Nina, derslik binasından uzakta, sessizce duran bir çeşmenin önüne geldi.
Halka şeklindeki çeşme tamamen kurumuştu.
Betonunun her yerini yosun kaplamıştı, bu da uzun zamandır terk edildiğini gösteriyordu.
Belki de böyle gözden uzak bir yere çeşme inşa etmek başlı başına bir hataydı.
Nina, çeşmeye doğru bakan bir banka oturdu ve derin bir iç çekti.
"...Sanırım benim hayatım da buna benziyor."
Etrafta kimsenin olmadığından emin olduktan sonra, çantasından serçe parmağı boyutunda bir nesne çıkardı.
Bu, pul işlemelerle süslenmiş şık bir takım elbise giymiş küçük, sevimli bir yağmur kurbağası biblosuydu.
Çocukken ablasının ona hediye ettiği, sahip olduğu tek değerli eşyaydı.
Nina, kurbağa biblosunu avuçlarına alırken ilk defa duygularını serbest bıraktı.
"...Bunu gerçekten yapmak istemiyorum~!"
İfadesiz kurbağanın ona cevap vermesi imkânsızdı, ama Nina konuşmaya devam etti.
"Bu okul sistemini kim tasarladıysa gerçekten delirmiş olmalı!
Bir öğrenci, derslerde ve sporda aktif olmalıdır!
Şu Düello saçmalığı da neyin nesi!?"
Bu küçük biblodan başka, dünyaya söyleyemediği gerçek hislerini paylaşabileceği kimse yoktu.
Herkesin önünde taktığı maske, burada tamamen kalkmıştı.
"Öğrencilerin hepsi üst sınıf elitler! Bu inanılmaz yorucu!"
"Okula katılmayı en baştan reddetmeliydim!"
Böylesine akıl almaz bir ortamda üç yıl geçirmeyi hayal bile edemiyordu.
Tabii, üç yıl sonra hâlâ hayatta olup olmayacağının da garantisi yoktu.
Hayır—ne olursa olsun başarmak zorundayım.
Nina, hiçbir duygu barındırmayan gözleriyle ona bakan yağmur kurbağasını sımsıkı kavradı.
Eğer Stingray ailesinin en genç üyesi olarak okuldan atılacak olursa, dış görünüşe aşırı önem veren babasının ona ne yapacağını kestiremiyordu.
Nina’nın aklına, çocukken babasının omzuna elini koyarak onu sosyal toplantılarda oradan oraya sürüklediği günler geldi.
"İki ağabeyi kadar güçlü olmasa da, bu çocuğun da oldukça saygın bir psişik yeteneği var...."
"Böylesine küçük bir çocuk, koca bir dağı yıkabilecek kadar güçlü bir telekineziye sahip...."
"Hah, ne abartı! <’Felaket Kraliçesi’>, öyle mi?......"
"Heiberg Akademisi’ni sınıf birincisi olarak mı bitirecek? Bunu söylemek için çok erken...."
Nina, masum bir gülümsemeye bürünerek yetişkinlerin soğuk bakışlarını görmezden geliyordu.
Ama o zamana kadar zaten fark etmişti—
Babasının omzuna koyduğu elin içinde sevgi yoktu.
O el, sadece onun siyasi gücünü artırmak için kullandığı bir araçtı.
Peki ya ona sırrını açıklasaydı?
Başına ne gelirdi?
"Neyse... az önce gerçekten ucuz atlattım......"
Giriş töreninden önce üç öğrenciyle yaşadığı olay zihninde bir kez daha canlandı.
"...Şimdilik işimi görüyor ama bu böyle devam edemez, değil mi?"
Ne zaman o ruh haline girse, kendi kendine konuşma alışkanlığını bastıramıyordu.
Ve her zamanki gibi, korku, öfke, hayal kırıklığı ve suçluluk duygusu içini kemirerek üst üste birikmeye devam etti.
Aniden, serçe parmağı büyüklüğünde bir beton parçasının hemen önünde durduğunu fark etti. Muhtemelen eskimiş ve harabeye dönmüş fıskiyenin dökülen bir parçasıydı.
Nina avcunu beton parçasına doğru uzattı ve tüm dikkatini ona verdi.
"...Hareket et, hareket et, hareket et!"
Ne kadar denerse denesin beton parçası kıpırdamadı. Ne havalandı, ne de paramparça oldu— sadece bulunduğu yerde öylece kaldı.
"Eh, sanırım bu gayet doğal......"
Nina, bugün belki de ikinci kez iç çekti.
O bir psişik değildi, dolayısıyla o parçayı hareket ettirmesi de mümkün değildi.
Gerçek psişiklerin nesneleri nasıl havalandırıp patlattığını hiçbir zaman anlayamamıştı.
Gücünü avuçlarına aktarıyor gibi yapıp, gözlerini kapayarak diğerlerinin yaptığı gibi derin bir konsantrasyona girse bile, tek bir psişik fenomen bile yaratamamıştı.
Peki o halde, böylesine biri nasıl oldu da güçlü bir psişik olarak korkulan biri haline geldi ve giriş sınavından muaf tutularak Heiberg Akademisi’ne kabul edildi?
Sadece küçük yalanları biriktirerek.
"... Acaba her şey nasıl bu hale geldi?"
Her şey basit bir tesadüfle başlamıştı.
Genellikle psişik güçler, bir çocuğun çevresini algılamaya başladığı dört veya beş yaşlarında ortaya çıkardı.
Temel mekanizması hâlâ tam olarak anlaşılamasa da psişiklerin dünyası böyle işliyordu.
Ve Stingray ailesinde doğan çocuklar, tam da o yaşlarda katı bir eleme sürecine tabi tutulurdu.
Eğer bir çocuk hiçbir psişik yetenek göstermiyorsa, o çocuğun ailenin öz evladı olup olmadığı fark etmeksizin uzak bir akrabaya evlatlık olarak verilerek aileden tamamen dışlanacağı kesindi.
Öte yandan Stingray ailesi, bir yan koldan gelen bir çocuğun güçlü bir psişik yetenek sergilediğini öğrenirse, onu zorla evlat edinmekten çekinmezdi.
Nina, üç kardeşin en küçüğü olarak bu kuralların bir istisnası değildi.
Bu süreç boyunca, Nina sürekli gözetim altındaydı. Çünkü psişik güçlerini henüz kontrol edemeyen bir çocuk, her an bu yeteneklerinin istemsiz bir şekilde açığa çıkmasına sebep olabilirdi.
Elemeler başladıktan yaklaşık iki hafta sonra bir olay yaşandı.
Nina, uşağı Swanson eşliğinde, Stingray ailesine ait bir dağa tırmanıyordu. Babasının doğanın enginliğinin psişik yeteneklerin gelişimine katkıda bulunabileceğine dair şüpheli bir teze kapıldığı açıktı.
Bununla birlikte, yokuş hafif eğimliydi ve küçük bir çocuğun tırmanmasına engel değildi. Üstelik uzun bir aradan sonra temiz hava solumak, onun için büyük bir mutluluktu.
"...Vay canına, çok güzel."
Dağın yarısına geldiklerinde, Nina gelişigüzel bir şekilde uzaktaki bir yamacı işaret etti.
Oradaki ağaçlar, çevredeki ormanlardan tamamen farklı bir renkteydi. Bu da doğal olarak küçük bir çocuğun ilgisini çeken bir şeydi.
Ancak, etrafındaki yetişkinlerden hiçbiri onun gördüğünü fark etmedi.
Bu oldukça doğaldı.
Çünkü Nina parmağını o yöne doğrulttuğu anda, işaret ettiği yamacın aniden çökmeye başlamasıyla herkes dehşete düşmüştü.
"...Ha? N-Neler oluyor? Bu da ne?!"
Gümbür gümbür yükselen korkunç bir gürültüyle, ağaçlar, devasa kayalar ve anormal bir renkteki toprak yığınları yamaçtan aşağı kaymaya başladı.
Elbette, orada bulunan hiç kimse Nina’nın bu olay karşısında en az kendileri kadar şaşkına döndüğünü fark etmedi.
Ancak bu felaket manzarası, oradaki herkesin yeni bir psişik yeteneğin doğuşuna tanıklık ettiğini düşünmesine yol açtı.
Bu olaydan sonra, Nina’nın çevresinde açıklanamaz olaylar yaşanmaya devam etti.
Bir dolap, ona dokunmamasına rağmen devrildi, gökyüzünde süzülen bir kuş aniden yere çakıldı ve bir su borusu patlayarak etrafa büyük miktarda su fışkırttı.
Ama yalnızca Nina bu olayların tamamen tesadüfi olduğunu biliyordu.
Dolap, zaten eskidiği için çökmüştü, kuş havada başka bir kuşa çarpmıştı, ve su borusunun patlaması muhtemelen bir gün önce meydana gelen depremin sonucuydu.
Yine de yetişkinler asla şüphe duymadı. Hepsi, Nina’nın özel bir yeteneği olduğuna kesin gözüyle bakıyordu.
Başlangıçtan beri kızına hiçbir ilgi göstermeyen babası bile, uşağının raporunu aldıktan sonra tamamen tatmin olmuştu.
Elbette gerçeği itiraf etmek istediği sayısız an olmuştu.
Fakat Nina, gücünün sahte olduğu ortaya çıkan çocukların başına neler geldiğini çok iyi biliyordu.
Ve en önemlisi, ona büyük bir beklentiyle bakan uşağı Swanson’ı hayal kırıklığına uğratmak istemiyordu.
Bu yüzden, kendini psişik yeteneği olan biri gibi göstermeye devam etti.
Neyse ki Nina oyunculuk konusunda olağanüstü bir yeteneğe sahipti.
Üstelik, güçlerini kontrol edemeyecek kadar güçlü olduğu bahanesini de ortaya atarak, yalanlarını daha da sağlamlaştırdı.
Böylece, bugüne kadar kimse onun sırrını açığa çıkaramadı.
"...Eğer her şeyi birine anlatırsam, kendimi daha iyi hisseder miyim?"
Bu soruyu kaç kere kendi kendine sormuştu?
Ancak bu, asla gerçekleşmeyecek bir hayaldi.
Heiberg Akademisi’ne geldiğine göre, artık kaçabileceği hiçbir yer yoktu.
◇
Sınıf binasının girişine bir bilgi panosu yerleştirilmişti ve burada sınıf yerleşim listesi asılıydı.
Nina, öğle arası bitene kadar çeşmenin önünde vakit geçirdiği için, çevrede neredeyse hiç öğrenci yoktu.
Bilgi panosuna ciddi bir ifadeyle bakan yalnızca bir öğrenci vardı.
Soluk turuncu bir tene, dağınık siyah saçlara ve geceyi andıran dar gözlere sahipti. Üniformasını umursamazca giymiş, kıyafetinin bazı yerleri yırtılmış ve tamamen çamurla kaplanmıştı.
Bu, giriş töreninde Eleme Testi’ne katılan çocuktu.
"......Ne?"
Doğulu bir kökene sahip gibi görünen bu çocuk, şaşkın bir ifadeyle Nina’ya döndü.
Nina farkında olmadan ona dik dik bakmıştı.
"....Ah, özür dilerim."
"Hm? Yoksa sen..."
Çocuk, ona bir gülümseme yöneltti. Dudaklarının köşeleri yukarı kıvrılmıştı, hatta beyaz dişlerini sergileyerek adeta kusursuz bir gülümseme sunuyordu.
Buna rağmen gözlerinde en ufak bir ışık yoktu.
Sanki dünyada hiçbir şey ona ilginç gelmiyordu.
Ortamdaki garip sessizliği gidermek için çocuk nihayet konuştu.
"....Evet, sen Nina Stingray’sin, değil mi? Aynı sınıfta olacağımızı hiç düşünmemiştim."
"Beni tanıdığınıza göre onur duydum. Bu arada, adınız nedir?"
"Uh, ......buna cevap vermek zorunda mıyım?"
"Evet?"
Böyle bir durumda hiç kimsenin kendini tanıtmaktan kaçınması mümkün değildi.
Nina, sorusunu doğru ifade edememiş olabileceğini düşündü.
"Sanırım beni tam olarak duyamadınız, o yüzden soruyu tekrar edeyim. İsminizi öğrenebilir miyim?"
"Stingray-san, buraya sınıfınız hakkında bilgi almak için geldiğinizi varsayıyorum?"
"Uhm, lütfen insanların söylediklerini dinleyin...."
"Az önce birinin bundan bahsettiğini duydum. Siz 8.Sınıftasınız."
"......Ç-Çok teşekkür ederim."
Konuşma biraz kafa karıştırıcıydı, ama yine de teşekkür etmeye karar verdi.
Elini hafifçe kaldırıp uzaklaşan çocuğa son bir kez göz attıktan sonra, bilgi panosuna yöneldi.
Ne olur ne olmaz diye ismine tekrar baktı ve yanında yazılı olan numarayı nihayet buldu.
Aslında orda 6.Sınıf yazıyordu.
─ Bana söylediğin tamamen yanlış!
Nina, panikle etrafına bakındı.
Az önce ona yalan söyleyen çocuk çoktan iç koridora doğru ilerlemişti.
Normalde bu tür şeyleri umursamazdı, ama nedense bu sefer buna katlanamadı.
"Görünüşe göre ben 8.Sınıftta değilmişim, ha?"
Çocuk, onun peşinden geleceğini beklemiyormuş gibi bir anlığına şaşırmış göründü.
Ancak hemen soğuk bir ifadeye büründü ve oldukça alçak bir ses tonuyla mırıldandı:
"Üzgünüm, üzgünüm. Sanırım biraz yanlış anlamışım."
"Sırf sohbeti hızlıca bitirmek için rastgele bir şey söyledin, değil mi?"
Nina sonunda neden bu durumu görmezden gelemeyeceğini anladı.
Çocuğun tavrından yayılan rahatsız edici his muhtemelen düşmanlıktan kaynaklanıyordu.
Nina’nın iki ağabeyi de <’Beyaz Şövalyeler’> in üyelerindendi.
Halk tarafından kahraman olarak görülüyorlardı, ancak onlara gizliden gizliye kin besleyen insanların olması da hiç şaşırtıcı değildi.
"Gerçekten sadece bir yanlış anlaşılmaydı."
Buna rağmen, çocuk en ufak bir rahatsızlık bile duymuş gibi görünmüyordu.
"Biliyor musun, bu akademinin oldukça zorlu bir yer olduğu söyleniyor. Ben de, insanın kendini toparlaması için okulun ilk gününde ufak bir sınavdan geçmesinin iyi olacağını düşünüyorum. Ama bunun için minnettar olmanı beklemiyorum tabii ki."
"Bu nasıl bir mantık?"
"Şöyle bir söz vardır: "Felaket, Tanrı’nın yol göstermesidir". Başımıza gelen her talihsizlik bir sebebe dayanır. Kim bilir, belki de okul hayatın bundan sonra ‘yanlış sınıfa yönlendirilmenin anlamını’ keşfetmekle geçecek."
"Böyle bir sözü daha önce hiç duymadım......"
"Eh, tabii ki. Çünkü onu daha az önce uydurdum."
Giriş töreninden beri biriken stres, Nina’nın mantık duvarlarını her an yıkabilirdi.
"Gerçekten de çok konuşuyorsun, ha... Rakamları doğru okuyamamana rağmen."
"Dünyada her türlü insan var sonuçta. Neyse, bir dahaki sefere görüşürüz."
Çocuk, sohbeti sonuna kadar kendi lehine çevirmeye çalışarak uzaklaştı.
—Ahh, bu çocuğun nesi var böyle~!?
Mantığı çökmeden hemen önce, Nina derin bir nefes alarak kendini sakinleştirmeyi başardı.
Kendine telkinde bulundu: Endişelenme, her şey yoluna girecek.
Eğer aynı sınıfta değilsek, onunla bir daha asla muhatap olmak zorunda kalmayacağım.
Sınıfa zarif ve sakin bir ifadeyle adım attığı anda, Nina ortamın bir anlığına buz kestiğini hissetti.
Henüz yerlerine oturmamış ve kendilerini tanıtmak yerine sohbet etmekle meşgul olan öğrenciler, ona temkinli bakışlar attılar.
Nina, böyle bir muamele görmeye çoktan alışmıştı.
Eğer ona bir canavarmış gibi davranıyorlarsa, en azından kimsenin ona zarar vermeye cesaret edemeyeceği anlamına geliyordu.
Ve bu da onun için yeterince iyiydi.
Sessizce merdivenleri çıktı ve en üst sıranın en sağındaki sandalyeye oturdu.
Bu sırayı seçmesinin özel bir sebebi yoktu. Etrafında kimse oturmazsa daha az sorun çıkacağını düşündü, hepsi bu.
Nina, günü sessizce geçirmeyi planlıyordu. Ancak sınıftaki havaya hiç aldırış etmeyen bir öğrenci ona seslendi.
"Nina-chan değil mi? Yanındaki koltuk boş mu?"
Öğrencinin gülümsemesi, sabah güneşini andıran bir sıcaklık yayıyordu.
Derin yeşil gözleri ışıl ışıldı ve turuncu kısa kesimli saçları, etrafına canlı bir enerji yayıyordu.
Nina, bir anlığına şaşırsa da hızla kendini toparladı.
"Elbette boş. Oturabilirsin."
"Teşekkürler!" Nina cümlesini bile bitiremeden, kız yanındaki koltuğa kayarak yerleşti.
"Seninle konuşmayı hep istemiştim, Nina-chan!"
Kendisini Emma Licorice olarak tanıtan kız, sınıfa uyum sağlayıp sağlayamayacağı konusunda endişeliydi.
Böylesine neşeli bir kişiliği olan birinin çabucak arkadaş edinebileceğini düşünmek doğaldı.
Ancak gerçekte Emma’nın ciddi şekilde kaygılı olduğu belliydi ve bu durum Nina’nın hoşuna gitti.
Emma, kendini tanıtır tanıtmaz, Nina’ya peş peşe sorular yağdırmaya başladı.
Dört yaşındayken psişik yetenek geliştiren Nina’nın, evinin yakınındaki bir dağı çökerttiği söylentilerinin doğru olup olmadığı hakkında... Göğsünde taşıdığı broşun üzerine yerleştirilen mücevherin türü hakkında ve Ülkenin en prestijli ailelerinden biri olan Stingray ailesindeki yaşamı hakkında onu soru bombardımanına tuttu.
"Eh, Nina, sen de yurtta mı kalıyorsun? Yakınlarda bir villan falan olduğunu sanıyordum."
"Tabii ki hayır. Okulun kuralı gereği tüm öğrenciler yurtta kalmalı. Ben de bu kurala sıkı sıkıya bağlıyım."
"Gerçekten mi!? O zaman bundan sonra birlikte takılmak için bolca fırsatımız olacak!"
Nina’nın insanlarla etkileşime girmeden önce arasına görünmez bir duvar örme alışkanlığı vardı, ama Emma’nın sorularını doğal bir şekilde yanıtlayabilmişti. Belki de sebebi, Emma’nın beklenti ve heyecanla parlayan gözlerini görmekten keyif almasıydı. Üstelik her şeyden önce, bu kızın davranışlarında gizli bir niyet sezememişti.
—Belki de sonunda normal bir okul hayatı sürebilirim.
Nina, zihnine aniden düşen o tatlı düşünceyi içinde bastırdı.
Emma gerçekten iyi bir kız ve onunla geçireceği günler neşe dolu olabilirdi.
Ancak tanıştıkları yer hiç de uygun değildi.
Bu okul, gençlik dolu etkinliklerin teşvik edildiği bir yer değil, sadece hayatta kalma mücadelesi için olan bir yerdi. Eğer birisi ayrılırsa, birlikte geçirdikleri zamanın anıları bile silinecekti. Böyle bir ortamda dostluğun yeşermesi imkânsızdı. Üstelik, diye düşündü Nina. Ne kadar nazik olursa olsun, eğer onun büyük sırrını öğrenirse, ona asla şimdiki gibi davranmazdı. "...... Ah, işte buradasın! Seni arıyordum, biliyor musun!?"
Nina’nın içli duygularından habersiz Emma, sınıfa giren arkadaşına el salladı. Çocuk ilk başta onu görmezden gelmeye çalıştı ama Emma pes etmeyince dayanamadı. Kasıtlı bir iç çekişle merdivenleri ağır adımlarla çıktı.
─Bu adam... , yok artık.
Nina, kötü bir şakayla karşılaşmış gibi şaşkın bir ifadeyle Emma’ya döndü:
"Emma? Yoksa sen... onunla arkadaş mısın?"
"Evet, öyleyim."
"Şey, özür dilerim. İnsanlarla iletişim konusunda biraz tedirginim..."
"Ben de onunla ilk kez tanışıyorum. Merak etme, Jin iyi biridir."
İyi biri mi? O mu?
Görünüşe göre iyi ve kötü kavramları konusunda temelden farklı düşünüyorlardı. Nina’nın zihninde, bilgi panosunun önünde birkaç dakika önce yaşanan gergin anı ile karşısındaki asık suratın görüntüsü üst üste bindi.
"......Merhaba," diye zorlukla bir nezaket gösterdi Nina. "Demek aynı sınıftayız, öyle mi?"
"Öyle............mi."
Gördün mü? Yine o sinir bozucu bakışı atıyorsun! Hem de kendini bile tanıtmıyorsun!
İçinden söylenmek istedi ama prestijli bir ailenin kızına yakışmazdı.
Sorun yok, diye düşündü. Sınavdan dolayı yorulmuş olmalı. Ya da belki sadece utangaçtır.
Nina, onu kabullenmek için kendi kendine bahaneler üretirken, çocuk ikisinden birkaç sıra uzağa oturdu.
"Jin, neden yanımıza gelmiyorsun?"
"Bana bakmayın, siz ikiniz keyfinize bakın."
"Yoksa~ Nina kadar güzel bir kızın yanında utandın mı?"
"Tabii ki hayır."
Jin adındaki bu erkek öğrenci, utangaçlık veya mahcubiyetten uzak bir tavırla Nina’ya baktı.
"Senin gibi züppe bir sosyete kızıyla nasıl sohbet edeceğimi bilemiyorum."
Nina artık daha fazla sessiz kalamadı:
"Emma, belli ki bu kişi insanlardan nefret ediyor. Onu rahat bırakalım."
"Oh, biz avam takımının hislerini anlıyorsun ha? Aferin sana."
"....Doğru. Onu eğlendirmek için uğraşmamıza gerek yok. Ormanlarda kurbağalarla yılanları izlemek daha çok hoşuna gider herhalde."
"Durun bir dakika! İkiniz neden bir anda gerildiniz?"
Emma, göz teması bile kurmadan birbirlerine laf atan iki kişi arasında sıkışıp kalmış, şaşkınlık içindeydi.
Nina, aceleyle durumu düzeltmeye çalıştı:
"Üzgünüm Emma. Aramızda... bazı şeyler yaşandı."
"Ah, demek ilişkiniz böyleymiş! Özür dilerim, fark edemedim!"
"Emma? Sanırım korkunç bir yanlış anlaşılma var..."
6. Sınıf Eğitmeni müfredatı anlatırken, Nina ciddi ifadesinin ardında içten içe onu lanetliyordu.
─Zaten bu kaba sosyetik sürüsüyle uğraşmaktan bitap düşmüşken, o herifin derdi de ne?
─Daha yeni tanıştığı birine böyle davranmak ne kadar doğru? Ahlak kurallarında böyle mi yazıyor? Yoksa benim sağduyum mu hatalı?
─Geri dön ve eski hayatına yeniden başla! İlk kez tanıştığın birine bir daha asla küstahça davranmayacağına dair yazılı bir taahhüt imzalayıp öyle gel, aptal herif!
─Ah, Tanrım, artık dayanamıyorum! Böyle bir yerde üç yıl nasıl dayanabilirim ki?
Nina’nın umursamazca saklamaya çalıştığı gerçek duyguları, çoktan çığlıklar atarak debeleniyordu.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.