Büyük bir malikanenin avlusunda zombilerin etrafını sardığı gümüş saçlı bir kız duruyordu. Üzerine doğru gelen zombi karşısında en ufak bir korku ya da panik göstermeden elindeki kılıcı ile zombinin kafasını kesti. Tek bir yatay vuruşla zombinin kafası omuzlarının üstünden zemine yuvarlandı ve bir daha hareket etmedi. Tereddüt etmeden gümüş renkli kılıcını sallayıp hepsinin kafalarını kesmeye başladı. Gümüş renkli kılıç; uzun ve ince, zarif bir kılıçtı. Kabzası kızın gözleri ile aynı renkte parlak yakutlar ile süslüydü ve güzel parmakları arasında her savrulduğunda ışıkta ışıl ışıl parlıyordu. Kılıç kullanmak yerine dans ediyormuş gibi avluda süzülüyordu adeta. Her hareketindeki asilce tavır onu saatlerce izleme isteği uyandırıyordu. Sanki gökten düşmüş bir melek gibiydi kız. Dakikalar geçti ve kızın zarif dansı bitti. Tüm zombiler başlarını kaybetmiş bir şekilde avluda yatıyordu ve kız için herhangi bir zorlanma işareti yoktu. Sanki bir elmayı ikiye ayırır gibi zombilerin kafasını gövdelerinden kolayca ayırmıştı. Elini gömleğinin üstündeki küçük cebe götürerek beyaz bir mendil çıkardı ve onunla kılıcını temizledi. Herhangi bir leke kalmadığına emin olduktan sonra avludan ayrıldı. Az önce öldürdüğü zombiler bir zamanlar kendisi için çalışan insanlardı. Her gün yüzlerini gördüğü ve onunla ilgilenen insanları kendi elleri ile öldürmüştü. "Hayır...Onlar artık insan değildi." Kendini kandırmaya ve vicdanını dindirmeye çalışılıyor da olabilirdi ama bunu umursayacak zamanı yoktu. Hayatta kalan insanlar var mı diye malikaneyi araması lazımdı. Öğle saatlerinde her zamanki gibi kılıç pratiği yapıyordu. Beysbol maçlarında kullanılan top atma makinesinden fırlatılan sert beysbol toplarını kılıcıyla kusursuz bir şekilde ortadan ikiye kesiyordu. Ama daha da ilginci gözleri siyah bir kumaşla bağlıydı. Tamamıyla görmeden kusursuz şekilde kesiyordu, sadece duyusuna ve hislerine güvenerek yapıyordu. O gün sabahtan beri huzursuz hissediyordu, 6.hissi onu hiçbir zaman yanıltmamıştı. Tek güvendiği şey hisleriydi çünkü diğer tüm duyular ona göre aldatıcıydı. Aniden makinenin artık top atmadığını fark edince göz bandını çıkarıp kılıcını kınına koyarak makinenin yanına gitmişi. Ne kadar denerse denesin makineyi tekrar çalıştıramayınca kahyaya haber verme kararı almışı. Gidip havlu ile yüzünü nazikçe silip telefonunu almıştı ama çalışmadığını görünce içeri gitmesi gerektiğini düşünmüştü. Ama o an nedense gitmemesi gerektiğini düşünüp biraz oyalanmıştı ve sonra o şarkıyı duymuştu. Ayrıca tilki kulaklı, kendine Asty diyen küçük figürü görmüştü. Sonra olanlar meydanda olanlardan pek de farklı değildi. Asty onlara Büyük Olan'ın lütfu ve oyun ile ilgili şeyler anlatmış, statü penceresi ve ön elemelerden bahsedip ortadan kaybolmuştu. Zombilerin varlığına ilk başta inanmamıştı lakin ona saldırmaya çalışan bahçıvanı görene kadar. O zaman inkar etmenin anlamı olmadığına ikna olmuştu. Malikanede yavaş ve temkinli adımlarla dolanırken bir kez daha statü penceresine bakmaya karar verdi.
*********************
Kişisel Bilgiler Oyuncu: Alice Sandra Ceniloppet Yaş: 22 Boy: 1,73 Kilo: 46 Doğum Tarihi: 12.04.2000 Kan grubu: A+
Oyun Bilgileri Güç:8 Dayanıklılık:10 Çeviklik:14 Hız:12 Zeka:15 Mana:80 HP:150
Özel beceriler:-
Rol:-
Ünvan:-
*******************************
Ön elemelerin başlamasından bu yana bir kaç saat olmuştu ama dünya çoktan felakete sürüklenmişti bile. Sokaklar tam bir kaos ortamıydı. Zombiler ortalıkta dolanıp gördükleri her insana saldırıyor ya da boş dükkanlara girip çıkıp amaçsızca ortalıkta dolanıyorlardı. Arabalar aniden durmuş gibi yolun ortasındalardı ve bazıları birbirine çarpmış, alevler içinde yanıyordu. Kan, kopmuş uzuvlar ,organlar her yerde görülebiliyordu ki bu çok iğrençti. Cayle'nin de bir süre sonra midesi bulanmıştı. Ön elemelerin 24 saat süreceği söylenmesine rağmen bu zombilerin kaybolacağı anlamına gelmiyor olabilirdi ve ayrıca bu sadece ön eleme idi, daha fazla görev olacaktı. Bu da her şeyin eski haline dönmemesi demek olabilirdi. Dünya yıkılmış ve eski düzen yok olmuşsa bu marketlerin de çalışmayacağı anlamına geliyordu. Bu durumda yapması gereken en önemli şeylerden biri yemek ve su ihtiyacını halletmesiydi. Evdeki yiyeceğinin ne zamana kadar yeteceği belli değildi ve yiyecek bulma olasılığı da belli değildi. Bu 24 saatte yemek ve su ayrıca ihtiyacı olabilecek başka şeyleri de toplamak onun yapmaya karar verdiği şeydi. Ama ondan önce zombiler ile karşılaşırsa diye kendini savunacak silaha ihtiyacı vardı. Bir sopa veya bıçak, şahsen keskin büyük bir bıçağı tercih ederdi. Gözleri hızlıca sokağı taradı ama işe yarar bir yer bulamadı. Bulunduğu yerden sessizce ayrılarak bir sonraki sokağa yöneldi, olabildiğince dikkat çekmemeye çalışarak gezinirken bir kaç sokak sonra işe yarar bir dükkan buldu. Etrafında bir kaç zombi dolansa da kapısı açık olmadığı için içeri giremiyorlar gibi görünüyordu. 'İçeride zombiye dönüşen insanlar olabilir.' Bu olasılığı da unutmamak lazımdı. Kafasını olabildiğince hızlı çalıştırarak bir plan belirledi. Aynı zamanda gözleri kullanabileceği bir şeyler bulmak için etrafta dolanıyordu. Avucunun içi kadar büyüklükte olan bir kaç taş görünce hemen topladı. Bazen en iyi plan en basit olan plandır. Tüm gücü ile bir taşı kendisinden ve dükkandan olabildiğince uzaktaki bir arabanın üstüne doğru fırlattı. Taş arabaya çarptıktan sonra yüksek bir metala çarpma sesi duyuldu ama tüm zombilerin dikkatini çekmek için yeterli değildi. Bir kaç atış yaptıktan sonra sonunda tüm zombiler arabanın etrafına toplandı. Dükkanın önü boşalınca bulunduğu yerden ayrılarak kapıya yürüdü. Adımlarından nerdeyse hiç duyulmuyordu. Bir hayalet gibiydi o, yanından geçtiği insanlar bile bazen onu fark etmiyordu. Bunların hepsi küçüklükten kalan bir alışkanlıktı. Öyle sessiz yürüyordu ki hiç bir zombi ortalıkta dolanmasına rağmen şu ana kadar onu bulamamıştı. Dükkanın kapısını yavaşça açtı, neyse ki kilitli değildi. Kapıyı ardından kapatıp bir rafın önüne çömeldi. Bir kaç dakika orada kalıp herhangi bir ses gelmediğine emin olunca çömeldiği yerden kalktı. Raflar çeşit çeşit eşyalarla doluydu. Kırtasiye malzemeleri , kamp malzemeleri, spor eşyaları, hediyelik eşyalar... Her türden ıvır zıvırı bulmak mümkündü. Öncelikle kamp malzemelerinin bulunduğu yere gitti ve büyük bir dağcı çantası, iki tane orta boy sırt çantası aldı. Bu kadarı onun için şimdilik yeterdi, zaten daha fazla çantayı taşıyacak kadar güçlü değildi. Spor malzemeleri bölümden de tahta beysbol sopası bulduğunda hemen aldı. En azından artık zombilerle karşılarsa silahsız kalmayacaktı. Yarım saat boyunca dükkanı baştan sona aradıktan sonra bir kaç tane çakmak, köşeye yığılmış halde bulduğu bir kaç tane içi dolu küçük su şişesi , her ihtimale karşı yedek bir beysbol sopası, üç tane defter ve üç tane kalem, beş tane el feneri ve on tane pil, bir kaç tane maket bıçağı, takvim, makas, bant ve uzun bir halat aldı. Hepsini düzgünce çantaya doldurunca buradaki işi bitmişti. Büyük çantayı sırtına taktı, daha küçük olan iki çantayı da dağcı çantasının içine koymuştu. Şimdi gidip yemek sorununu halletmesi gerekiyordu. Lakin şimdi sırtında büyük bir çanta olduğu için eskisinden daha da dikkatli olması gerekiyordu. Yavaşça dükkandan ayrıldı.
*********************************
Ön elemelerin başlamasından beş saat sonra Cayle boş ve içi dolu bir market bulmuştu. Alabildiği kadar konserve, kuru bakliyat, bolca su, uzun süre saklanılabilecek ve bozulmayacak her şeyden bir miktar alıp çantalarını sıkıca doldurmuştu. Küçük bir kısmını da çikolatalar, bisküviler için ayırmıştı. Yemek sorunu da hallettiğine göre evine gidebilirdi artık. Halatın bir kısmını keserek sırt çantalarını dağcı çantası ile birbirine sıkıca bağladı. Düşmeyeceğine emin olduktan sonra dikkatlice sırtına taktı. Bu ağırlıktaki bir çantayı kaldıramayacağını düşünüyordu ama garip bir şekilde daha hafifti. 'Sanırım eskiden olduğumdan bir miktar daha güçlüyüm.' Statü penceresinde yazanlar yüzünden olabileceğini düşündü. Zira son bir kaç saatte daha güçlü ve daha hızlı olduğunu fark etti. Ayrıca normalde bu kadar uzun süre yürüdükten sonra yorulur ve hemen nefesi kesilirdi. Ama şimdi öyle bir sorun yoktu, eskisinden daha dayanıklı hissediyordu ama yine de sadece bir miktardı. Adımlarını marketin kapısına yöneltti. Herhangi bir zombi göremeyince tam marketten çıkacağı zaman dışarıdan bir çığlık duydu. Tiz sesinden anlaşıldığı üzere bir kadındı. Cayle belaya bulaşmak istemiyordu lakin kadının sesi yakından geliyordu ve dolayısıyla zombilerin dikkatini çekebilirdi. 'Yapacak bir şey yok sonsuza kadar burada kalamam. Eve dönmem gerekiyor.' Cayle her zaman mantığı ile düşünüp en kolay yolu seçen biriydi. Şimdi de en kolay yolu seçecekti: Evine dönmek. Bu kadını tehlikenin ortasında terk etmek anlamına gelse de Cayle'nin sorumluluk almasına gerek yoktu. En başta o tanımadığı bir insan için hayatını tehlikeye atacak biri değildi. Kapıyı açtı ve bir kaç adım attı. Her adımda etrafı dikkatlice kontrol ediyordu. Kapıdan anca beş metre uzaklaşmıştı ki kendisinden yaklaşık 500 metre uzakta sesin sahibi kadını gördü. 20 yaşlarının ortasında duran sıradan bir kadındı. Kahverengi saçları sanki bir savaştan çıkmış gibi darmadağındı. Siyah, dizlerinin hemen üstüne gelen bir etek ve üstüne yakalı, parlak kırmızı bir gömlek giyiyordu. Bazı yerlerinde yırtıklar vardı ve yer yer kanla lekelenmişti ve ayaklarında erkek spor ayakkabısı vardı. Titreyen elleri kalın bir ağaç dalı tutuyordu ve deli gibi önündeki zombilere doğru savuruyordu. Aniden kafasını çevirip Cayle'e baktı, sanki onun orada olduğunu biliyormuş gibi. Hızla arkasını döndü ve ona doğru koşmaya başladı. "Lütfen kurtar beni!!" 'Lanet olsun...!' Kadınla hızlıca koşuyordu ve yirminin üstünde duran kalabalık bir zombi sürüsü peşinden geliyordu. Cayle'nin kaçmaktan başka çaresi yoktu. Sırtındaki bu ağır yükle bu kadar zombi ile başa çıkamazdı ama yüklerini bırakma gibi bir seçeneği de yoktu. Dönüp hızla koşmaya başladı. Cayle'nin kaçtığını gören kadın telaş içinde bağırdı. "Yalvarırım kurtar beni, ne istersen yaparım! Lütfen!!" Kalpsiz biri gibi görünebilirdi, belki de zaten kalpsiz biriydi, Cayle'nin umurunda değildi. İnsanlar iki yüzlü varlıklardı ve kendi arzuları için başka insanları kullanmaktan çekinmezlerdi. Bu kadında belli ki Cayle'nin baştan beri burada olduğu biliyordu ve kendisini kurtarması için onu tehlikeye atıyordu. Cayle yaşamak için kendi gücüne bel bağlıyordu ve yaşamak için başka insanlara bel bağlayan insanlardan nefret ediyordu. En başından beri ne bu kadını ne de ön elemeler başladığından beri gördüğü diğer insanları kurtarmak gibi bir plânı yoktu. Sokağın sonunda sadece sağa doğru yol devam ediyordu. Bu yüzden oraya doğru koşup hızlıca saklanmaktan başka çaresi yoktu. Sonsuza kadar koşamazdı ve arkasındaki gürültü ile başka zombileri de çekebilirdi. Peşindeki kadın da zaten hâlâ bağırıp onu kurtarması için yalvarıyordu. 'Aptal böyle bağırarak daha fazla zombi çekecek!' Bir kaç kilometrelik koşudan sonra nihayet sokağın sonuna gelmişti. Vakit kaybetmeden köşeden dönüp sallanacak bir yer bulmak için bakınırken hiç istemediği bir manzara vardı. Önünde onlarca zombi boş yolda dolanıyordu. Sesleri duyduktan sonra kafalarını çevirip Cayle'e baktılar. "Siktir...!" Olabilecek en kötü senaryoydu bu. Gidecek başka yön yoktu ve her iki tarafta zombi doluydu. Köşeden dönen kadın Cayle ile aynı manzarayı gördükten sonra titremesi daha da kötüleşti. Gözlerinden çılgınca yaş akmaya ve "Öleceğiz! Öleceğiz!" diye sürekli mırıldanmaya başladı. Cayle içinden defalarca küfrediyordu. Beyni hızla her bir olasılığı değerlendirip bir plan yapmaya çalıştı ama buradan kurtulmak için yapması gereken sadece bir şey olduğu sonucuna varıyordu: Hepsini öldürmek. 'Yapacak bir şey yok.' Kadına dönüp en sert ses tonuyla onu uyardı. "Yoluma çıkma!" Kadın titredi ve hızla başını salladı. Titreyen bacakları ile kaldırıma yürüp vücudunu park edilmiş bir arabanın arkasına sakladı. "Haah..." Cayle derin bir iç çekişle zombilerden en uzak köşeye gidip çantasını yere koydu. Her eline de bir beysbol sopası alarak zombilerle karşılaşmak için hazırlandı. Önünde onlarca zombi duruyorken vücudunda herhangi bir titreme yoktu. Korku ya da panik de yoktu, zihni berrak ve sakindi. Sadece... Kalbinin derinlerinde yükselen bir heyecan duygusu vardı. Hayatında hiç hissetmediği kadar canlı hissediyordu. Gözleri soğukça kendine yaklaşan zombilerin üstünde gezindi. Sopasını kendisine atılan ilk zombinin kafasına salladı.
*********************************
Pene ve İç sesi:
Pene: Bebeğim zombilerin ortasında kaldı!! (° | ° |||)
İç ses: Onu oraya atan sendin. → _ →
Pene: Biliyorum ama yine de üzülüyorum. (Bolca gözyaşı) Annen sana köşeden tezahürat yapacak. / (ㄒ o ㄒ) / ~~ İç ses: Haaah... Neden bu salakla uğraşmak zorundayım.  ̄ へ  ̄
Pene: (Göz yaşları içinde) Bana salak demeyi kes!!
İç ses: Salak olmayı kestiğin zaman bende keserim.
Pene: Şurada iki sohbet ediyoruz. Hakaret etmeden duramıyorsun. Bu durumda bile nasıl endişelenmezsin?!!
İç ses: O ana karakter salak! 4.bölümde ölecek değil ya. ┐ ('´ ー `) ┌
Pene: Oh...Doğru, haklısın. Ehehe benim bebeğim hepsinin içinden geçer. Fuuu fuuu~ (≧ ▽ ≦)
İç ses: Bazen beni yoruyorsun.
Pene: Sen de beni yoruyorsun ama ben şikayet etmiyorum. ╮ (╯ ▽ ╰) ╭
İç ses: Her neyse. Seninle daha fazla uğraşamayacağım.  ̄ へ  ̄
Pene: Fuuu fuuu~ Görünüşe göre pes ediyorsun. (* • ̀ᴗ • ́ *)
İç ses: Bir defalık kazanmana izin veriyorum.
Pene: Hıhım~ Bir sonraki bölüm görüşmek üzere~ ლ (́ ≧ 皿 ≦ ‵ ლ)
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.