Derrick’in gümüş çizgilerle sarılı baltası duvar resmindeki nehre çarptığı anda mağara duvarı ve taş parçacıkları etrafa saçıldı.
Kaynağı kendisine bağlı olan nehir tek hamlede parçalanmıştı.
Derrick dört gözle döngünün bozulmasını beklerken, İblis Avcısı Colin hızla öne atılıp yüzünde kasvetli bir ifadeyle ona baktı.
"Ne yapıyorsun sen?"
Yarı tanrının kılıcının ucu hala yukarı bakıyordu, ancak bariz bir şekilde adam artık kabzayı daha sıkı kavramıştı.
Derrick, Tarot Kulübü’nün önerilerini yeniden anımsayarak ’şüpheci’ ve ’korku’ dolu bir tonda cevap verdi, "Ekselansları, az önce buradan siyah bir gölge geçti. Evet! Bir çocuğun figürüne benziyordu!"
Colin ondan gözlerini ayırmadan başka bir ekip üyesine seslendi, "Haim, sen de gördün mü?"
Haim adlı genç içgüdüsel olarak Şef’e birkaç adım yaklaşıp başını iki yana salladı, "Hayır, ben hiçbir şey görmedim."
Colin’in açık mavi gözleri parlamaya başlamıştı, yavaş yavaş iki karmaşık koyu renkli sembol ortaya çıkıyordu.
Bu gözlerle Derrick’i dört-beş saniye kadar inceledi.
Sonunda bakışlarını çekip normal tonuyla devam etti, "Bu senin ilk keşif görevin; gerginlik sebebiyle halüsinasyon görmen normal.
Bundan böyle yanımda kalacaksın. Böyle daha sakin olacağını düşünüyorum."
"Tabii Ekselansları," dedi Derrick bir an bile tereddüt etmeden.
Tabii duvar resminin kritik nokta olmadığını da doğrulamıştı.
Bay Aptal’ın altını çizdiği Gül Kefaret’in muhtemelen daha derin bir anlamı var; bu kadar basit değil... Böylece sessizce, elinde Kasırga Baltası ile Şef Colin’in yanına geçti.
Sonrasında olanlar, döngülerdeki diğer keşiflerden pek de farklı değildi. Ve sonunda altıncı kez sunağın olduğu salona gelmişlerdi. Sarı saçlı küçük çocuk Jack de oradaydı.
İblis Avcısı Colin, çocuğun yakarışlarını duyup silüetini görünce temkinli bir şekilde ona yaklaştı, şu anda Derrick’e pek dikkat etmiyordu.
Ancak tam o kelimelerini tartarken Derrick aniden söze girdi, "Seni nasıl kurtarabiliriz?"
Bu sözleri duyan Jack’in yüzünde heyecanlı bir ifade belirdi.
"Kurtar beni, kurtar beni, beni eve gönder! Beni eve gönder!"
"Evin neresi?" Diye sordu Derrick merakla.
Bu sahneyi gören Colin bir şey söylememeye karar vermiş, ancak kılıcını daha da sıkı kavramıştı.
O sırada Jack güçsüzce elini kaldırıp şöyle dedi, "Benim evim, benim evim Enmat Limanı!"
Enmat Limanı... Bay Asılan Adam bundan hiç bahsetmemişti ama, ’liman’ kelimesine bakılırsa Jack gerçekten de bizim bölgemize ait değil. Dış dünyadan geliyor olmalı... Bayan Adalet ve diğerlerinin yaşadığı Loen Krallığı’ndan! Derrick neşelenmişti, heyecanını gizlemekte güçlük çekiyordu.
Ancak onun bu tepkisi İblis Avcısı Colin’in şüphesini çekmemişti çünkü bu güçlü şef de daha önce hiç deniz görmemişti. Yalnızca bazı kitaplarda, bu su kütlesinin göllerden çok daha büyük olduğunu okumuş, ’liman’ terimini de birkaç kez görmüştü.
Tuhaf çocuğun ağzından çıkan kelimeler, Colin’in önünde yeni bir dünya resmetmişti sanki. Çaresizce Gümüş Şehir için bir gelecek arayan şef, her şeyi unutmuş gibi görünüyordu, "Sen, ya da siz, buraya nasıl geldiniz?"
"Babam ve ben önce tekneyle seyahat ettik, sonra onun arkadaşlarıyla buluşup yolculuğa devam ettik. Dev bir fırtınanın ardından, bazılarımız toprağa ulaşıp tanrının bakışlarını takip ederek buraya ulaştık."
"Tanrının bakışlarını takip ederek mi?" Colin ve diğerlerinin bakışı anında tanrıya dönmüştü, onun nereye baktığını anlamaya çalışıyorlardı.
Colin kısa süre içinde bazı çıkarımlar yapabildi.
Heykelin baktığı yöne ilerlediler. Yani, süreci tersine çevirirsek kıyıyı ve kondukları yeri bulabiliriz... Bakışın tam tersi yönde... Keşiflerle sürekli olarak yenilenen Gümüş Şehir çevresi haritası anında Colin’in zihninde canlandı, böylece kısa sürede küçük çocuğun ’yolculuğunun’ kaba bir taslağını oluşturabilmişti.
Ortasında başka tapınak ya da heykel yoksa, Dev Kral’ın Avlusu’ndan geçmek gerekiyor! Colin içgüdüsel olarak gözlerini kıstı.
Burası, bir zamanlar eski tanrı Dev Kral Aurmir’in yaşadığı yerdi. Gümüş Şehir’den çok da uzak değildi!
Gümüş Krallığı’nın, nesillerdir devler tarafından yönetilen torunları kalıntıların tam olarak nerede olduğunu biliyordu, ancak yine de alanın keşfini tamamlamayı başaramamışlardı, çünkü orası saf karanlıktan bile daha tehlikeliydi!
Colin’in tahminlerine göre, bu çocuk ve yoldaşları buraya gelmeden önce Dev Kral’ın Avlusu’nu geçmiş olmalıydı.
Bunu nasıl başardılar? Belki de doğrudan bir yol seçmeyip avlunun etrafından dolandılar... Ne olursa olsun, o avlunun ardında denize çıkan bir yol var. Ve denizin diğer ucunda da bir insan krallığı olabilir... Gümüş Şehir’in umudu bu mu? Colin düşünceli bir halde başını salladı.
O sırada Derrick, çocuğun kıyafetlerinin bazı kısımlarının koyu kırmızıya boyandığını, oralardan bir tür sıvı aktığını fark etmişti.
"Yaralandın mı?" diye sordu temkinli bir tavırla.
Jack başını eğdi, "Orada çirkin bir şey büyüyor..."
Konuşurken kıyafetlerini çıkarmaya başlamış, göğsünü açmıştı.
Orada iki göz, bir burun ve bir ağız vardı!
Boyayla ya da taşlarla yapılmamıştı. Bunlar gerçek gözler, gerçek bir burun ve gerçek bir ağızdı. Dahası, tek bir insandan değil de çeşitli kimselerden gelen parçalarmış gibi görünüyorlardı.
Bunu gören Derrick’in zihninde, Jack’in yoldaşlarının kalıntılarını kullanarak bu yüzü oluşturduğu korkunç bir sahne canlandı.
Yüz nazik ve kayıtsızdı, Derrick’e açıklanamaz bir aşinalık hissi veriyordu.
Ve iki saniye sonra, Derrick bu aşinalık hissinin sebebini anladı.
Bu yüz, arkalarındaki duvar resminde bulunan meleğe, gümüş saçlı, ayağının ucunda nehir olan meleğe çok benziyordu!
Elbette, keşfi sürekli tekrarlamamızın sebebi ’O’! Derrick daha fazla kendini tutamayıp bağırdı.
"Gül Kefaret!"
Jack başını kaldırıp ona baktı, ağzı hafifçe açılmaya başlamıştı.
"Çok açım...
Çok açım..."
... Derrick donup kalmıştı.
Yeniden kendisine geldiğinde kamp alanında oturuyordu.
Gül Kefaret işe yaramıyor...
Böylece çok geçmeden yedinci keşif başladı.
Keşif ekibi her zamanki gibi tanrı heykelinin olduğu yeraltı salonuna girdi. Jack hala oradaydı.
Benzer bir konuşma tekrar yaşandıktan sonra, Derrick yine çocuğun karnındaki o yüzü gördü.
Artık deneyimli olduğundan, çocuğu tedirgin edebilecek bir şeyler yapmaktan kaçınıyordu. İblis Avcısı Colin’e yaklaşıp fısıldadı, "Ekselansları, çocuğun göğsündeki yüz, duvar resmindeki meleğe çok benziyor. Gümüş saçlı, ayağının dibinde nehir olan meleğe... Ve resmin altındaki köşede ’Gül Kefaret’ yazıyor."
Colin’in kaşları çatıldı.
Bir yandan Jack’i teselli etmeye çalışırken, diğer yandan da göz ucuyla Derrick’i izliyordu.
Birkaç saniyelik sessizliğin ardından kısık sesle cevap verdi, "Bu sözlerin bana bazı şeyleri anımsattı.
Uzun zamandır bu duvar resmini inceliyoruz ve burada bir grup münzeviyi kutsal yolculuğa götüren bir meleğin tasvir edildiğine inanıyoruz. Belki de bu grubun adı Gül Kefarettir.
Yine kendine bağlanan nehir döngüyü temsil ediyor, biz bunu kutsal yolculuğun tekrarlanması olarak yorumladık.
Oysa şimdi, belki de meleği tanımlamak için kullanılıyor olabilir.
Eskiden Amon senin vücudunda saklandığından, bana bunları hatırlattın."
"Neden?" Derrick şaşkındı.
İblis Avcısı Colin gözlerini Jack’ten ayırmadan devam etti, "Amon’dan geriye kalan solucan zaman sembolüne sahipti ve dairesel nehir genellikle kaderle ilişkilendirilir. Bu ikisini bir araya getirince, aklıma güvenilirliğinden emin olmadığım bir şeyden bahseden birkaç kitap geldi.
Her şeyi yaratan tanrı yüzünü bu dünyaya döndüğünde, etrafında birçok melek vardı. Bunların arasında, tanrı olmaya en yakın olan, meleklerin liderleri, ’Meleklerin Kralları’ydı. Toplamda sekiz kişiydiler ve bazılarının isimleri tarihin tozlu raflarında kayboldu. Diğerlerine dair hala kayıtlar var, kimileri kısaca, kimileri detaylı.
Söylentiye göre, tanrının oğlu bu sekiz Melek Kralı’nın arasındaymış.
Bunlardan ikisinin, ’Zaman Meleği’ ve ’Kader Meleği’ unvanları vardı."
Derrick bağlantıyı hemen kurmuştu, "Amon’un Zaman Meleği olduğuna, resimdeki kişinin de Kader Meleği olduğuna mı inanıyorsunuz?"
"Şimdilik emin değilim. Aktarılan tek şey Zaman Meleği unvanıydı. Kader Meleği’yle ilgili kayıtlarsa biraz daha ayrıntılı..." Colin aniden derin bir nefes aldı.
"Kader Meleği, Kuyruk Yutan Ouroboros."
…
Akşam vakti, Odora ailesinin yeraltı yapısında.
Emlyn White kara tabuta bakaran içindeki Sanguine’e seslendi, "Lord Nibbs, Ata’nın görevini kabul ediyorum!"
"Çok güzel.
Ne zaman başlamak istersin? Yerine getirilmemiş dileklerin var mı?"
“…"
Lord Nibbs’in kendisine son dileklerini sorduğunu duyan Emlyn dehşete kapılmıştı, kararından pişman olmak üzereydi.
"Gerek yok!
Hemen başlayabiliriz."
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.