Yukarı Çık




21.2   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   22.1 


           
Bölüm 21.3

"Eh? Ne demek istiyorsun?"

"Şey, anlarsın ya, gizli dinleme yaparken duyduğum bilgi… Enoshima Junko'ya yapılan sorgu, kesinlikle son derece eksiksiz bir sorguydu; yalan makinesi testi ve kinezik (vücut dili) analiz vardı, önce böyle klişe şeylerle başladılar ve sonra sorgulamaktan biraz farklı olan 'beyin parmak izine' geçtiler. Ancak beyin parmak izinin farklı yönü şu ki yalan makinesi testine göre daha güvenilir bir dedektör olarak belirtilmiş… Nedeni ise, yalan söylüyor mu anlamak için direkt olarak beyin dalgalarını ölçmüşler… anladın mı?"  

"Pek değil… ama kulağa inanılmaz geliyor."

"Bu doğru! İnanılmaz!" Kamishiro-kun'un ağzının köşeleri yukarıya doğru seğirerek bir gülümseme oluşturdu. "Sadece bu değil, bunların hiçbiri bir uzman yokken mümkün olmazdı!"

"...Bir uzman mı?"

"Sorgu için, okul 'belli bir öğrenciyi' yardıma çağırmış. Tabii ki onun kim olduğunu bulamadım ama… sonunda farkına vardım. 'Beyin parmak izi' gibi bir şeyden yararlanmak, o alanda uzman biri yokken zor olurdu; bir kişiyle işbirliği yapmak zorundaydılar… Bu tekniği kendileri yapabilselerdi bir ortak bulmayı planlamak için sebepleri olmazdı. Yani diyorum ki bu okulda beynin karmaşıklıklarını iyi bilen biri var..."  

"Eh..?" Tam o anda, berbat bir düşünce gelip kafamda dolanmaya başladı. Bunun gerçek olmasını istemedim, o yüzden dikkatimi dağıtmak için hızlıca başka bir şey düşünmeye çalıştım.

Benimle hiçbir il-

"Onu tanıyorsun abla, o 'Süper Lise Seviyesi Nörolog' Matsuda Yasuke!"

Kulağımın arkasından gelen bir kısa devre olma sesi duydum, zihnim başarısız oldu.

"Geçenki 'ölüm uyarısı' ile birlikte, Enoshima Junko ve Matsuda Yasuke arasında bir bağlantı olduğu kesindir diye düşünmüştüm ancak… belki de Matsuda, Enoshima'nın zayıf noktasını biliyordu. Her neyse, ilişkili olmalarının arkasında bir neden olmalı, değil mi? Okul, Enoshima Junko'yu sorgulamayı çok kolayca bıraktı!" Işıl ışıl parlayan gözleri ile aralıksız konuşmaya devam etti, dediği her şeye katılma anlamında başımı salladım elimde olmadan.

O yaklaşık bir asır ve bir gün boyunca konuştuktan sonra, daha fazla enerjim kalmadığını düşünmeden edemedim. Yine de Kamishiro-kun konuşmaya devam etti. Onun mutlu ve konuşkan kişiliğinin aksine ben, -en iyimser deyişle- depresif görünüyordum.

"...Durum şu ki Matsuda Yasuke'nin 'son gizli parça' olabileceğini düşünmeden edemiyorum, anlarsın ya? Demek istediğim, Enoshima Junko takıntılı biçimde sen ve Matsuda arasındaki güzel ilişkiyi hedef almıyor mu sence de? Hey, benim fikrim buysa senin de düşüncene göre bağlantı bu değil midir?"

Gerçekten hiçbir şey düşünmüyorum, hiçbir şey bilmiyorum.

En başında konu nasıl Matsuda-kun'a geldi, onu bile bilmiyorum.

Bilmiyorum. Bilmiyorum. Bilmiyorum. Bilmiyorum. Bilmiyorum.

Bu bunaltıcı sebepler hakkında bir şey bilmiyorum, her şeyin arkasında bir sebep olması imkansız - defterime yazı yazmayı bıraktım.

Çünkü öz savunmam çalışmaya başlıyor.

Bir şey gelip benim dünyamı tehlikeye soktuğunda, o şeyi unutup geçersem daha mutlu olurum. Çünkü eğer unutursam onunla hiçbir ilgim olmadığı anlamına gelir ve bu dünyamı korur.

Böylece, hayatın sıkıntıları ve talihsizliklerinden yüzümü çevireceğim. Taşıdığım tüm güçle dünyamın peşinden koşacağım. Öz nefret ve suçluluk duygularını bir kenara attım ben. Çünkü gerçeklerden yüzümü çevireyim ya da çevirmeyeyim, her zaman onları unutacağım.

Ve bu yüzden, unuttuğum şeylerle hiçbir alakam yok -

Bu benim öz savunmam.

"...Evet, gerçekten bunu yakında çözeceğiz gibi hissediyorum."

Kamishiro-kun kendi kendine konuşmaya devam ettiğinde aniden fark ettim, masanın üstüne anlamsız şekiller çiziyordu.

"Diyebiliriz ki abla… Senin meselenin sonu da geliyor gibi duruyor. Ben onu çözdükten sonra, senin beni ödüllendirmek için hazırlanma zamanın gelecek. O mükemmel vücudu süsle. Şirin yüzünün aksine, geceleri gerçekten Aburenbou Shougun gibi olduğunu düşünmeyi seviyorum, öyle değil mi? Öyle mi? Kesinlikle öyle."
(aburenbou shougun, eski japon savaşçıları ile alakalı bir diziymiş. yani sanırım geceleri vahşi olursun demeye getiriyor.)

Tek taraflı konuşmasını bitirdikten sonra sandalyesinden kalktı ama bu daha çok sandalyenin üstünde yukarı aşağı zıplamış gibi göründü.

"Peki! İşte hedefe ulaşıyoruz!" Cesaret verici bir nidadan sonra arkasını döndü. "Eminim abla, bir sonraki buluşmamızda, bu vakayı çözmüş olacağım!"

Elini sallarken Kamishiro-kun masadan ayrıldı. Ancak sadece birkaç adım attıktan sonra durdu.

"Oh, doğru, doğru." Bana bir şey unuttuğunu anlatan bir ifade ile arkasına baktı. "Öylece hiçbir şey yapmadan durmak istemiyorsan Matsuda Yasuke'nin küçük sorununu araştırabilirsin. Aslında ne kadar araştırsan da fark etmez, öldürülecek falan değil ama… her ihtimale karşı belirtmek iyi olur diye düşündüm. Hala Matsuda Yasuke ile Enoshima Junko'nun ne tür bir gizli bağı var bilmiyorum fakat dikkatli olmak daha iyidir." 

Gizli bağ mı?

Enoshima-san ve Matsuda-kun'un gizli bir bağı mı var?

Bu da ne?

Bu da ne? Bu da ne? Bu da ne? Bu da ne? Bu da ne? Bu da ne? Bu da ne? 

Bir anksiyete dalgası tarafından saldırıya uğramıştım; göğsüm acı içinde sıkıştı, her şeyden korktuğumu hissettim, tükenmiştim işte. 

"...Hey neyse, dönüm noktasına ulaşma zamanı geldi, hazırlanmalısın abla, her şey olabilir."

Kamishiro-kun uyarısını bitirdi ve döndü, bu sefer okul kafeteryasının kalabalığının içinde bir hayalet gibi kayboldu. 

Böylece okul kafeteryasında yalnız bırakılmıştım. Hala tükenmiş hissediyordum, şimdilik sadece birçok derin nefes almaya odaklanma kararı verdim. Bunun bir sebebi yoktu. Zamanı geciktiriyordum öylece. Gizemi çözmenin zamanını. Zaman sabit akışına acımasızca devam ediyordu. Bu yüzden şu anki zamanı, derin nefesler almakla geçirdim.

Ve unuttum.

Her şeyi unuttum, eksiksizce.

Kısa süre içinde, niye böyle derin nefesler aldığımı da unuttum, ne garip.

"Eh, neyse!"

Daha fazla unutabileceğim bir şey kalmamıştı. O andan itibaren canlı, neşeli ve iyimserlik ile doluydum. Ardıma çok bakmadan geleceğe doğru yürüdüm, umutla dolu biçimde. Masanın üstünden defterimi aldım, büyük bir hızla sandalyemden kalktım ve-

"…Ha?"

Başım dönüyor gibi hissettim - ya da belki biraz farklı bir şeydi.

Hemen elimle masaya tutundum.

Öncesinde baktığım yere baktım, defterimdeki kelimeler sayfanın etrafında dans ederek şekillerini bozuyordu. O anda; ürperdim ve bir böcek sürüsü sırtıma tırmanıyor gibi hissettim, dizlerim büküldü, kısaca neler olduğunu düşündüm ve az sonra yine sandalyeye oturmuş olduğumu fark ettim.

Kafamın içi metalik gri bir renkle kirletilmişti, zihnim bütünüyle boştu.

Yorgunum.

Göz kapaklarım ağırlaştı ve yüzüm serbest kaldı, çevremi kuşatan dünya hızlıca kayboluyordu. Etrafımdaki meşgul, gürültü öğrenciler solup gidiyordu; beni çevreleyen insan şekilleri eriyip birleşiyordu.

Sanki zehirlenmiş veya hipnotize olmuştum, parmağımı bile oynatamadım.

O katıksız durgunlukta, aniden bir ses duydum.

"Upupu."

Ne hayırsız bir gülüş bu.

Yabancıydı ama yine de çok tanıdık geliyordu kulağa.

"O da ne? Beni gerçekten hatırladın mı? Sevindim! Sana bir şeyleri unutturan berbat alışkanlığına rağmen beni yine de hatırladın… Bu doğru, ben 'Süper Lise Seviyesi Keder'. Uzun zaman oldu, upupupu."

Neden hatırlayabiliyorum?

Neden onu hatırladım?

Bütün bunlara rağmen, birini hatırladım. Önce bu ses bana bir şey söyledi.

Hadi tekrar buluşalım! O zaman seni düzgünce öldüreceğim!

Ansızın yukarı bakmaya başladım, gözlerimin önünde, üstümde dev bir gölge duruyordu. Gölgenin tanıdık bir yüzü vardı. Ama bu yüzle ilgili bir anı hatırlayamıyordum. Bu tanıdık yüz bana yoğun biçimde bakıyordu, derimin ötesini görmeye çalışıyordu sanki. İrisleri, karanlığın ta kendisi tarafından boyanmıştı. Sanki gözleri, kederin içindeyken bile kederleniyordu. Bu gözlere dikkatlice bakarken aklıma beklenmeyen bir düşünce geldi.

Ah, yani bu gözler tarafından öldürüleceğim. 

"Hmmm. Malesef seni şimdi de öldüremem." Düşüncelerime cevap verir gibi fısıldadı. "Bir kez daha, seni durumlardan dolayı öldüremiyorum. Daha yeteri kadar keder tatmadığından dolayı. Çok daha keder verici bir kederi tatman gerek, anlarsın ya!"

Birdenbire, beni çevreleyen tüm ışıklar yok oldu. Aynı anda, göz kapaklarımın kapalı olduğunu fark ettim. Görünüşe göre, gölge yüzümü tamamen kaplamıştı.

"Ama bu kederi tatmak istemiyorum diyorsan... bu savaş demektir. Kederle savaşmazsan bir daha asla umudu hissetmeyeceksin."

Bunlar duyduğum son sözlerdi.

Sonra bu sesler, sedalar, hepsi kayboldu. Uyuşukluk bedenimi ele geçirince tüm sezilerim çalışmayı bıraktı. Tamamıyla durgundum, bilincimi yitirdim.

Sessizce yitirdim.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


21.2   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   22.1