ederek Yukinoshita’ya dik dik baktı. Ancak Yukinoshita, onun bakışlarını kayıtsızca görmezden geldi.  

-“İstediğin kadar öfkelenebilir ve kendini kraliçe gibi davranabilirsin, ama lütfen bunu özelinde ve kendi zamanında yap. Yoksa bu küçük oyunun tıpkı şu anki makyajın gibi dağılacak.”  

-“…Ha, ne demeye çalışıyorsun? Anlamıyorum.”



https://i.pinimg.com/736x/fd/88/78/fd887880662516f1cd9df36f355c3985.jpg



Miura, biraz ezik bir ses tonuyla nihayet sandalyesine çökmüş gibi görünüyordu. Kıvırcık saçları yanlara doğru sallanırken, öfkeyle telefonuyla oynamaya başladı.  

Tüm bunlardan sonra kimse onunla konuşmaya çalışmadı. Normalde böyle durumlara ayak uydurmakta iyi olan Hayama bile, sadece esneyerek bu garip atmosferi hafifletmeye çalışıyordu.  

Ve hemen yanında, hâlâ olduğu yerde dikilen Yuigahama vardı. Eteğinin ucunu sıkıca tutuyordu, sanki bir şey söylemek istiyormuş gibiydi. Yukinoshita, Yuigahama’nın ne yapmak istediğini tahmin etmiş olacak ki, koridora doğru yöneldi.  

-“Ben önden gidiyorum.”  

-“B-ben de geliyorum…”  

-“…Nasıl istersen.”  

-“Tamam.”  

Yuigahama bunu duyunca gülümsedi, ama… Gülümseyen tek kişi de oydu.

Hey, hey, bu atmosfer de neyin nesiydi… Durum inanılmaz derecede rahatsız ediciydi, bu yüzden sınıfta kalmak gerçektende zordu. Ne olduğunu anlamadan, sınıf arkadaşlarımın yarısından fazlası susadıklarını ya da tuvalete gitmeleri gerektiğini söyleyerek sınıftan ayrılmaya başlamıştı. Hayama ve Miura’nın grubu dışında orada kalanlar sadece aşırı meraklı sınıf üyeleriydi.  

Sanırım ben de şansımı değerlendirip o büyük dalgayla birlikte kapıdan çıkmalıydım! Ama cidden… Eğer atmosfer daha da kararırsa, orada boğulup ölebilirdim.  

Mümkün olduğunca sessizce kapıya doğru yürümeye başladım, yol üzerinde Yuigahama’nın yanından geçerken. Ve tam o anda, küçük bir fısıltı duydum:  

-“O anda ayağa kalktığın için teşekkürler.”

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


3.2   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   4.2 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.