Yemeğimi her zamanki köşemde yiyordum. Merkez üssüm, özel binanın birinci katında, revirin yanında ve kafeteryanın çapraz arkasında bir yerdeydi. Daha iyi bir fikir vermek gerekirse, buradan doğrudan tenis kortlarını görebiliyordum.
Kafeteryadan aldığım sosisli sandviç, ton balıklı onigiri ve Napoliten sandviçimi sakince yiyordum.
Ve huzur içindeydim.
Bu sırada, düzenli bir ritimde yankılanan top sesleri beni uykuya çekiyordu.
Öğlen vakti tenis kulübündeki kızlar bağımsız antrenman yapıyordu, bu yüzden dışarıda, duvarın önündeydiler. Topa vuruyor, geri döndüğünde büyük bir çabayla peşine düşüyor ve sonra tekrar vuruyorlardı.
Yemeğimi yerken gözlerimle onların hareketlerini takip ettim. Öğle arası bitmek üzereyken, limonlu çayımı yudumladım ve rüzgârın esişini hissettim.
Rüzgârın yönü değişmişti.
Günlük hava durumuna bağlı olarak değişse de, okul denize yakın olduğu için rüzgâr genellikle öğle saatlerinde yön değiştirirdi. Sanki sabahın deniz meltemi geldiği yere geri dönüyormuş gibiydi.
Bir süre yalnız başıma oturup rüzgârın tenime değmesini hissetmek hiç de fena bir şey değildi.
“Hı? Hikki, sen misin?”
Aynı rüzgâr tanıdık bir sesi kulağıma taşıdı. Döndüğümde, eteğini ani esintilerden korumak için tutan Yuigahama’yı gördüm.
“Burada ne yapıyorsun?”
“Genellikle burada yemek yerim.”
“Hımm, öyle mi? Neden? Sınıfta yemek yemen daha iyi olmaz mıydı?”
“…”
Yuigahama gerçekten şaşkın görünüyordu, ama ben onun sorusuna sessizlikle karşılık verdim. Cidden, eğer sınıfta yemek yiyebilseydim, sence burada tek başıma oturuyor olur muydum…? Biraz anlayışlı ol be!
Konyu değiştireyim en iyisi.
“Daha önemli bir şey var, sen neden buradasın?”
“Ah, evet! Aslında, Yukinon’la taş-kağıt-makas oynadık ve kaybettim, yani… sanırım bu benim cezam?”
“Benimle konuşmak bir ceza mı…?”
Bu çok acıydı… Ölmek istedim bir an.
“H-hayır, hayır! Kaybeden gidip meyve suyu almak zorundaydı! Sadece bu!”
Yuigahama aceleyle ellerini sallayarak suçlamamı reddetti. Oh, ne rahatlatıcı… Yoksa az önce kendimi öldürmeye tamamen hazır hissediyordum…
Yuigahama rahatlamış bir şekilde göğsüne dokundu, sonra pat diye yanıma oturdu.
“Yukinon başta pek istemedi. ‘Kendi yemeğimi kendim temin edebilirim. Önemsiz bir yarışmayı kazanmaktan başka ne elde edeceğim?’ dedi.”
Nedense, Yuigahama Yukinoshita’yı taklit etmeye çalışıyordu. Ama tamamen başarısız oldu.
“Eh, bu tam ona göre bir şey.”
“Aynen! Ama sonra ona, ‘Yani kazanamayacağını mı düşünüyorsun?’ dedim. İşte o zaman kabul etti.”
“…Evet, bu da tam ona göre.”
O kız genellikle tam bir soğukkanlılık timsaliydi ama iş rekabete geldiğinde, kaybetmekten nefret ederdi. Daha önce de Hiratsuka-sensei ona meydan okuduğunda anında oyuna dahil olmuştu.
“Ve sonra, Yukinon kazanınca, küçük bir zafer hareketi yaptı… Gerçekten çok tatlıydı biliyor musun…”
Yuigahama mutlu bir iç çekti.
“Sanırım ilk kez bu ceza oyununun eğlenceli olduğunu düşünüyorum.”
“Bu oyunu daha önce de mi oynadınız?”
Bu soruyu sorduğumda, Yuigahama başıyla onayladı.
“Evet, birkaç kez…”
Bunu duyunca, birden hatırladım. Öğle aralarının sonlarına doğru, sınıfın bir köşesinden sürekli taş-kağıt-makas oynayan ve gereksiz yere gürültü yapan bir grup olurdu…
“Tch, ne hoş, küçük bir özel kulübünüz varmış.”
“Bu ne biçim tepki? Böyle şeyleri sevmiyor musun?”
“Tabii ki hayır. Özel partilerden ve şakalardan nefret ederim… Ah, ama iç çekişmeleri severim. Çünkü ben işin içinde değilim!”
“Bu sadece üzücü bir sebep değil, aynı zamanda tamamen küçümseyici bir şekilde konuşuyorsun!”
Kes sesini. Beni rahat bırak…
Yuigahama, rüzgâr saçlarını savurmasın diye onları tutarken gülümsedi. Bu ifadesi, sınıfta Miura ve diğerleriyle beraberken gördüğümden farklıydı…
Ahh, anlıyorum. Eğer tahmin etmem gerekirse, sanırım eskisi kadar makyaj yapmıyordu. Yüzü çok daha doğal görünüyordu. Muhtemelen bu değişikliği bir süre önce yapmıştı ama sonuçta ben sürekli kızların yüzüne dikkatlice bakan biri değilim… Ugh, neyse.
Ama bu, onun biraz da olsa değiştiğinin kanıtıydı.
Belki de daha az makyaj yaptığı içindi ama… Yuigahama gülümsediğinde, gözleri yumuşadı ve genç yüzü daha da gençleşti.
“Ama gerçekten, bence Hikki’nin de kendi ‘özel partileri’ var. Sınıfta her zaman Yukinon ile eğlenceli görünen sohbetler yapıyorsun. B-ben hiçbir zaman onlara dahil olamayacakmışım gibi hissediyorum…”
Yuigahama bunları söylerken dizlerini kucaklayıp yüzünü onlara gömdü. Yan gözle bana bakıyordu.
“Yani, ben de o konuşmalara katılmak istiyorum… Ş-şey, bunu garip bir şekilde söylediğimi sanma, tamam mı?! B-ben bunu Yukinon için de söylüyorum, tamam mı?! Anladın mı?!”
“Korkma… Senin söz konusu olduğun bir durumda asla öyle bir yanlış anlama yapmam.”
“Bu da ne demek şimdi?!”
Yuigahama başını kaldırdı, oldukça sinirli görünüyordu.
“Ah, dur, dur, sakin ol!” Ellerimi kaldırarak onu sakinleştirmeye çalıştım ve konuşmaya devam ettim.
“Yukinoshita ise farklı bir konu. O tamamen bir force majeure.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Hm? Ahh, force majeure, insan gücüyle karşı konulamayacak bir varlık ya da durum anlamına gelir. Büyük kelimeler kullandığım için kusura bakma.”
“Hayır! Ne anlama geldiğini biliyorum, ugh! Biliyor musun, beni çok fazla küçümsüyorsun! Sonuçta ben de senin gibi sınavı geçip Soubu Lisesi’ne girdim, tamam mı?!”
Yuigahama, ani bir hareketle boğazıma hafif bir darbe indirdi. Gırtlağıma isabet eden bu temiz vuruş, beni öksürük krizine soktu. Ardından Yuigahama, gözlerini uzaklara dikerek ciddi bir ses tonuyla sordu:
“…Hey, giriş sınavı demişken… Okuldaki ilk günü hatırlıyor musun?”
“Öhö öhö öhö!… Ha? Ahh, yani pek sayılmaz—o gün bir trafik kazası geçirdim.”
“Kaza mı…”
“Evet. Okulun ilk günü, bisiklet sürerken bir aptalın köpeği tasmasından kurtuldu. Neredeyse araba çarpacaktı, ben de onu kendi bedenimle korudum… Doğal olarak, tam anlamıyla kahramanca ve göz kamaştırıcı bir hareketti.”
Sanırım hikâyeyi biraz süsledim ama sonuçta bunu bilen başka kimse yoktu… Ve kimse bilmediğine göre kimse bir şey söyleyemezdi. Yani böyle durumlarda kendimi daha iyi göstermek en iyisiydi.
Ama bunu duyduğunda, Yuigahama’nın yüzü gerildi.
“A-aptal, ha… Yani, Hikki o kişiyi hiç hatırlamıyor mu?”
“Yani, o kadar acı içindeyken hatırlamam mümkün değildi. Eh, belli ki beni etkileyecek biri olmamış ki aklımda kalmamış. Muhtemelen oldukça sıradan biriydi.”
(fısıltıyla) “Sıradan biri… Şey, o zamanlar makyaj yapmıyordum… Saçlarım da boyalı değildi ve rastgele bir pijama giymiştim… Ah, pijamamın üstünde küçük ayılar da vardı, yani belki de biraz aptal gibi görünmüş olabilirim…”
Yuigahama’nın sesi o kadar kısıktı ki onu hiç duyamadım—sadece dudaklarının kıpırdadığını gördüm, bir şeyler mırıldanıyor ve yere bakıyordu. Karnı mı ağrıyordu yoksa?
“Sorun ne?”
“Hiç… bir şey yok… Neyse! Hikki o kızı hiç hatırlamıyor, değil mi?!”
“Evet, dediğim gibi, hatırlamıyorum… Bekle, ha? Onun bir kız olduğunu söylemiş miydim?”
“Ha?! E-evet, kesinlikle söylemiştin! Kesinlikle söylemiştin! Hatta tüm söylediğin, ‘kız şu, kız bu, kız şu, kız bu’ydu!!”
“Ben gerçekten bu kadar iğrenç bir insan mıyım…?”
Bunu söylediğimde, Yuigahama bana yüksek ve boş bir kahkaha attı. Yüzünde bir gülümsemeyle tenis kortlarına doğru döndü. Ben de aynısını yaptım.
Sanırım kız tenisçilerin antrenmanlarını bitirme zamanı gelmişti; terlerini silip geri dönüyorlardı.
“Hey! Sai-chaan~~!”
Yuigahama elini sallayarak seslendi. Görünüşe göre tanıdığı birini görmüştü.
O kız, Yuigahama’yı fark etti ve küçük adımlarla bize doğru koştu.
“Hey. Antrenman mı yapıyordunuz?”
“Evet. Takımımız şu anda gerçekten zayıf, bu yüzden öğle yemeği saatinde bile antrenman yapmak zorundayız… Öğle yemeği saatinde kortları kullanmak için defalarca izin istedik ve sonunda bize izin verdiler. Yuigahama-san ve Hikigaya-kun burada ne yapıyorsunuz?”
“Ahh, pek bir şey değil…”
Yuigahama bunu söyledi ve onay almak ister gibi bana döndü. Aslında ben öğle yemeği yiyordum ve sen de bir işi bitirmek üzereydin, değil mi? Sanki bir kuşun dikkat süresi varmış gibi…
“Anlıyorum.” O kız, Sai-chan ya da her neyse, bize gülümsedi.
“Sai-chan, hem dersde tenis oynuyorsun hem de öğle yemeği saatinde antrenman yapıyorsun… Bu gerçekten zor olmalı.”
“Evet, ama yapmak istediğim şey bu, o yüzden sorun değil… Ah ayrıca, Hikigaya-kun sen teniste oldukça iyisin.”
Şaşırtıcı bir şekilde, konuşmayı bana yöneltti, bu yüzden tabii ki sessiz kaldım. Bunu ilk kez duyuyordum. Ayrıca, bu kişi de kimdi? Neden benim adımı biliyordu?
“Ohh…?” Ona birkaç şey sormak istedim, ama daha soramadan Yuigahama etkilenmiş bir şekilde araya girdi.
“Gerçekten mi?”
“Evet, oynarken formu gerçekten iyi.”
“Ahh, beni utandırıyorsun, ha ha ha…
“(fısıldayarak) Peki, bu kişi kim?”
Son kısmı sadece Yuigahama’nın duyabileceği kadar alçak bir sesle söyledim, ama Yuigahama çabalarımı paramparça etti.
“Hwahhh?! Aynı sınıftasınız! Beden eğitimi dersini bile birlikte alıyorsunuz! Nasıl bilmiyorsun?! İnanamıyorum!”
“Salak, tabii ki biliyorum! Sadece unutmuşum! …Ve erkekler ile kızlar beden eğitimi dersini birlikte almıyor!”
O kadar düşünceli olmaya çalışıyordum ki, o çabalarımı tamamen mahvetti… Şimdi dünyadaki herkes bu kızın adını bilmediğimi öğrenecek. Ve şimdi muhtemelen o da kötü bir ruh halinde…
Bunu düşünürken, Sai-chan’a doğru bir göz attım ve gözlerinin dolduğunu gördüm… Kahretsin, bu kötüydü. Köpek terimleriyle söylersek, bir Chihuahua gibi görünüyordu, kedi terimleriyle söylersek, bir munchkin gibi… İşte bu kadar sevimli ve üzgün görünüyordu.
“A-Ahaha. Demek benim adımı gerçekten hatırlamıyorsun… Ben Totsuka Saika. Aynı sınıftayız.”
“A-ah, bunun için özür dilerim. Yakın zamanda sınıflar değişti, bu yüzden benim için biraz zor… Haha.”
“Birinci sınıfta da aynı sınıftaydık… Ehehe, belki de benim varlığımın pek bir değeri yoktur…”
“Hayır, öyle değil… Oh, anladım! Sadece sınıfımızdaki kızlarla pek takılmıyorum! Bilirsin, buradaki bu kızın gerçek adını hala bilmiyorum!”
“Kes şunu ve hatırla!”
Yuigahama kafama vurdu, ama bu bile Totsuka’nın yüzündeki kasvetli ifadeyle mırıldanmasına neden oldu.
“Yuigahama-san ile gerçekten iyi arkadaşsınız…”
“E-ehh?! K-kesinlikle değiliz! Eğer bir şey varsa, tek yapmak istediğim bu adamı öldürmek! Hikki’yi öldür ve sonra ben de öleyim… Öyle bir şey!”
“Evet, işte bu! …Ayrıca, bu çok korkunç! Sen çok korkunçsun! Aşık intiharı mı?! Hiç istemiyorum!”
Ç/N=(Aşık İntiharı: Birbirine aşık iki insanın birlikte intihar etmesi.)
“Ha?! A-sen tam bir aptal mısın?! Hiç öyle demek istemedim!”
“Siz ikiniz gerçekten oldukça yakınsınız…”
Totsuka bunu üzgün bir tonla söyledi ve bu sefer bana döndü.
“Bu arada, ben erkeğim… gerçekten sana o kadar narin mi görünüyorum?”
“Eh?”
O anda düşüncelerim ve hareketlerim tamamen durdu. Hemen Yuigahama’ya baktım. Bu bir yalan, değil mi? Gözlerimle sordum. Ama Yuigahama, hala kızgın görünüyordu, yanakları hala kırmızıydı, sadece birkaç kez güçlü bir şekilde başını salladı.
Bekle… Cidden mi? Bu doğru olamaz. Bu bir şaka olmalı.
Totsuka şüpheli bakışımı gördü ve kıpkırmızı oldu. Başını eğdi ve bana yukarı doğru bakan gözlerle baktı.
Totsuka’nın eli yavaşça şortuna doğru uzandı. O küçük hareket bile beni büyülemeye yetti.
“…İstersen sana kanıt gösterebilirim.”
Kalbimde bir şey kıpırdadı.
Sağ omzumda küçük bir şeytan Hachiman belirdi. “Ohh, bu harika, devam et ve bir göz at—belki de gerçekten şanslı olabilirsin, biliyor musun?” Eh, bu doğru… Sonuçta bu oldukça nadir bir fırsattı.
“Bir saniye bekle!” Ahh, ve şimdi melek Hachiman geldi. “Devam ederken, üstünü de çıkarmasını ister misin?” Ne oluyor… Bu nasıl bir melekti?
Sonunda, kendi sağduyuma kulak vermeye karar verdim.
Evet, bu tür androjen karakterlerde, tüm çekicilikleri cinsiyetlerinin bu kadar belirsiz olması gerçeğinde yatıyordu! Ve böylece, bu mantıklı sonuca vararak sakinleşebildim ve soğukkanlı bir şekilde devam edebildim.
Ç/N=(Androjen Karakter: Kişinin, farklı koşullara uyum sağlamak amacıyla yeri geldiğinde kadına yeri geldiğinde de erkeğe atfedilen,kişilik özelliklerini esnek olarak davranışlarına yansıttığı psikolojik cinsiyet rolü)
“Her neyse… Özür dilerim. Gerçekten bilmiyordum, ama eğer seni rahatsız ettiysem özür dilerim.”
Totsuka bunu söylediğimi duyunca, gözlerinde biriken gözyaşlarını silkeledi ve bana bir gülümseme verdi.
“Yok, sorun değil.”
“Ama, Totsuka… Benim adımı bildiğine şaşırdım.”
“Eh, ahh… Şey, Hikigaya-kun sınıfta oldukça dikkat çekiyor.”
Totsuka bunu söyledikten sonra, Yuigahama bana baktı.
“Gerçekten mi? Ama o kadar sıradan görünüyor ki… Onun gibi birini fark etmek epey zor olurdu.”
“Salak, tabii ki dikkat çekiyorum! Gece gökyüzündeki parıldayan yıldızlar gibi dikkat çekiyorum!”
“Nasıl yani?”
Vay canına, bunu bana göz kırpmadan geri söyledi.
“…Ş-şey, biri sınıfın köşesinde oturup kendi kendine konuştuğunda, bu onu biraz dikkat çekici yapmaz mı…?”
“Ah, işte bu dikkat çek-… Ahh, şey… Başın sağ olsun…”
Yuigahama benden uzaklaştı. İşte bu tam da beni karamsar yapan türden bir tavırdı…
Atmosfer yeniden ağırlaşıyordu, bu yüzden Totsuka onu kurtarmaya çalışmaya karar verdi.
“Ama cidden Hikigaya-kun teniste oldukça iyi. Daha önce oynadın mı?”
“Yani, ilkokuldayken biraz Mario Tennis oynadım, ama gerçek tenis oynamadım.”
“Oh, bu herkesin birlikte oynadığı oyun. Ben de oynamıştım, biliyor musun. Çiftler halinde oynamak gerçekten çok eğlenceliydi, değil mi~~?”
“…Ben sadece tek başıma oynadım.”
“Eh? ……Ah. Şey, özür dilerim.”
“Ne oluyor, sen psikolojik bir mayın tarayıcısı mısın? Benim her küçük travmamı ortaya çıkarmak senin işin mi?”
“Hikki’de çok fazla bomba var!”
Yan tarafta duran Totsuka, benim ve Yuigahama arasındaki bu diyaloğu izlerken eğleniyor gibiydi.
Ve tam o sırada, öğle arasının bittiğini haber veren zil çaldı . “Hadi geri dönelim.”
Totsuka bunu söyledi ve Yuigahama onu takip etti.
Onları arkadan izlerken aniden garip bir hisse kapıldım.
Anlıyorum… Aynı sınıftaydılar, bu yüzden birlikte gitmeleri doğaldı… Nedense bu beni duygulandırdı.
“Hikki? Ne yapıyorsun?”
Yuigahama bana doğru döndü, şaşkın görünüyordu. Totsuka da yürümeyi bıraktı ve bana döndü.
Onlarla birlikte gidebilir miydim? Sormak üzereydim ama vazgeçtim.
Bunun yerine şunu söyledim:
“Alman gereken o meyve suyuna ne oldu?”
“Ha? … Ahhh!!”
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.