Yarısı çökmüş tapınağın içinde, yalnızca birkaç taş sütun hala ayaktaydı. Ana salonun önünde üzeri çatlaklarla dolu bir sunak vardı. Sunağın ortasında ise devasa, kapkara bir haç duruyordu. Hacın üstünde, baş aşağı asılmış çıplak bir adam vardı. Adamın bileklerinin, kalçalarının ve gövdesinin etrafında, parlak kırmızı kan lekelerinin eşlik ettiği dışarı doğru çıkıntı yapmış belirgin paslı metal çiviler vardı. Derrick bunun Düşmüş Yaratıcı’nın heykeli olduğunu biliyordu, ancak heykelin yüzü çok ilgisini çekmişti. Burun, ağız ve kulaklar bulanıktı, yalnızca gözler anormal bir netlikte oyulmuştu. Düşmüş Yaratıcı’nın gözleri sıkıca kapalıydı, suçluluk ve acı çekiyormuş gibi bir görünümü vardı. "Ona bakma, şeytani bir tanrının heykelini inceleme!" İblis Avcısı Colin, ekip üyelerinin bakışlarını fark etti ve sessizce fısıldadı. "Tabii Ekselansları." Böylece ekip üyeleri hemen bakışlarını heykelden çekti. Bugünden önce Gümüş Şehir pek çok talan olmuş şehri keşfetmiş ve keşifler sırasında şeytani tanrılara işaret eden pek çok bilgi kaydetmiş olsa da, şehrin sakinleri daha önce şeytani tanrıların heykellerini görmemişlerdi. Tapınağın diğer kısımları çok geniş değildi, bu nedenle keşif ekibi hızla iki ya da üç kişilik gruplara ayrılıp araştırmalarını tamamladı, hiçbir şey bulamamışlardı. Bunu gören Colin, birkaç saniye sessiz kalıp düşündükten sonra ekip üyelerine doğru döndü, "Hadi yeraltına gidelim." O sırada sırtındaki iki kılıçtan birini çıkarmış, gümüş renkli bir merheme bulamıştı. Hemen sonrasında ise kemerindeki gizli bölmeden ufak bir metal şişe çıkarıp içindeki iksiri tepesine dikti. Bunu gören Derrick, Şef’in açık mavi gözlerinin bu iksirle daha parlak hale geldiğini fark etti. Keşif ekibi üyeleri son derece dikkatli bir şekilde hazırlık yapmaya başlamıştı. Böylece ekip çok geçmeden, dört fenerin aydınlığı eşliğinde heykelin solundaki merdivenleri takip ederek yeraltına indi. Derrick, kendisinin ve ekip arkadaşlarının adımlarının taş basamaklarda çıkardığı sesi net bir şekilde duyabiliyordu. Yankılara herhangi bir müdahale olmuyordu, bu da aşağıdaki mutlak sessizliği oldukça belirgin hale getirmişti. Ancak keşif ekibi üyelerine göre bu, kapı tıklaması gibi bir şeydi. Ne kadardır burada gömülü olduğu bilinmeyen bir sırrı ortaya çıkarma girişimi hepsini inanılmaz derecede germişti. Ne kadar bilinmez bir süre yürüdükten sonra, Derrick sonunda yolun düzleştiğini gördü. Ayrıca Darc Regence’in bahsettiği yeni keşfedilen duvar resmini de fark etmişti. Duvar resmi duvarın iki tarafına da yayılıyordu. Basitçe renklendirilmiş ve oldukça kasvetli olan bu resim, milyonlarca yıldır oradaymış gibi görünüyordu. Derrick’in gözü bu resimdeki bir noktaya takılmıştı. İlerideki duvarın sol üst kısmında, tam ortaya saf, beyaz bir haç çizilmişti. Hacın etrafı deniz suyunu andıran bir karanlıkla çevriliydi, kollarını uzatmış mücadele eden insanlar da bu karanlıkta boğuluyordu. Bu hacın üstünde de baş aşağı duran Düşmüş Yaratıcı vardı. Paslanmış çiviler ve kan lekeleri de yukarıdaki heykelde olduğundan farksızdı. Ancak bu duvar resminde, Düşmüş Yaratıcı son derece aşınmış gibiydi, öyle ki hacın beyazının bir kısmı kapkara olmuştu. Hacın üzerinde durduğu puslu kara parçasında ise sayısız insan diz çökmüş, Düşmüş Yaratıcı’ya dua ediyordu. Duvar resminin çevresinde, karanlığın derinliklerinde, şeytani tanrılara benzer altı figür vardı. Sol üst köşedeki kadın siyah, klasik bir elbise giymişti. Kıyafetleri kat kat olmasına rağmen karmaşık değildi. Bedeni oldukça eterik görünüyordu, dışarı doğru dalgalanma yapıyor gibi resmedilmişti. Yüzü bulanıktı, sanki yüz hatları olmayan bir maske takmıştı. Onun tam üstünde ise beyaz bir kıyafet giymiş olan bir adam vardı. Adamın yüzü saf altın renkle boyanmıştı ve derisinden ışık formunda dokunaçlar çıkıyordu. Ellerinde yeşil renkli bir kitap ve parıldayan bir mızrak vardı, göğsü ve sırtı ise ters çevrilmişti. Sağ üst köşede, ahtapot benzeri bir kafası, geniş gözleri olan, vücudu yıldırımla sarılmış, elinde üçlü mızrak tutan bir canavar vardı. Pelerini sayısız kuş tüyünden oluşan canavarın ayağının dibindeki karanlık dalgalar gibi resmedilmişti. Sağ alt köşede ise uysal görünümlü, güzel bir kadın vardı. Kollarında çürümekte olan bir bebek tutuyordu, ayakları siyah buğdaydandı. Onun tam altında, başında başlık olduğundan yalnızca ağzı, kırışıklıkları ve beyaz sakalı görünen yaşlı bir adam vardı. Yaşlı adamın elinde açık bir kitap, kitabın üstünde ise ’her şeyi bilme’nin sembolü olan tek bir göz vardı. İlk bakışta aralarında en normal olan bu adammış gibi görünüyordu, ancak yüzündeki gülümseme tarif edilmez derecede şeytaniydi. Sol altta, zırhı yıpranmış bir dev savaşçı vardı. Elinde uzun kılıcıyla dev bir tahtın üstünde oturuyordu. Bu duvar resim, Felaket geldiğinde şeytani tanrıların Cehennem’den çıktığını anlatıyor. Gerçek Yaratıcı, dünyadaki insanları kurtarmak için günahları ve acıyı üstlendi ve sonucunda imgesi değişti... Ancak bence en kötü şeytani tanrı ’O’... Derrick’in duvar resmiyle ilgili çıkarımları bunlardı. Ayrıca, Darc Regence’in burayla ilgili söylediklerinin doğru olduğunu fark etmişti, buradaki belirtiler gerçekten de yaşadıkları yerin tanrılar tarafından terk edilmediğine işaret ediyordu. Aksine, burası Yaratıcı tarafından kutsanmış ve kıyamete rağmen medeniyeti sürdürmüştü. Derrick hala ilk andaki kadar tetikteydi. Herhangi bir kaza olması durumunda derhal harekete geçebilecek durumdaydı. Keşif ekibi, sarı mum ışığı altında koridorları, salonları ve odaları birer birer dolaşarak tapınağın bodrumunun derinliklerine doğru ilerlemeye devam ediyordu. Bir süre sonra, önlerinde aniden yarı açık, gri bir taş kapı belirdi. Kapının ardında çok güzel görünen mantar şekilli bir şeyler yetişiyordu. Hepsi avuç büyüklüğündeydi, beyaz kökleri ve parlak kırmızı başları, parlak koyu altın rengi benekleri vardı. Bu ’mantarlar’ keşif ekibi üyelerinin iştahını kabartmıştı. Tek yapmak istedikleri oraya koşup bu lezzetli şeyleri doyasıya yemekti. Gulp. Ekibin pek çok üyesi yutkunmaya başlamıştı. Ancak keşif ekipleri çoğunlukla deneyimli ve nispeten Yüksek Dizi olan kimselerden seçiliyordu. "Onlar çürümüş et ve kıllı kafa tasları yalnızca," diye uyardı gençlerden biri diğer ekip arkadaşlarını. Derrick bu ekip arkadaşını tanıyordu, gencin adı Joshua’ydı. Katıldığı bir keşif gezisinde kendisi için uygun bir mistik nesne de bulmuştu. Joshua, kızıl eldivenli sol elini kapıya doğru uzattı. O anda hızla bir alev topu meydana geldi ve doğrudan ağız sulandıran ’mantarlara’ doğru uçtu. Bum! Zemin hafifçe titredi ve iki metrelik alan anında yanmaya başladı. Alevler azaldığında tüm mantarlar kaybolmuş, geride yalnızca et ve kan parçacıkları kalmıştı. Az önce ağızlarının suyu akan tüm Beyonderlar şu anda kusmamak için kendilerini zor tutuyorlardı. İblis Avcısı Colin ekibin eylemlerine müdahale etmemişti. Sessizce kenardan izliyor, zaman zaman başını sallıyordu. "Neden burada et ve kandan yapılmış mantarlar var? Et ve kan nereden geliyor?" Joshua bu gerçeği biliyor olmasına rağmen buna bir türlü anlam veremiyordu. O sırada ekibin başka bir üyesi cevap verdi. "Bu şehrin sakinlerinden olabilir mi?" Mümkün... Belki de öldükten sonra saf et ve saça dönüştüler... Derrick hafifçe başını salladı. Kısa süren bir tartışmanın ardından keşif ekibi yeniden birkaç gruba ayrılarak salonu dolaştı. Burada işleri bittiğinde yeniden bir araya gelip yavaşça kapıdan geçtiler, her an saldırmaya hazırlardı. Kapının ardında sunağa benzeyen bir şey vardı. Fenerlerin ışığı, bilinmeyen bir şeyi gizliyormuş gibi görünen bölgenin karanlığını zar zor aydınlatıyordu. Sunağın üstünde, yukarıdakine benzer siyah bir haç daha vardı. Grubun ön kısımlarında olan Derrick heykeli inceliyordu ki aniden bakışları donup kaldı, buradaki Düşmüş Yaratıcı’nın yukarıdakinden farklı olduğunu fark etmişti. Buradakinin gözleri açıktı! Kan kırmızısı gözleri ve siyah göz bebekleriyle doğrudan davetsiz misafirlere bakıyordu. Tat. Tat. Tat. O sırada Derrick, dişlerin birbirine vurmasından çıkan sese benzer bir ses duydu. Başlangıçta bu sesin ekip arkadaşlarının birinden geldiğini düşünse de, birkaç saniye sonra titreyenin kendisi olduğunu fark etti! Şeytani tanrıların tehlikelerini pek iyi anlamasa da, içgüdüsel olarak dişleri takırdamaya başlamıştı. Tat. Tat. Tat. Ekip arkadaşlarının durumu da farklı değildi. O anda, havada bir toz lekesi belirdi ve İblis Avcısı Colin hemen yumruğunu sıktı. Bum! Gök gürültüsü sesi havada yankılanırken Derrick ve diğerleri kendilerine gelmiş, az önceki ’kabus’ durumundan anında kurtulmuşlardı. Ancak henüz onlar alanı incelemeye başlayamadan sunağın arkasından gelen ağlama sesleri duyuldu. "Ühhü, ühü, ühhü... Ühhü, ühü, ühhü..." İblis Avcısı Colin sakin bir şekilde fısıldadı, "Derrick, Joshua, arkasına dolaşıp bir bakın." Derrick, vücudundaki ürpertiyi göz ardı ederek fenerini ve Kasırga Baltası’nı kaldırdı. Joshua ile birlikte yavaşça sunağın arkasına doğru yaklaştılar. Karanlığın yerini yavaş yavaş ışık alırken, iki genç sunağın arkasına kıvrılmış figürü gördü. Bu, yedi-sekiz yaşlarında, sarı saçlı bir çocuktu. Işığa alışkın değilmiş gibi gözlerini sıkıca kapatmış, heyecanlı bir tonda bağırıyordu, "Kurtarın beni, kurtarın beni..." Az önce karanlıkta duyduğu yardım çığlığı aklına gelen Derrick içgüdüsel bir hamleyle Kasırga Baltası’nı havaya kaldırdı. O sırada İblis Avcısı Colin iki adım öne çıkıp ciddi bir tonda araya girdi, "Kimsin sen?" Çocuk ağlamayı bırakıp hatırlamaya çalışırcasına birkaç saniye kekeledikten sonra cevap verdi, "Benim, benim adım... Jack..." … Klein, akşam yemeğini yedikten sonra ceketini ve şapkasını alıp evden çıktı. Baronetin tünel meselesini çözmek ve deniz kızlarıyla ilgili ipucu alabilmek için Bayan Sharron’la görüşmek istiyordu. Bu meseleler Dedektif Sherlock Moriarty ’tatil’ için güneye gitmeden önce çözülmeliydi.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.