Yukarı Çık




458   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   460 


           
Geçmişteki halinin aksine, Derrick artık daha zekiydi. Özensizce, kelimeler kullanarak durumu tasvir etmekten daha iyi seçenekleri olduğunu da biliyordu.
Bay Aptal’ın onayını aldıktan sonra zihninde canlanan sahnelerden bir görüntü hazırlayıp diğerlerinin görebilmesi için yansıttı. 
Çökmüş duvarlar, yıkılmış binalarla dolu sokaklar, beyaz-mavi tapınağı destekleyen taş sütun, keşif ekibinin fenerleri, baş aşağı asılı adamın olduğu kapkara haç, duvar resimleri, mantarlar, sunaktaki tuhaf bir şekilde gözlerini açmış olan heykel, sarışın, küçük Jack... Tüm bu sahneler oldukça doğrudan ve gerçekçi bir şekilde Tarot Kulübü üyelerinin gözlerinin önünde tekrarlandı.
Kasvetli ve karanlık ton, atılan her adımda yaşanan kriz duygusu ve Güneş’in yaşadığı tuhaf gelişme Audrey’i oldukça heyecanlandırmıştı. Anlattıkları giderek daha da fazla ilgisini çekiyordu.
Gümüş Şehir’in çevresindeki durum bu... Okuduğum tüm romanlardan daha da ilgi çekici... Gizemin, belirsizliğin ve dehşetin bir araya geldiğinde ortaya çıkardığı çekicilik bu... Tabii orada yaşayan insanlar için bu hiç de iyi bir şey değil... diye düşündü Audrey. Bir an önce yarı tanrı seviyesinde bir güç haline gelip karanlık ve fırtınaların hakim olduğu o bölgeye gitmekten daha çok istediği bir şey yoktu.
Klein ise olan biteni sessizce izliyor, bir yandan da gizli gizli iç çekiyordu.
Gümüş Şehir’in böyle bir ortamda bunca zaman ayakta kalmış olması gerçekten de kolay bir şey değildi. Küçük Güneş hala yeterince akıllı ve deneyimli değildi. Aksi halde, olan biten her şeyi film ya da belgesel halinde, daha bütünlüklü bir şekilde yansıtabilirdi. Bu kesinlikle heyecanlı ve ilgi çekici olurdu!
Ancak bu şekilde, tasvir çok uzun sürerdi. Maneviyatım herkesin böyle bir film izlemesini kaldıramazdı. Ayrıca, herkes gri dünyanın üstünde ne kadar uzun kalırsa dış dünyada kötü bir şey olma ihtimali de o kadar yükseliyor... Bu düşünceler Klein’ın şanslı hissetmesini sağlamıştı.
Bu sırada Alger de sessizce görüntüleri izliyor, bir yandan da düşünüyordu. Güneş’ten birkaç önemli noktayı seçip bunları bronz masanın üstünde sunmasını istemişti. Bunların arasında Düşmüş Yaratıcı’nın altı ’şeytani tanrıya’ direndiği bir duvar resmi de vardı.
    "Bunlar hangi şeytani tanrılar?" Alger, bedenine yıldırım dolanmış, ayağının dibinde kara dalgalar, elinde ise üçlü mızrak olan ahtapota baktı.
Derrick başını iki yana salladı.
"Bilmiyorum. Siz bilirsiniz sanıyordum."
Audrey ve Fors da dikkatli bir şekilde incelediler, ancak onların da bir tahmini yoktu.
Aslında bunların Gümüş Şehir efsanelerindeki sekiz eski tanrıdan altısı olduğunu sanmışlardı, ancak uygun eşleşmeyi yapamıyorlardı. Sonuçta ortada bir ejderha, bir elf, bir dev, bir anka kuşu ve bir İmha Şeytani Kurt vardı, ancak duvar resminde yalnızca bir tane dev bulunuyordu.
Bu... Aptal resme dikkatli bir şekilde baktı, göz bebekleri iyice kısılmıştı.
Konumunu göz önünde bulundurarak başlangıçta duvar resmine yalnızca üstünkörü bir bakış atmıştı, ancak şu anda bir yanlışlık olduğunu fark etmişti.
Bu, Tudor ailesinin yeraltı kalıntısında gördüğüm altı tanrı heykeline çok benziyor, yalnızca... biri normal bir versiyonken diğeri bozulmuş bir versiyon... İnsanların buna doğrudan bakması gerçekten de zor, özellikle de Toprak Ana, Fırtınalar Lordu ve Ebedi Yanan Güneş. Kötü tanrılar olarak lekelendikleri gibi bir de çirkin canavarlara benziyorlar... Klein gerçeği fark etmişti. Gerçek Yaratıcı’nın altı tanrıyı kötülemesi, imgelerini çarpıtmış olmasını zaten bekliyordu.
Ancak, bu duvar resminin ortaya çıkma olasılığını görmezden gelemem. Tıpkı ortodoks tanrıların insan formu olmadığını, onlardan geriye yalnızca semboller kaldığını düşünmem gibi. Bunun sonucunda, Tudor ailesinin kalıntılarındaki heykeller benim tereddütte kalmama sebep oldu... Görünüşe göre tanrıların imgeleri uzun bir evrim geçirdi ve içlerinde pek çok sır gizli... Bu sırada Bayan Adalet’in dikkatle resme baktığını, kendisinin tepkilerine dikkat etmediğini gören Klein biraz rahatlamıştı.
Mesele Güneş’in kısa süre içinde bu çıkmazdan kurtulmasıyla alakalı olduğundan, bildiklerini onlara anlatmaya karar verdi.
Elbette, uzun bir giriş yapmak ve yeraltı kalıntılarındaki altı tanrının görüntüsünü sergilemek Aptal’ın kimliğine uymazdı. Bu nedenle bu kısmı Dünya’ya bırakmaya karar vermişti.
Hem bu, Dünya ile Sherlock Moriarty karakterlerini eşleştirme hedefiyle de uyumluydu.
"Evernight, Güneş, Fırtına, Bilgelik, Toprak, Dev," diyerek Aptal’ın ağzından söze girdi... Birkaç saniye durakladıktan sonra da Dünya’nın ağzından devam etti, "Ben bunlara benzer heykeller gördüm."
Herkesin bakışları ona döndüğünde Dünya derin bir nefes alıp devam etti, "Bir Dördüncü Dönem kalıntısında."
Bu sözler Audrey’nin çok ilgisini çekmişti, ancak yüz ifadelerini kontrol altında tutmayı başarıyordu.
"Bay Dünya, orada ne tür heykeller vardı? Bize gösterebilir misiniz? Tabii istemezseniz, ya da karşılığında bir şey isterseniz bunu da konuşabiliriz."
"Gerek yok, bu mesele benim bazı şüphelerimi de çözecek." Dedi Dünya gülümseyerek.
Sonra da Bay Aptal’dan izin isteyerek altı tanrı heykelini ve ilgili kutsal amblemleri yansıttı.
Üstünde puslu görünümlü bir elbise olan, başını dolunaya yaslamış kadın son derece güzel görünüyordu. Uzun, siyah eteğinin üstünde yıldız ışıkları vardı, üstünde ise ikonik Evernight Kutsal Amblemi bulunuyordu. Audrey onun, kendisinin takip ettiği Evernight Tanrıçası olduğunu hemen anlamıştı.
Bu heykele en çok benzeyen, duvar resminin sol üst köşesindeki şeytani tanrıydı, ancak onun yüzü daha insansıydı ve çevresinde tuhaf, gizli gözler yoktu!
Ne büyük saygısızlık! Tanrıça’ya saygısızlık! Audrey öfkesini bastırmak için derin bir nefes aldı.
En kötü şöhretli şeytani tanrı olan Gerçek Yaratıcı’nın, takipçilerinin Tanrıça’ya böyle bir saygısızlık yapmasına izin vermesi beklenecek bir durum... Ancak neden o yeraltı kalıntısında tanrıçanın insansı bir heykeli var... Ortodoks tanrıların yalnızca sembolleri var sanıyordum? Audrey’nin kaşları çatılmıştı, düşüncelerinin içinde kaybolmuş gibi görünüyordu.
Alger ise aydınlanmış gibiydi, "Demek duvar resimlerinde altı tanrının bozulmuş imgeleri tasvir edilmiş.
Geçmişte hepsinin insansı imgeleri varmış..."
Belki de kiliselerin Tanrıların Terk Edilmiş Ülkesi’ni bulmaya çalışmasının sebebi budur... Burası muhtemelen Sonia Denizi’nin derinliklerinde saklı. Evet, kesinlikle normal bir durumda değil; aksi halde tanrıların fark etmemesi imkansız olurdu... Alger hafifçe başını salladı.
Güneş ise ilk önce şaşırtmış, ancak hemen sonra bir şey fark etmişti.
"Bay Asılan Adam, bunlar sizlerin daha önce bahsettiğiniz tanrılar mı?"
"Evet," Asılan Adam hafifçe başını salladı.
"Onların kıyametle ilgisi ne ki? Bizim topraklarımızın tanrı tarafından terk edilmesiyle bunun ne ilgisi var?" 
Ne yazık ki Derrick’in bu sorusuna cevap verebilecek kimse yoktu.
O sırada Fors şaşkın bir şekilde elini kaldırdı.
"Buhar ve Makinecilik Tanrısı neden yok?"
Onun inandığı tanrı buydu.
Kuzey ve Güney Kıtalarında, yedi tanrı hep eşit olmuştu!
"Söylentiye göre, aynı zamanda Zanaatkarlık Tanrısı olarak da bilinen Buhar ve Makinecilik Tanrısı Dördüncü Dönem’de doğmuş. Görünüşe göre bu doğru, Dördüncü Dönem’in başında ya da ortasında değil sonunda doğmuş olmalı..." dedi Asılan Adam tahminlerini de aktararak.
Demek öyle... Fors, Buhar ve Makinecilik İncil’ini hiç ciddi bir niyetle alıp okumadığı için suçluluk hissediyordu.
Derrick’in aklı ise başka bir noktaya takılmıştı, "Anahtar nokta bu duvar resmi mi?"
"Belki de, çözmeyi deneyebilirsin, ancak, ah, şefin senden şüphelenmemesine dikkat et." Asılan Adam aslında tanrıların fahri isimlerini zikretmemesi, aksi halde Gümüş Şehir’e gelebilecekleri konusunda onu uyarmak istemiş, ancak Güneş’in zaten tanrıların fahri adlarını bilmediğini hatırlayınca bundan vazgeçmişti.
"Pekala. Teşekkür ederim Bay Asılan Adam. Hep çok nazik ve yardımseversiniz. Ayrıca, Bayan Adalet, Bayan Sihirbaz ve Bay Dünya da çok nazikler," Derrick’in sözleri oldukça içtendi.
Nazik? Yardımsever? Asılan Adam ne tepki vereceğini bilemiyordu.
İlk kez birisi onu bu kelimelerle tasvir etmişti.
Tam tartışma sona ermişti ki, Klein’ın aklına bir şey geldi. Tapınağa yapılan bir önceki seferde, Gümüş Şehir keşif ekibi ’Gül Kefaret’ ismini bulmuştu. Ancak buna pek dikkat etmemiş gibi görünüyorlardı.
Bu göz ardı edilemez... Yeraltı kalıntılarındaki şeytani ruha göre, bu son derece gizli örgüt düşmüş melekler tarafından yönetilen örgüt ve Alacakaranlık Münzevi Tarikatı’ndan aşağı kalır yanı yok. Belki de ’döngüsel zaman’ onların işiydi... Aptal, sırtını dikleştirip parmaklarını hafifçe masanın kenarına vurdu.
Bunu fark eden Audrey’nin başı heyecanla Bay Aptal’a döndü.
    Asılan Adam, Güneş, Sihirbaz ve Dünya da beklenti dolu bakışlarını Aptal’a çevirmişti.
Sis tabakasının ardındaki Klein hafifiçe gülümseyerek söze girdi, "Gül Kefaret."
Gül Kefaret? Bu ne... Bu çıkmazdan kurtulmanın anahtar noktası mı? Doğru ya, tapınaktaki duvar resminin köşesinde böyle bir şey yazıyordu! Derrick aniden aydınlanmıştı.
Alger, Audrey ve Fors da bu ismi hatırlamışlardı ve çok önemli olduğunu biliyorlardı, ancak Bay Aptal’ın ne demek istediğini çözebilmiş değillerdi.
"Saygıdeğer Bay Aptal, Gül Kefaret neyi temsil ediyor?" Diye sordu Audrey elini kaldırıp.
Bu kez Klein yalnızca gülümsemekle yetindi.
Fikri çok basitti. Gül Kefaret adlı örgüt, Gerçek Yaratıcı’yla tuhaf bir bağlantı içindeydi. Tapınakta ne olursa olsun bir şekilde onlara işaret edecekti.
Bu ismin anahtar nokta olup olmadığından ise emin değildi ve bu konuda endişelenmiyordu. Sonuçta yorumlama hakkını kullanmıyordu.
Güneş ve diğerleri yanlış bir anlam çıkarırsa bu Bay Aptal’ın suçu olamazdı...

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


458   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   460