Marcho oturduğu yerde duyduklarını sindirmeye çabalıyordu. “Gelen habere göre hala hayattalar ama Walha sen gelmezsen onları vermeyeceğini söyledi patron. Durum nasıl bu hale geldi bilmiyorum ama…” “Juspep nasıl böyle bir hata yapar. En çok o Walha konusunda dikkatli olmalıydı.” Sallin onu onaylayarak başını sallamıştı. “Bir şey oraya gitmelerine sebep olmuş olmalı. Yanında sadece Sounder varmış. Adamların kalanını mezarlıktan geri göndermiş en yakın ofise.” Marcho anlını ovuşturuyordu. “Ne olduğunu net açıkladılar mı?” Marcho birkaç saat önce hastaneden çıkmış ve eve bile uğrayamadan ofise geçmişti. Walha ona bir elçi göndermişti. Önemli olduğu için hemen gitmişlerdi. Walha yıllar sonra bir adamını ona göndermişti. “Çağır şu adamı konuşalım.” Demişti. Ofisine gelen kişi ne silaha sahipti ne de bir çakıya… Elinde bir telefonla gelmişti buraya. “Patronum Walha sizlere çok saygılarını iletti ve onun adına burada bulunuyorum.” Demişti. Marcho ona bakıp kaşlarını çatmıştı. “Esas ne için buradasın onu anlat.” Demişti. Adam oturmuş ve sigara yakmıştı. “Dün öğleden sonra bölgemize adamlarınızdan birisi geldi ve bölge ofis liderlerimizden birisini yaraladı. Haklı olarak onlara el koymak zorunda kaldık. Açıkçası patronum size duyduğu saygı gereği çıkışlarına izin verecek ve sadece tetiği çeken kadını alacaktı ama işlerin başka boyutu daha olduğunu söyledi ve onu aramanız için telefon gönderdi.” Demiş ve elindeki telefonu uzatmıştı. Sallin kalkıp telefonu almış ev Marcho’ya vermişti. Telefonun tuş kilidi açık ve tek bir numara kayıtlıydı. Telefon çaldıktan hemen sonra açılmış ve çığırtkan bir ses duyulmuştu. “Kardeşim Marcho!” diye bağıran ses neşeli ve gıcık ediciydi. “Beni bu kadar merak ettiğini bilmiyordum.” Demişti. Marcho sinirden iç çekmişti. “Adamlarımı bırakmak için ne istiyorsun?” Kesin ve net konuşmak istiyordu ama Walha ile bunu konuşmak çok zordu. “Açıkçası başta biraz kan parası isteyecektim ama adamlarının bana ihanet eden bir adamı görmeye gelmesi ve ellerinde baya bilgi olması canımı sıktı. Hala beni mi kontrol ediyorsun ha?” Marcho anlamamıştı. Ne hakkında konuştuğunu anlamak için adama bakmış. Adam onunla pek ilgilenmiyor ve etrafı inceliyordu. Elindeki sigaranın külünü yere çırpıyordu. “Ne hakkında konuştuğunu anlamıyorum.” Demiş ve cevap olarak büyük bir kahkaha almış ve sonra ciddileşmiş bir sesle irkilmişti. “Hain her zaman haindir. İkimizin de tek ortak ilkesi bu kaldı sanıyordum. Gerçek bir yılan gibi adamlarım arasına bir casus yerleştirip senelerce onu beni izletmişsin. Ne yazık ki bilgiler sana ulaşamayacak. Ya da sizden birine. Bu bilgileri okumuş olan adamlarını hatta Juspep’i öldürmek istiyorum. Daha doğrusu istiyordum.” Demiş ve sesi tekrar sakinleşmişti. Yumuşamıştı. “Şu mavi gözlü kız, adı neydi?” demiş ve arkadan birisi ismi söyleyince tekrarlayarak devam etmişti. “Undera Sonoom, bana dedi ki bir yanlış anlaşılma varmış. Birisi bu durumu düzeltmek için onları senden habersiz oraya göndermiş. İşin garip yanı buna inanmak istemedim. Ama anlaşılan bir şey senin de gözünü açmış. Gel ve konuşalım. Onlara zarar vermeyeceğim. Konuşacağım ve eğer anlaşırsak el sıkışırız.” Demişti. Marcho artık az çok neler olduğunu kavramıştı. Sakinleşmeye ve düşünmeye ihtiyacı vardı. Sallin bunu yeterince sağlamıştı. “Akşam eski mahalledeki evde olacağım. Seninle orada görüşelim. Adamlarım silahlı girecek bölgene. Sana bir gram güvenim yok.” Demiş ve telefonu kapatmıştı Marcho. Telefonu adama uzatmıştı. Adam izmariti yere atıp ayağıyla ezmiş ve uzanıp telefonu almıştı. Sallin onun yerdeki izmaritine ve sırıtan yüzüne bakıyordu. “Siz yılanlar böyle parlak eşyalarla dolu lüks ofislerde kalmaktan gözünüz kamaşmıyor mu?” demişti. Sallin adama sinir olmuştu. Onun görgüsüz davranışları ile Marcho’yu aşağılamaya çabalaması daha çok sinirini bozuyordu. “Zamanında bunun gibi hatta bundan daha lüks bir ofisi vardı Walha’nın. Ona gidip sor.” Demişti Marcho ayağa kalkarken. Sallin’e dönmüştü. “Onu köprüye kadar götürün ve bırakın.” Diye emir vermişti. Bu küçük kargaşa illaki yukarıya yansımış ve çoktan birileri haber uçurmuş olmalı diye düşünmüştü Marcho. Onları oyalaması gerekecekti. Neler olduğunu öğrenmek için zaman ihtiyacı vardı. Bir süredir isimsiz kişi onunla iletişim kurmamıştı. Soruları vardı ve arama bekliyordu. Bu soruları cevaplayabileceğine inanıyordu. “İnsan hata yapar ve bunu görmek için hatasını kabul etmeli Bay Kammes. Geçmişteki hatanızı kabul edin.” Ondan aldığı son mesaj kız arkadaşı hakkında gerçeği izleyip kalp krizi geçirmeden önceydi. Bu sözleri düşünürken bir şeyin cevabını bulmak için Walha ile yıllar sonra buluşması gerektiğini anlamıştı. Walha ile büyük bir kavga etmişti ve bir daha görüşmemişlerdi. Marcho o günden sonra onun ne adını anmış ne de yaptıklarını umursamıştı. “Bir kere mezar kazmaya başlarsan o çamur senin de ayağına, eline ve yüzüne bulaşır. Sende o mezarın bir parçası olursun.” Sözle irkilmişti. Sallin odaya girip ona bunu söylemişti. Marcho ona bakıp kalmıştı. “Undera Sonoom’un verdiği USB’de yer alan bir dosyada yazıyordu. Ve Walha’nın dediği o şeyi hatırlayınca…” Marcho birden onu susturmuştu. “Tesadüf olduğunu var say ve beni daha fazla germe Sallin. Akşam için hazırlanın. Çok zamanımız yok.” Demişti. Koltuğa oturmuştu. Walha’nın söz ettiği bilgi toplama ve hain mevzusunu düşünüyordu. Sallin o uyandığında onunla konuşmuş ve Undera’nın mesajını iletmişti. ‘Hakkımızda her şeyi biliyor. Elimizdeki kartları biliyor’ su geçirmez bir gerçekti bu. Walha ile olan büyük kavganın en temelini biliyor olmasından şüphe ediyordu. Durumu bilen kişi sayısı parmakla sayılacak kadar azdı ve Walha’nın isyan sebebi çok farklı lanse edilmişti. Akşama kadar geçen süre belki de yaz ayının en uzun zamanıydı. Yazın sonu olmasına rağmen boğucu akşam sıcağında eski mahalle denilen yere varmıştı Marcho. Bu mahalle Marcho için önemliydi. Doğup büyüdüğü bu yere yıllar sonra tekrar gelmek biraz canını sıkmıştı. Geliş amacı ise daha can sıkıcıydı. “Merhaba Bay Kammes.” Demişti kel adam gülümseyerek evin kapısını açarken. Marcho ona bakıp yüzünü buruşturmuştu. “Walha içerde mi?” demişti. Sallin dışında, herkes arabaların yanında ve bahçede toplanmıştı. “İçeride. Misafirlerimizde öyle.” Demişti. İçeriyi aydınlatan ampul beyaz bir ışık saçıyordu. Lucan, Sallin ve Marcho’yu görünce sevinmişti. En az hasar alan kişi olmanın keyfini bile sürememişti. “Kardeşim!” diye kollarını iki yana açıp ayağa kalkmıştı Walha. Marcho ise ona ifadesizce bakıp kenarda elleri bağlı oturan adamlarına bakmıştı. Üçü oradaydı. Sallin ise Undera’nın nerede olduğu konusunda endişeliydi. “Kız için endişelenmeyin. Biraz hırçındı bende onu arkadaki odada bulunan demir boruya kelepçeledim. En son elimi ısırmaya kalkıştı. Kuduz köpek gibi…” demiş ve sargılı elini göstermişti. Marcho onun eline bakmış ve tahta sandalyeyi çekip oturmuştu. “Neler olduğunu şimdi anlat.” Walha onun karşısına oturmuştu. Gülümseyerek Marcho’ya bakmaya başlamıştı. Marcho ondan çok rahatsız oluyordu. “Neler olduğunu anlat.” Demişti. Walha gülümsemesini yüzünden silmişti. “Olan şeyi bende senden dinlemek istiyorum. Ne zamandır beni takip etmesi için o adama ödeme yapıyorsun ha?” demişti. Marcho şaşırmıştı. Ne dediğini anlamak için konuyu derinleştiren kişi olması gerekiyordu. “Seni takip falan ettirdiğim yok. Neler olduğu hakkında bilgi almak ve adamlarımı teslim almak için geldim.” Walha bunu duyunca ona masanın altındaki çantayı çıkarıp göstermişti. Masaya koyduğu çantayı açıp ona çevirmişti. “Bunu açıkla o zaman? Neden beni araştırmalarını istedin. Hem beni kovdun hem de izimi mi sürdün?” Marcho duydukları karşısında tepki veremiyordu. Çantada Walha ve çetesi hakkında çok fazla belge vardı. Ne diyeceğini bilememişti. Bunları toplamasını kimseden istememişti ama belgelere bakmaktan kendini alamıyordu. “Bu ne oluyor?” arkada oturan ve elleri bağlı olan Juspep’e doğru dönmüştü. Juspep hırpalanmıştı biraz. Oturduğu yerden onlara bakıp iç çekmişti. “Undera Sonoom’u buraya gönderdi. Mezarlıktaydık ve sonra telefon geldi. Ona gitmesi gerektiğini söyledi. Bu belgeleri toplatan kişinin Bayan Sonoom olduğunu söyledik. Luna Sonoom ama ikna olmak için sizinle konuşmayı kafasına taktı.” Demiş ve Walha’ya bakmıştı. Sallin Juspep’in yanına gelip ellerini bağladıkları ipi çıkardığı çakı ile kesmişti. Ayaklarını bile bağlamış olmalarına sinirlenmişti. “Ne yaşanmış olursa olsun Juspep senin abin sayılır Walha. Ona bu kadar saygısız davranacak kadar aşağılık olma.” Demişti. Arkadaşını ayağa kaldırmıştı. Walha yüzünü asmıştı. “Yine boş boş konuşuyorsun Sallin. Sesin kulaklarımı tırmalıyor. Benim bölgemde bana karşı daha nazik olmalısın.” Demişti. Sallin ona dönüp kaşlarını çatmıştı. “Kibrin yüzünden hala hata yapıyorsun. Marcho’nun seni izletmeye ihtiyacı yok. O tasmasız itleri çöplüğe terke diyor diyen sendin. Şimdi ilgi görmek için bu oyunu uzatıp duruyorsun.” Walha bunu duyunca sandalyeden kalkmıştı. “Kaşınıyorsun. Juspep’e karşı kendini hep borçlu hissettiğin için şimdi burada dikilmiş konuştuğunu bu odada olan herkes biliyor. Senin gibi korkak adamlar ancak boş laflarla etrafta bağırıp durur.” Sallin buna karşılık verecekken Marcho sinirle yumruğunu tahta masaya vurmuştu. “Yeter! Birbirinizle çocuk gibi kavga mı edeceksiniz? Yoksa burada neler olduğunu mu anlatacaksınız?” demişti. Bir an için hepsi geçmişteki o anıya takılıp kalmıştı. Her zaman bir arada oldukları ve büyük abileri Marcho’nun onları bu laf dalaşlarından ayırıp yemeğe gittikleri an. Walha birden sakinleşmiş ve kenarda duran sandalyeyi göstermişti. Sallin oraya Juspep’i oturtmuştu. “Luna Sonoom ve Undera Sonoom’un bir abisi varmış. O Walha için çalışıyormuş. Ufak işler yapan bir adam ama baya bilgi toplayacak kadar örgütün içinde.” Juspep kel adamın gösterdiği fotoğrafı işaret etmişti. “Evet o! Şu isimsiz kişi aradı ve onunla konuşmamız gerektiğini söyledi. Son zamanlarda olan şeylerden sonra bir çözüm olacağını söylemişti. Undera gitmek isteyince rahatsızlık vermemek için küçük bir ekip olarak gittik. Sounder, Lucan, Undera ve ben.” Walha ona bakarken kel adamı öne çıkmıştı. “Onlarla tesadüfen karşılaştık. Ben yukarı çıktım. Çoktan onun hain olduğunu öğrenmiştik. Sonra silah sesi duyduk. Adamımızı vurup kaçtınız.” Walha adamına dönmüştü. Adam kafasını eğip susmuştu. “Silah çekildi ve o anda kendimizi korumak istedik. Undera sinirlerini kontrol edemeyip adamı vurdu. Ama karnından ve bacağından vurduğunu gördüm. Öldürmek amacı yoktu. Evrak çantasını size veremezdik. Onda her ne varsa bir yanlış anlaşılmayı giderecekti. Arabada gelmeye çabalarken bir telefon daha geldi ve bu belgelerin bir yanlış anlaşılmayı çözeceği söylendi.” Marcho çantaya bakıp kaşlarını çatmıştı. Walha ise çantayı hızla kapatmıştı. “Bunu size vermeyeceğim.” Demişti. Marcho iç çekmişti. “Çanta umurumda değil. Sana kan parası vereceğim. Ve hasarları karşılayacağım. Bir daha da yüz yüze gelmeyeceğiz. Aynısı tekrarlanırsa kimseyi almak için gelmem.” Demişti. Walha bir süre ona bakıp gözlerini devirmişti. “Pahalıya patlayacak. Ödeyebilecek misin? Efendilerinin şu aralar senden hazzetmediğini ve musluğu kıstıklarını biliyorum. Ödeyene kadar rehin olacaklar.” Demişti. Sallin bunun üzerine çıkışmak için bir adım atmış ama Marcho ondan önce davranmıştı. “Öfken ve nefretin bana. Kız ve şu genç çocuk benim adamım bile değil. Sadece bir işte ayağıma dolanan siviller. Pep seni kardeşi sayardı. Neden bu kadar aşağılık davranıyorsun ha?” “Çünkü sen bir Beyaz Yılansın. Sözüne güvenecek kadar da aptal değilim ben.” Diye susturmuştu Walha onu. “Ayrıca o kızın soy adı Sonoom. Bana ihanet eden adamımın kanından. Madem senin adamın değil o zaman onu anlaşmaya hiç dahil etme.” Marcho’nun sınırlarını zorlamak istiyordu. “Bay Kammes…” Lucan olduğu yerden kıpırdanmış ama Sounder onu dürtüp susturmuştu. “O benim adamım değil ama damgalı bir örgüt üyesi. Onu burada bırakacak değilim.” Walha alaycı şekilde gülmüş ve sızlayan kulağına elini götürmüştü. “Ne zamandır bu kadar çok örgütün üyelerini düşünür oldun ha? Eskiden olsa arkanı dönüp giderdin. Pep’in dizini parçaladıklarında bunu yaptın. Kulağımı kesip aldıklarında bunu yaptın. Şimdi seni durduran şey ne? Ah… Anladım! O kızın bildikleri ile tependeki efendilerine yaranmak için hevesini görebiliyorum.” Marcho onun yüzüne bakıp kalmıştı. Diyeceklerini biliyordu ama dudakları mühürlüydü sanki. Ağzını oynatamıyordu. “Birini öldürmeyi çok isteyip ona dokunamamak böyle hissettiriyor değil mi? Kalp krizi geçirdiğini duyduğumda mümkün olmadığını düşündüm. Sonra aklıma bir gerçeği öğrendiğin geldi.” Marcho oturduğu yerden fırlamış masanın üstünden onun göleğinin iki yakasını kavramıştı. “Sen… bunu nereden biliyorsun?” Walha sakindi. Gerilen adamlarına durmasını işaret etmişti. “Marcho abi. Ne sana ne kardeşlerime ihanet ettim ben. Bildiğim gerçekleri tahmin bile edemezsin. Ama ne kadar çok şey bilirsen o kadar pisliğe batıyorsun. Sana söylemeye çalıştığımda önce kulağımı, sonra itibarımı çekip aldılar.” Marcho’nun elleri gevşemişti. “Yine yapıyorsun. Bir şeyi kendi çıkarın için kullanıyorsun.” Walha gülümsemesini yüzünden silmişti. “Sana hiç ihanet etmedim. Buna defalarca yemin ettim ama inanmak istemiyorsun. Sana bunu ne kanıtlayacak? Bu çantada olanlar mı? Al!” demişti çantayı gösterip. Marcho sakinliğini tekrar kazanmaya başlamıştı. “Geçmişi deşmeyeceğim. Adamlarımı ver kan paran ve hasar bedelini göndereceğim. Sonra defolup gideriz. Daha fazla konuşmayacağım.” Walha bir süre öylece durmuştu. İç çekip ellerini havaya doğru kaldırmıştı. “Bir an için düşündüm ki olur. Ama değişen bir şey yok. Onları alabilirsin. Bir şey istemiyorum.” Demişti. Juspep kaşları çatık başı öne eğik duruyordu. Marcho geri yerine oturmuştu. Sallin ise yerdeki iki adamı çözmüştü. Undera’nın nerede olduğunu sorduğunda Walha içerideki odayı göstermişti. Sallin odaya girince yerde oturan Undera ile göz göze gelmişti. Saçlarının yarısı beyazdı. Yüzünde bir kızarıklık vardı. Bir kolu demir boruya kelepçelenmişti. Öylece oturuyordu. Kel adam içeri girmişti onunla. Sallin’e anahtarları vermişti. Lucan’da içeri doğru girmişti. “Undera iyi misin?” demişti. Undera sinirli duruyordu. Kaşları çatılmış gözleri gölgelenmişti. Dikilenlere bakıyordu. “Elimi çözün!” demişti. Walha onun yüzünü kısa süreliğine görmüştü. Gözleri ona bakarken ürperiyordu. Undera eli çözülünce hepsini yarıp dışarı çıkmıştı. Marcho’nun yanından geçip Walha’nın yakasını yakalamıştı. Walha gerilen adamlarına elini kaldırıp sakin olmalarını söylemişti. “Kim o ha?” demişti. Walha kaşlarını kaldırıp dudaklarını büzmüştü. Undera onun yüzüne yüzünü yaklaştırmıştı. “Seni konuşurken duydum. Sana bu belgeleri kimden aldığımı, ya da ne için orada olduğumu söylemedim. Onunla iş birliği yapıyorsun değil mi?” demişti. Walha gülümsemişti. “Kimden söz ettiğini bilmiyorum kaçık kadın seni. Üstümden çekil.” Demiş ve onu silkeleyip ayağa kalkmıştı. Marcho ayağa kalkmıştı. “Ona sen söylemedin mi?” dedi. Undera başını sallamıştı. Bizi bir yere götürdüler. O sırada birisi ile konuştu ve sonra sizi aradı. O ara kimle konuştuysa benim neden orada olduğumu bilen o kişi ile konuştu. Onu tanıyor gibi konuşuyordu. İsimsiz o kişi ile iş birliği yapıyorsun. Bana kim olduğunu söyle.” Demişti. Walha gülümsemişti. “Deli kadını alabilirsin. Şimdi gidin. Çantayı da al. Bir gün otobiyografi yazmak istersem o zaman geri isterim.” Demişti. Sallin çantayı almıştı. Arabaya binmek için hepsi çıktığında Marcho yaralanmış olan Juspep’in onunla aynı arabaya binmesini söylemişti. Walha sanki bir misafirlikten sonra onları uğurluyor gibi el sallamıştı arkalarından. Marcho Juspep’in sigarasını yakıp ona bakmıştı. “Walha ile Undera birbirine girdiği sırada aralarına girdim. O ara arbedede düşünce biraz şey oldu. Endişelenmene gerek yok.” Demişti. Sallin ona bakmak için arkaya doğru dönmüştü. “Sana kaba davrandı mı?” dedi. Walha eskiden onların çok yakın dostuydu. Şimdi ise düşmanları sayılırdı. “Hayır. O sorun çıkaran birisi değil. Marcho biliyorsun ki hala çok fazla soru işareti var.” Marcho sinirle burnundan solumuştu. “Walha hakkında konuşmayı bırak artık.” Demişti. Juspep ise bir bağlantıyı fark etmişti. Sallin ise onun sıkkın ifadesinden bir şey demek istediğinin farkındaydı. “İçinde tutma söyle.” Demişti Marcho’da durumu hissedince. “Ona Undera bir şey söylemedi. Hatta ona soru sorup kimle konuştuğunu ve nasıl orada olduğunu bilmek istediğinde sinirlendi. Elinin tersi ile ona vurmak istediğinde Undera onun elini yakalayıp sertçe ısırmıştı. O ara Yun diye bağırdı ve bu ismi ikinci defa duydum. O isimsiz kişide Undera’ya Yun diye birisinden söz etmişti. Undera ondan sonra daha çok sinirlenip onun üstüne atladı.” Sallin bunu duyunca şaşırmıştı. “Yun kim?” “Lucan’a sordum. Undera’nın ikiz erkek kardeşiymiş. Çok küçükken ölmüş. Ama bu ismi Walha nerden biliyor ve niye bir an refleks olarak söyledi anlamadım. Patron bir şeyler eksik geliyor. Nasıl desem sanki karşımızda maskeleri olan insanlar var ve her şey karma karışık.” Marcho bunu duyunca başını sallamıştı. “Yun Sonoom, bunu araştırın. Madem kafanda çok soru işareti var onu bi soruştur bakalım Juspep.” Demişti. Marcho’yu evine bırakmışlardı. Sallin Juspep’i kaldığı pansiyona götürmek için kendi arabasını getirtmişti. “Ben kendim giderdim.” Juspep bunu söylediğinde Sallin ona arabaya binmesini söylemişti. “Eve gidesim yok. Dünden beri uğramadım ve dırdır edip başımı şişirmelerini ne kadar geciktirirsem o kadar iyi.” Demişti. Pansiyona varmışlardı. Juspep gösterişten uzak bir adamdı. Kaldığı orta sınıf bir pansiyondu. Kendine bir ev bile almamıştı. Çoğu zaman ofise yakın bu pansiyonda kalırdı. Bazı günler büyükannesine giderdi. “Aç mısın? Yemek söyleyelim.” Sallin bunu sorduğunda Juspep başını olur anlamında sallamıştı. “Bay Juspep!” pansiyondan sorumlu olan kız onun yolunu kesmişti. “Bize yiyecek bir şeyler getirir misin?” demişti. Kız başını sallamış ve ona bir kutu vermişti. “Dün size geldi.” Demişti. Juspep ondan kutuyu almıştı. “Parayı teslim ettin mi?” dedi. Kız ona bir kağıt uzatmıştı. “Evet Bay Juspep. Size hemen yemek gönderiyorum.” Demişti. Juspep sol dizindeki platine rağmen merdivenleri tercih etmişti. Sallin onun elindeki kutuyu almıştı. “Minik kuşların mı?” demişti. Juspep gerçek anlamda çok sağlam bir istihbarat ağına sahipti. Ona çalışan kişiler tahmin bile edilemezdi. Herkesi tanırdı. Şehirde olan çoğu şeyi bilirdi. İstihbarat sağlayan kişilerin kim olduğunu Marcho bile bilmezdi. “Evet, Undera Sonoom’u duyduğum anda hakkında bilgi toplamak istedim. Kimseye güvenmeyecek kadar yaşlıyım.” Demişti. İlk kattaydı odası. Odasına gidip kapıyı açmıştı. İçeri girdiğinde Sallin onun düzen hastası olduğunu tekrar hatırlamıştı. Her şey nizamiydi. Temiz ve ferah odaya girip koltuğa oturmuştu. “Gerçekten neden eve gitmedin?” demişti Juspep kirli ceketini çıkarıp kenarı koyarken. Sallin etrafa bakıyordu. “Halini beğenmedim çünkü. Walha ile karşılaşmış olman beni endişelendiriyor.” “Endişelenmene gerek yok. Her şey çok eskide kaldı.” Sallin ona bakıyordu. “Emin misin?” Juspep kemerini söküp sarmış ve yatağa koymuştu. “Yıkanıp geleceğim. Yemek gelmeden çıkarım.” Demişti. Sallin onun kaçmak istediğini biliyordu ama Juspep için endişeliydi. Onu tek başına bırakmak istemiyordu. Sadece o değil Marcho ona Juspep’in iyi olduğundan emin olmasını söylemişti. Düzenli oda çok iç sıkıcıydı. Sallin kutuya bakıp zaman geçirmek istemişti. Ama Juspep eşyalarına ondan izinsiz dokunulmasına çok sert tepki veriyordu. Yemek geldiğinde Juspep çoktan saçlarını kurutmaya başlamıştı bile. Sallin yemek getiren adam bahşiş verip onu hemen göndermişti. Sabahtan beri bir şeyler yememişti ve bu garip pansiyondaki yemek ona çok lezzetli görünüyordu. Juspep o yemeğine başladığı sırada geri gelmişti. Hemen oturmamıştı. Etrafa bakınmış ve şifonyerin üst çekmecesine silahını yerleştirip saatini koyup oturmuştu. “Rutinlerin çok tuhaf.” Demişti. Juspep gülümsemişti. “Ninem silahı ortada bırakırsam alıp beni vurmaya kalkışmıştı.” Gülümseyip oturmuştu. Gece hava sıcaktı ve pencereler açık klima çalışıyordu. Yemeklerini yerken Juspep küçük televizyonu açmış ekrana bakıyordu. “Ne kadar zamandır burada kalıyorsun?” demişti. Juspep sık sık yer değiştirirdi. Bu değişiklik bir rutine sahipti. “Dört ay oldu. Neden?” Sallin etrafa bakıyordu. İç çekmişti. “Marcho’nun sana verdiği evde Walha yüzünden mi kalmıyorsun?” Sallin birden bunu sorunca Juspep lokmasını çiğnemeyi bırakmıştı. Gözleri ekrana sabitlenmişti. Cevap vermeyeceğini biliyordu Sallin ama denemek istemişti. “Göçebe gibi yaşamak işleri zorlaştırır. Seni bir yere yerleştirsek ve…” “Ben iyiyim.” Demişti. Altı senedir bu şekilde yaşıyordu. Sürekli bir yerlerde birkaç ay kalıp sonra başka bir yere geçiyordu. Büyükannesi ile yıl boyunca bir ay kadar kalırdı. Anne ve babasının ölüm yıldönümleri yakınken giderdi. Sonrasında bir ay kalıp ayrılırdı. “Güvenlik için. Son zamanlarda ortalık gergin. Bu süre içinde en azından bende kalabilirsin. Boş odamız var.” Juspep ona bakıp gözlerini devirmişti. “Gerek yok dedim. Çocuk değilim ben. Senden bile büyük sayılırım. Yemeğini yiyip gitsen iyi olur. Çocuklar seni özlemiştir. Onlarla ilgilen benim başımda dikileceğine. Çok kötü bir babasın.” Demişti. Sallin onun kabalaşmaktan kaçındığını bu yüzden sınırlarını zorlamayacağı anın geldiğini anlamıştı. “O zaman şu kutuyu açta beraber bakınalım.” Demişti. Juspep kaşlarını kaldırmıştı. “Sonra…” demişti. Televizyonun sesini açmak için kumandaya uzandığında dizindeki sancıyla duraksamıştı. Ağrı kesicilerini almış olmasına rağmen bir ağrı vardı ve bu ağrının sebebini çok iyi biliyordu. “Altı sene olmasına rağmen neden bir yer bu kadar ağrı verir?” demişti. Sallin onun dizini tuttuğunu görmüştü. Şortunun altında ameliyat izleri belli oluyordu. Onlarca dikiş vardı. İz kalmaması elde değildi. “Yaraların çoğu psikolojik ağrıya sebep olur.” Bunu söylediğinde Juspep gözlerini yere dikmişti. “Walha’nın doğruyu söylediğini düşünüyorum. Kulağı ve kovulması durumu. Ama Marcho bana inanmayacak. Ona karşı yumuşak davrandığımı düşünecek.” Sallin birden onun bu konuyu açması ile irkilmişti. Kaçtığı şeye kafa atarak dalmıştı adeta. “Patron şu an düzgün düşünemeyecek kadar hırpalanmış durumda. Ona zaman vermen gerek. O Kat’in başına gelenleri öğrendiğinden beri öfkesini bastırmak için çok uğraşıyor.” Juspep hep ılımlı birisi olmuştu. Her zaman ara bulucuydu. “Farkındayım. Sevdiğim birinin başına bunun gelmesini kaldıramazdım. O hata yapmamak için kendini bastırıyor.” Masadaki suyu alıp içmeye başlamıştı. “Walha ile bir şey konuşmuşsunuz. Sana ne söylediğini sormak istiyorum ama beni tersleyeceğini de biliyorum.” Juspep cam bardağı parmakları arasında sıkıca tutuyordu. “Sadece bana onu yanlış anladığımı söyleyip durdu. Bunun ne kadar sinir bozucu olduğunu tahmin bile edemezsin Sallin. Özür diledi. Bunu yapması gerektiğini söyledi. Gerçekten aptal olduğunu unutmuşum.” Demişti. Sallin ona dikkatle bakıyordu. “Onu affettin mi?” Bunu sorunca Juspep durgunlaşmıştı. Sadece başını sallamıştı. Affettiğini söyleyememişti. “Onu affetmiştim zaten. En başından beri. Uzun süre nefret edip kızgın kalamadım. Bunu yapamadığım için bana kızabilirsiniz ama…” “Sana kızmıyorum. Onu affettiğini ve kızgın olmadığını bilmek beni rahatlatıyor. Sonuçta siz ikiniz çok yakındınız ve her ne kadar o Marcho’ya ihanet etmiş olsada bedelini en çok sen ödedin.” Demişti. Juspep gülümsemişti. “Kendime bir şey yapacağımdan korktuğun için burasın demek oluyor bu o zaman.” Demişti. Sallin daha fazla ona verilen bu gizli görevi saklayamayacağını biliyordu. “En başından beri farkında olduğun için beni geçiştirmediğinden emin olmak için bir süre daha buradayım. Zeki insanların tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Ve sen hepimizden daha zekisin Pep.” Demişti. Juspep yemeğini bitirmişti. Ona bakıp elini uzatmıştı. “Sigaran var değil mi?” demişti. Uzun zaman sigarayı bırakmış ama son günlerde stresle baş edemedikçe diş etleri kaşınıyor ve sigarayı eli arıyordu. Tek tük içse de eskisi kadar içmeye başlayacağını herkes biliyordu. Sallin ona bir dal sigara vermiş ve eğilip sigarasını yaktığında Juspep’in ağladığını fark etmişti. Öylece sessizce durmuş gözlerinden yaşlar akıyordu. Juspep sulu göz birisi değildi. En büyük olarak kendini hissettiği için durumu hep idare eden ve arayı yumuşatandı. Sakin ve mantıklı konuşurdu genellikle. Kendini çok kaptırdığı ve kaybettiği anlar olsada genel ruh hali sakindi. Aralarında duygularını en rahat dışa vuran olduğunu es geçemezdi Sallin. Üzüldüğünü ve rahatsız olduğunu saklamazdı. “Walha yüzünden mi ağlıyorsun?” Sallin doğrulup bunu sormuştu. Juspep başını sallamıştı. “Evet, olanları düşününce boğazıma bir şey takılıyor ve içimde bir şeyler sızlıyor. Ağlamak normal demiştin. O yüzden senden göz yaşlarımı saklamayacağım. Burada bir dost olarak değil sadece doktor olarak durumu değerlendir.” Demişti. Sallin başını sallamıştı. “Elbette. Şu an sana dost olarak bir şey demeyeceğim ama terapilerinin üstünden çok zaman geçtiği için net bir şey de diyemem. Ağlamanın tek sebebi geçmiş mi?” Juspep televizyonu kapatmıştı. Derin bir sessizlik olmuş, dışarıdan arabaların sesleri geliyordu. “Galiba.” Göz yaşları çabuk dinmişti. “Walha’nın ihanetini araştıracağım. Ben bir şeylerin yanlışlığından eminim. Ne olursa olsun o para için böyle bir ihaneti yapmazdı.” “İnsanlar değişir Juspep. Eline geçen sonuç seni daha çok yıkabilir farkındasın değil mi?” “Farkındayım ama şu kimliği belirsiz telefonlar… Onun gösterdiklerine bakılırsa bir çok şey göründüğü gibi değilmiş. Ben bu örgütte çok şey kaybettim Sallin. Marcho zaman ihtiyaç duyabilir ama benim zaman en büyük düşmanım. Biraz uyuyacağım. Burada kalacaksan beni iki saate uyandırır mısın?” demişti. Sallin gitmeyecekti. Onun sağlığından endişeliydi. Juspep akıl sağlığı açısından çok sağlıklı değildi. Düşünmeden hareket ettiği anlar ve melankoli ile baş edemediği anları olmuştu. Bunların sonucu hep kötüydü. Ölümle yüzleşmesi çok defa olmuştu. Bazıları başkaları tarafından gerçekleştirilmişti. Bazılarını ise kendisi yapmıştı. Sallin oturmuş ve onun uyumasını beklemişti. Uyuduğunda pansiyon odasının balkonuna çıkmış ve Marcho’yu aramıştı. “Patron dediğin gibi Pep ile konuşmuş. Kafası karışık durumda ama kendini durdurmak için uyumayı seçti. Walha’yı görmeye gitmek istiyorum. Neyin peşinde olduğunu söylesin ve bizde…” “O kadar basit olsaydı ayağına kadar gittiğimde benimle konuşurdu. Pep sana ne anlattı?” Sallin sigarasını yakıp arkaya bakmıştı. Juspep içeride uyuyordu. “Özür dilemiş ve yapmadığını söylemiş. Hala aynı şeyi söyleyip durması çok garip. Suçu açıkça ortadayken…” “Belki de yapmadı Sallin. Oraya gittiğimizde yüzünü gördün. Bir şeylerin değişmesini istediğini fark etmişsindir. Walha aptal değil. Çantayı bana vermemek istedi ve sonra verdi. Orada ne varsa görmemi ve fark etmemi istiyor. Onu izleyeceğim. Sen sadece Pep’in iyi olduğundan emin ol. İşler kötüye giderse bir trajedi daha yaşansın istemiyorum. Yeteri kadar hayatını mahvettim.” Sallin bunu duyunca dişlerini gıcırdatmıştı. “Senin hatan değil Marcho. Bu oyunda çok fazla kişinin hamlesi var. Sonuca Pep’den önce erişmen gerek. İki saat sonra kalkacağını ve Walha’nın ihanetini araştıracağını söyledi. İnan bana bir şeyler bulmadan onu tekrar bir yere tıkıp sakince konuşamam. Obsesif herifin ne kadar inatçı olduğunu biliyorsun. Ne seni ne beni dinler.” Marcho durumu anlamış ve telefonu kapatmıştı. Sallin aşağıya bakıp sigarasını kenarda duran su dolu plastik bardağa atmıştı. Tekrar döndüğünde birden içeride dikilen birisini fark etmişti. Kapının ne zaman açıldığını bile fark etmemişti. Odanın ortasında dikilen kişi ona arkası dönük duruyordu. Sallin silahını alıp balkonun kapasını sakince kaydırmaya başlamış ama ona seslenen kişi ile irkilmişti. “İçeri gelin Doktor Sallin. Size bir şey getirdim.” Demişti. Ses boğuktu. Orada dikilen kişi uzun ve kaba şeyler giymişti. Kadın mı erkek mi olduğu belli olmuyordu. Sesi boğuklaştıran bir şey kullandığı belliydi. “Kimsin sen?” Sallin ona silahı doğrultarak içeri girmişti. “Düşman değilim. Aksine size yardım etmek için buradayım.” Elindeki mühürlü dosyayı ona doğru uzatmıştı. “Bay Juspep’in uyumasını beklerken açıkçası biraz sıkıldım ama buna değecek bir şey. Ölümden sevgilerle.” Demişti. Elindeki dosyayı masaya koymuştu. Sallin onun geri geri gitmesi ile durması için işarette bulunmuştu. “Gitmene izin vereceğimi mi düşünüyorsun?” demişti. Ona bakan kişinin yüzünde hiç onu tanımlayabileceği bir nokta yoktu. “Dışarıda altı silahlı adam var. Açıkçası işe zorlaşırsa ikinizde ölürsünüz. Size yardımcı olmak için büyük bir risk aldım ve dışarı çıktım. Bu belgeleri başka bir yerde bulamazsınız.” Demişti. Kapı aralanmış ve o kişi dışarıda bekleyen adamlara göstermişti. “İyi geceler Doktor Sallin.” Demiş ve çıkıp kapıyı kapatmıştı. Sallin onların ne ara geldiğini anlamamıştı ama balkondan gidişlerini görmüştü. Plakasız standart siyah iki sedana binip uzaklaşmışlardı. Gerçekten de altı adam vardı. Sallin masadaki dosyayı açmıştı. O anda bir çok şeyin seyri değişmişti.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.