Yukarı Çık




470   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   472 


           
Cheek...

Klein’ın tüyleri diken diken olmuştu, vücudunun her yerinden soğuk soğuk terler akıyordu.

Sanki yeniden Tingen’deymiş, Blackthorn Güvenlik Şirketi’nin içinde Megose’un karnındaki bebeği Ruh Görüsüyle inceliyormuş gibi hissediyordu. İçgüdülerinden gelen korku o kadar netti ki, dev bir el kalbini sıkıyormuş gibi hissediyordu.

Gri sise ve kehanetlerine müdahale eden şeyin Sınıf 0 bir Mühürlü Eser ya d yarı tanrı seviyesinde biri olmadığını sonunda anlamıştı. Trissy’nin bedeninde daha da korkunç bir şey saklanıyordu.

Kıyametin sembolü, İlkel Şeytaniçe!

Hayır, henüz İlkel Şeytaniçe değil. Aksi halde Trissy’nin yanında durarak çoktan kontrolü kaybetmiş olurdum!

Trissy başını kaldırıp hareketsiz duran Klein’a baktı, sonra da zarifçe sağ elini kaldırıp ince parmaklarını vücudunda gezdirmeye başladı. Öfke, cazibe ve şeytanlık dolu bir tonda güldü, "Gece Kuşları’na ya da diğer Beyonder kurumlarına bu meseleyi bildirirsen, yakalanmadan önce seninle buluşup sana mükemmel bir zevki tattırabilirim."

Klein içgüdüsel olarak onun parmaklarını takip ediyordu, akıllara durgunluk veren detaylar onu hipnotize etmiş gibiydi.









Çok büyük sayılmazlar, ancak çok sıkılar... Ne düşünüyorum ben... Neye bakıyorum ben! Zevk Şeytaniçesi’nin baştan çıkarma gücü mü bu? Bir zamanlar erkek olduğun gerçeğini göz ardı etsem bile, gerçek bir kadın olsan ve bunca suç işlememiş olsan bile böyle bir şeye cüret edemezdim. Aniden İlkel Şeytaniçe’yi uyandırırsan, Aptal bile bununla baş edemez... Klein sessizce iç çekip başını tavana doğru kaldırdı, "Benim, sıradan bir Düşük ya da Orta Dizi Beyonder’ın kraliyet ailesinin dikkatinden kaçabilecek kadar yetenekli olduğumu mu sanıyorsun? Bence şimdiden bir şeylerin yanlış olduğunu hissetmiş olmalılar, harekete geçmek üzere olduklarından eminim.."

Bunu duyan Trissy hafifçe kıkırdadı.

"Kaçıp ana takip gücünü kendi üstüme çekebilirim. Geriye kalanlar da oldukça güçlü olabilir ancak onlarla baş etmek o kadar da imkansız değil.

Kendi hayatın uğruna tüm gücünle savaşacağına inanıyorum!"

Böylece Trissy’nin figürü hızla ortadan kayboldu.

Ancak Sharron’ın tarzından farklıydı, sanki normal Hayalet durumuna girmemiş, görünmez olmuştu.

Bam!

Araç kapısı hızla açılıp kapandı.

Aracın içinde hala tatlı bir koku kalmıştı.

Klein’ın kolları hala hafifçe titriyordu.

Yeterince deneyimli olmasa, gerçek dünyada şeytani bir tanrının oğluyla karşılaşmış olmasına rağmen, ’Trissy Cheek’ isminin ne anlama geldiğini bilerek anında olduğu yerde bayılabilirdi.

Trissy hala bedenine neler olduğunu bilmiyor gibi görünüyor. ’Cheek’ isminin anlamını da... Klein hızla kendisini sakinleştirip pencereden dışarı baktı, mesafeyi ve zamanı tahmin etmeye çalışıyordu.

Manevi içgüdüleri ve deneyimleri ona, böyle bir durumda herhangi bir şey yapmanın hiçbir şey yapmamaktan daha iyi olduğunu söylüyordu!

Bu nedenle, tehlike karşısında kendisini kurtarmak için elinden geleni yapmaya hazırdı!

3, 2, 1... Aniden gözlerini açıp parmaklarını şıklattı.

Yolun kenarında, yalnızca birkaç dalı kalmış küçük bir ağaçta ufak bir alev yandı. Ancak alevler hızla büyüyerek göğe yükseldi.

Klein’ın gelmeden önce ayarladığı cebindeki birkaç kibrit de çok geçmeden yandı ve kızıl renkli alev Klein’ı tamamen yuttu.

Figürü hızla aracın içinden kaybolmuş, yol kenarında yeniden ortaya çıkmıştı.

Pa! Pa! Pa! Klein parmaklarını şıklatmaya devam ediyor, figürü de sürekli kaybolup başka bir yerde ortaya çıkıyordu. Böylece Klein hızla ormanın derinliklerinde belirdi.

Dışarıdan görünmeyen bu noktada durup boynundaki aksesuarı çıkardı.

Bu meselenin arkasında gizli unsurlar olduğunu zaten hep biliyordu. Bu nedenle Kırmızı Gül Malikanesi’ne gelirken Sihirbaz kurallarına uygun davranmayı atlamamıştı. Kibritler, mistik nesneler gibi bazı hazırlıklar yapmıştı.

Capim ve Hayalet olaylarına karışan Biyolojik Zehir Şişesi ve Güneş Broşu’nu elbette gri sisin üstünde bırakmıştı, kapıdaki askeri görevlilerin gözünden kaçmayacağını bildiğinden Kara Göz’ü de yanına almamıştı.

Arındırma, iblis avlama mermileri gibi şeylerin yanında yalnızca iki mistik nesneyi yanında getirmişti.

Bunlardan biri, engelleri aşmasına olanak tanıyan Ana Anahtar’dı. İnsanın kaybolmasını sağlayan yan etkileri olsa da bunlar kehanetle dengelenebilirdi. Dahası, sıradan bir anahtar gibi göründüğünden gerçekte ne olduğunun anlaşılması zordu. Diğer mistik nesne ise, Klein’ın hazırlıklarının önemli bir unsuru olan Azik’in bakır düdüğüydü.

Basitçe söylemek gerekirse, baş edemeyeceği bir tehlikeyle karşılaştığında kendisinden daha büyük bir güçten yardım isteyebilecekti!

O karşılaşmadan sonra, Trissy’i tanısam da tanımasam da kesinlikle ölüm listesine alınmış olmalıyım. 0-08’in hedefinde olma ihtimalim yüksek. Bay Azik’ten yardım almanın olumsuz bir etkisi olmayacaktır. Eh, tabii tüm bu tesadüflerin ardında gerçekten 0-08 varsa... Klein soğuk bakır düdüğü eline alıp güçlü bir şekilde üfledi.

Sonra da hemen Ruh Görüsünü etkinleştirdi ve çok geçmeden zeminden çıkan beyaz kemikleri gördü. Dört metrelik elçi başını eğip alevli gözleriyle Klein’a baktı.

Bu devasa beden Klein’a kendisini güvende hissettiriyordu. Hemen yanında taşıdığı kalem ve kağıdı çıkarıp iki kelime yazdı: "Yardım edin!"

Kağıdı telaşla katlayıp elçinin eline uzattı.

Elçi kaybolduktan sonra o da bakır düdüğü cebine atıp dua ediyormuş gibi fısıldamaya başladı, "Saygıdeğer Bay Aptal, araştırmalarım sonuç verdi. Prens Edessak’ın aşık olduğu kadın Şeytaniçe Mezhebi’nden Cadı Trissy. Zevk Şeytaniçesi seviyesine geçmiş, üst kademeler adını Trissy Cheek olarak değiştirmiş..."

Klein hızla ’raporu’ gönderdikten sonra saklanmaya gerek duymadan saat yönünün tersine dört adım atarak gri sisin üstüne ulaştı.

Sonra da kendisinin dua eder görüntüsünü Bayan Adalet’i temsil eden kızıl yıldıza doğru sürükledi. Alaycı bir ton takınarak, Aptal’ın tarzıyla uyumlu bir şekilde de ekledi, "Cheek, hehe, bu bir İlkel Şeytaniçe’nin gerçek adı..."

Görüntüyü Adalet’e gönderir göndermez gerçek dünyaya dönen Klein, hayatı için koşmaya hazırdı.

Ancak yalnızca birkaç adım atmıştı ki, aniden gözleri parladı.

Başını kaldırdığında gökyüzünden düşen alevli meteorların tüm ormanı sardığını gördü!

"Bu..." Peşinde olan kişinin onu susturmak için gökyüzünden meteor yağdıracağı aklının ucundan bile geçmemişti!



Sıradan görünümlü bir tüy, sarı bir defterin üzerinde süzülüyordu:

"Bilinmeyen, açıklanamayan nedenlerden ötürü Dallask meteor yağmuru gezegene iki gün erken geldi.

Bir kısmı, Sherlock Moriarty’nin saklandığı ormana düştü. Evet, böyle oldu!"



Salı öğleden sonra, Audrey’nin çalışma odasında.

Yetişkinliğe adım atmak üzere olan genç kız, dikkatle öğretmeni Bayan Escalante’nin Seyirci ve Telepatist güçlerinin mistisizm psikolojisi ile bağlantısını açıklayışını dinliyordu. Ayağının dibinde oturan Susie de oldukça hevesli görünüyordu.

Ancak Audrey aniden görüşünün bulanıklaştığını, orman gibi bir şeyin gözlerinin önüne geldiğini fark etti.

Kısa süre sonra da kulağında sesler yankılanmaya başladı.

Prens Edessak... Şeytaniçe Mezhebi... Cadı Trissy... Zevk Şeytaniçesi... Trissy Cheek...Önemli kelimeler Audrey’nin doğrudan ilgisini çekmişti.

Demek sebebi buymuş! Edessak’ın aşık olduğu kişi bir Şeytaniçe... Dahası, Şeytaniçelerin çoğu erkekten dönme... Kahkaha atmak istiyorum... Ancak bu neden Backlund için tehlikeli? Ah, hemen babamı uyarmam lazım... Ancak neyi bahane edeceğim... Audrey yüz ifadelerini kontrol etmek için elinden geleni yapıyor, bir yandan da bir çıkış yolu arıyordu.

O sırada onur koltuğunda oturan Bay Aptal’ı gördü. "Cheek, hehe, İlkel Şeytaniçe’nin gerçek adı bu..."

İlkel Şeytaniçe’nin gerçek adı... İlkel Şeytaniçe! Audrey ne kadar çabalasa da yüz ifadelerini kontrol edememişti.

"Ne oldu?" Gözlemci bir Telepatist olan Escalante kızdaki tuhaflığı anında fark etmişti.

Audrey birkaç saniye düşündükten sonra endişeli bir tonda cevap verdi, "Bayan Escalante, aklıma çok korkunç bir şey geldi. Anne ve babama haber vermem gerekiyordu, ancak unutmuşum. Eğer haber vermezsem sonuçları çok korkunç olacak."

Mesela Backlund’un yıkımı gibi... Buradaki milyonlarca masum insanın ölmesi gibi... Audrey sabırlı kalmaya çalışarak dudaklarını birbirine bastırdı. Parlak, zümrüt yeşili gözlerindeki endişe gizlenemeyecek kadar yoğundu.

Escalante kaşlarını çattı, "Şu anda haber versen çok mu geç olacak?"

"Hiç vermememden iyidir. Bayan Escalante, lütfen beni bekleyin. Yoo, önce siz gitmelisiniz." Audrey kendisini sakinleştirip yeniden Seyirci durumuna girdi.

Ayağa kalkıp odadan çıkarak koridora geçti.

Babam Lordlar Kamarası’nda... Yalnızca annem evde... Ama ne diyeceğim ki? Audrey’nin kaşları hafifçe çatıldı. Adımları ne yavaşlamış, ne de hızlanmıştı. Yanında kişisel hizmetlisi ve devasa köpeği Susie vardı.

Çok geçmeden, zihninde bir ampul yandı. Annesinin olduğu oturma odasına geldiğinde kararını çoktan vermişti.

Hafifçe nefes alıp tereddüt etmeden kapıya tıkladı.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


470   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   472