Yukarı Çık




6.1   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   6.3 


           
Farklı aylar, beden eğitimi dersinde farklı aktiviteler demekti.

Bizim okulumuzda beden eğitimi dersi üç farklı sınıfla birlikte yapılırdı ve bu altmış erkek iki farklı aktiviteye ayrılırdı.

Şimdiye kadar voleybol ve atletizm arasında seçim yapıyorduk. Ancak bu ay itibarıyla tenis veya futbol oynayacaktık.

Doğal olarak, Zaimokuza ve ben olağanüstü futbolculardık, ancak ikimiz de bireysel becerilere daha çok önem veriyorduk. Bu yüzden futbol takımına
katılmanın aslında verimsiz olacağı sonucuna vardık ve bunun yerine tenisi seçtik.

Ve tabii ki… Sol ayağımdaki eski yaralar yüzünden futbolu sonsuza dek bırakmış bir adamdım. Gerçi zaten hiçbir zaman futbol oynamış da değildim…

Fakat bu yıl tenisi çok fazla kişi seçmek istedi. Sonunda, kahramanca bir taş-kağıt-makas turunun ardından, Zaimokuza futbol grubuna gönderilirken ben tenis grubunda kalmayı başardım.

“Hmph, Hachiman… Büyülü falso vuruşumu burada sergileyemeyecek olmak gerçekten üzücü… Sensiz… Kiminle pas çalışması yapacağım ben…?”

Bu, bende oldukça derin bir izlenim bıraktı, Zaimokuza, her zamanki kendinden emin tavrından gözleri yaşlı bir çaresizliğe bürünmüştü.

Kiminle eşleşeceksin… Bu soru benim için de geçerliydi.

Ve böylece tenis dersi başladı.

Gelişigüzel birkaç esneme hareketi yaptıktan sonra beden eğitimi öğretmenimiz Atsugi’nin tenis dersini dinledim.

“Tamam, şimdi herkes vuruş denesin. İkişerli gruplar halinde fileyi paylaşın.”

Atsugi bunu söyledikten sonra herkes küçük gruplara ayrılarak kortun karşılıklı taraflarına geçti.

Nasıl bu kadar hızlı eşleşmişlerdi? Etrafa bile bakmadılar! Yoksa bunlar no-look pas ustaları mıydı?²

Ç/N=(Bir oyuncunun topa bakmadan başka bir oyuncuya pas vermesi durumuna futbolda "no-look pass" (bakmadan pas) denir.)

Hassas yalnızlık radarım devreye girdi ve yalnız kalma ihtimalimin yükseldiğini fark ettim.

Ama endişelenmeye gerek yoktu: Böyle anlar için geliştirdiğim özel bir taktiğim vardı.

“Şey, şu an pek iyi hissetmiyorum, o yüzden duvara karşı tek başıma oynayabilir miyim? Başkalarına sıkıntı çıkarmak istemem.”

Bunu duyurdum ve Atsugi’nin yanıtını beklemeden hızla duvara yönelip topu vurmaya başladım. Muhtemelen Atsugi, bana cevap vermek için en uygun anı kaçırdığını fark ettiğinden hiç itiraz etmedi.

Bu fazlasıyla kusursuzdu…

“Pek iyi hissetmiyorum” ve “başkalarına sıkıntı çıkarmak istemem” ifadeleri harika bir sinerji oluşturuyordu. Bunları kullanmak, aynı zamanda gerçekten çalışmaya istekliymişim gibi davranmamı da sağlıyordu.

İşte bu, sayısız beden eğitimi dersinde “istediğiniz biriyle eşleşin” denildiğinde geliştirdiğim üstün bir karşı önlemdi. Belki bir gün Zaimokuza’ya da öğretmeliyim… Eminim sevinç gözyaşlarına boğulurdu.

Topun peşinden koştum ve tekrar tekrar duvara vurdum. Aynı sıkıcı hareketi yapmaya devam ederken zaman yavaşça akıp gitti.
Etrafımda diğer çocukların gösterişli tenis rallileri yaparken attıkları coşkulu çığlıklar duyuluyordu.

“Uryahhh! Ooh?! Bu iyi bir vuruştu değil mi?! Harikaydı değil mi?!”

“Bu harikaydı! Başka hiç kimse o topa öyle vuramazdı! Muhteşem!”

Bağırışlarından serbest antrenman sırasında gerçekten eğlendikleri belli oluyordu.

"Kapa çeneni ve öl..." diye düşünerek arkamı döndüm ve o anda Hayama’yı gördüm.

Hayama’nın eşi— ya da daha doğrusu, dörtlü bir grup oluşturmuşlardı—kendisi, sınıfta onunla sık sık takıldığını gördüğüm sarışın bir çocuk ve tanımadığım iki kişiden oluşuyordu. Muhtemelen C ya da I sınıfındandılar… Her halükârda oynarken adeta göz alıcı bir şıklık yayıyorlardı.

“Woahh!”, Sarışın Hayama’nın gönderdiği topu karşılayamayınca hayal kırıklığıyla bağırdı.

Herkes neler olduğunu merak ederek onlara döndü.

“Hayama-kun, bu gerçekten inanılmazdı! O top falso mu aldı? Falso aldı değil mi?!”

“Ahh, sanırım yanlışlıkla topa slice vurdum… Üzgünüm, benim hatam.”

Hayama bir elini kaldırarak özür diledi ama söyledikleri, sarışının bir sonraki aşırı tepkisiyle tamamen bastırıldı.

“Cidden mi?! Sen falso vuruşlar falan mı yapabiliyorsun?! Hayama tam bir efsane adamım! Gerçekten efsane!”

“Haha, öyle mi?”

Hayama da bu coşkuya katıldı ve mutlu bir şekilde gülmeye başladı. Tam o sırada, Hayama ve grubunun yanındaki çift de söze girdi.

“Hayama-kun, teniste de mi iyisin? Az önce yaptığın slice vuruşu… Bana da öğretebilir misin?”

Bunu söyleyerek Hayama’ya doğru yürüyen çocuk, boyalı kahverengi saçı dışında oldukça silik görünen biriydi. Muhtemelen aynı sınıftaydık. Adını bilmiyordum, yani büyük ihtimalle önemli biri değildi.

Göz açıp kapayıncaya kadar Hayama’nın dörtlüsü bir altılıya dönüşmüştü. Artık bu beden eğitimi dersinin en büyük iktidar gücü onlardı…  

Her neyse, işte böylece tenis dersi Hayama Krallığı hâline geldi. Adeta, eğer onların grubuna dahil değilsen, bu dersin bir parçası olmamalıymışsın gibi bir hava oluştu. Doğal olarak, Hayama grubunun dışındaki herkes sessizliğe gömüldü. Elveda ifade özgürlüğü…

Hayama grubunun gürültüsü oldukça dikkat çekiciydi, ancak bu gürültüyü asıl çıkaran Hayama’nın kendisi değil, etrafındakilerdi. Daha doğrusu, Hayama
Krallığı’nın kendini Genelkurmay Başkanı ilan eden o sarışın çocuk aralarından en gürültülü olanıydı.

“Slice!”

Bak işte, yine başladı. Aşırı gürültücü.

Sarışının vurduğu top kesinlikle bir slice falan değildi, aksine tamamen yönünü şaşırıp Hayama’dan uzaklaşarak kortun nemli ve karanlık köşesine doğru gitti.

Başka bir deyişle, benim bulunduğum tarafa uçtu.

“Ah, üzgünüm, benim hatam! Ş-şey… Merhaba…? Hikitani-kun? Hikitani-kun, o topu alabilir misin?”

Kim lan bu Hikitani?

Ama onu düzeltmeye üşendiğim için sadece bana doğru yuvarlanan topu aldım ve geri fırlattım.

“Teşekkürler!”

Hayama bana neşeli bir gülümsemeyle baktı ve el salladı.

Buna karşılık ona hafifçe başımı salladım.

…Neden başımı salladım ki?

Görünüşe göre içgüdüsel olarak Hayama’yı kendimden üstün görmeye başlamıştım… Kendi standartlarıma göre bile bu fazla itaatkârdı. O kadar itaatkârdı ki, itaatkârlık konusunda bile birine yeniliyor olabileceğimi düşündüm…

Bu kasvetli düşüncelerimi alıp duvara vurarak savuşturdum.

Gençlikte duvarlar vazgeçilmez yoldaşlardı.

…Bu arada, neden "sıva duvar" terimi "küçük göğüsler" için argo olarak kullanılıyor acaba?

Bir teoriye göre, sıva duvarlar aslında rakun kökenli tanuki ruhlarıdır ve bu duvar dediğimiz şey, tanuki ruhunun cinsel organlarını yaymasıdır. Ne tür bir duvardan bahsediyoruz biz? Bu aslında şaşırtıcı derecede yumuşak bir şey gibi geliyor…

Ç/N=(Tanuki Ruhu:  Diğer adıyla Rakun Köpeği, bu hayvan, Asya’ya özgü bir türdür ve tilkiye benzeyen görünümüyle bilinir. Aynı zamanda kurnaz ve yaramaz davranışlarıyla tanınır.)

Yani, başka bir deyişle, paradoksal bir şekilde, küçük göğüslü bir kızı "sıva duvar" diyerek alaya aldığında, aslında göğüslerinin oldukça yumuşak olduğunu söylemiş olmuyor musun? Q.E.D., ispat tamamlandı. Aptallar.

Tabii ki, Hayama asla böyle bir sonuca varmazdı. Bu mucizevi teori ancak benim alışılmadık hıncım sayesinde mümkün olmuştu.

Peki, bugünü beraberlik sayalım o zaman… Evet, kulağa mantıklı geliyor.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


6.1   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   6.3