Yukarı Çık




477   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   479 


           
Leydi Umutsuzluk, karşısındaki yabancıyı gördüğü anda keskin, kristalize buz mızrağını hedefine doğru fırlattı.

Geri tepme kuvvetini kullanarak aracın arkasından geçip sokağa ulaşmak istiyordu.

Bu ani gelişme onu çok şaşırtmıştı, bu tuhaf düşmanı tanımıyordu. Üstelik birinin kılık değiştirmiş halini bu kadar çabuk bulabilmesi de kafasını karıştırmıştı. Bu, koca bir şehri yok etmekten ya da doğrudan Backlund’dan Doğu Balam’ın Güney Kıtası’na ışınlanmaktan daha kolay bir iş değildi.

Ancak Dizi 4 seviyesinde, Umutsuzluk Şeytaniçesi olan biri olarak, eskiden Suikastçı da olmuş ve o zamandan beri kendini adım adım geliştirmişti. Böyle kritik anlarda dikkat dağınıklığına yer olmadığını, en ufak bir hata yapamayacağını biliyordu. Düşüneceği her şeyi daha sonra düşünebilirdi.

Bu nedenle doğrudan saldırmayı ve kaçmayı seçmişti.

Siyah saçlı kadının mızrağın etkisiyle nasıl donup kalacağını şimdiden hayal edebiliyordu. Kadın bir süre engelden kurtulmak, onun peşinden koşmak için mücadele edecekti.

Ancak o zamana kadar o çoktan sokaktan kaçmış, kalabalığın arasına karışmış olacaktı.

Oysa, şu anda gördüğü sahne hiç de beklediği şekilde ilerlemiyordu. Kristalize mızrak elinden uçtuğu anda, havada sessizce kaybolmuştu.

Melek! Umutsuzluk Şeytaniçesi gözlerini kıstı, bu sırada bedeninden kara alevler yayılmaya başlamıştı.









Ancak çok geçmeden vücudu tuhaf bir şekilde titredi ve olduğu yerde donup kaldı.

Sol elinin santim santim kaybolduğunu görebiliyordu.

Karşısındaki kadının güzel ama cansız gözleri karanlık ve sakindi, sanki saf bir karanlık bu gözlerde gizleniyor gibiydi.

"Sen... Sen..."

Umutsuzluk Şeytaniçesi aniden konuşmayı bıraktı. Tüm bedeni bir silgiyle silinen bir çizim gibiydi, yavaş yavaş yok oluyordu.

Bakışlarında ise korku ve umutsuzluktan başka hiçbir şey yoktu. Saniyeler içinde, az önce oturduğu koltuk boş kalmıştı.

Böylece, yüzünde cansız bir ifade olan güzel kadın da pelerinin başlığını çekip aniden ortadan kayboldu.



İmparatoriçe Bölgesi’nin eteklerinde. Bir toplu taşıma aracında.

Başında duvaklı bir şapka olan Triss, köşede sessizce oturuyordu.

Herkesin bekleyeceği gibi doğrudan Tussock Nehri’ne ya da tren istasyonuna yönelerek kaçmaya çalışmamıştı.

Backlund’a dönmeyi seçmişti.

Ancak nüfusu beş milyonun üzerinde olan, her türden gizli hizbin ve çok sayıda Beyonder’ın olduğu bu şehirde Şeytaniçe Mezhebi’nden kaçabilirdi!

Şu anda zihnen oldukça yorgun hissediyor, o korkunç uşak Funkel’in her an bir yerlerden çıkabileceğinden endişeleniyordu.

Tam o anda, aniden görüşünün bulanıklaştığını hissetti.

Yeniden net görebilmeye başladığında, büyülü bir şekilde toplu taşıttan indiğini, çamurlu yolun kenarında durduğunu fark etti.

Gözlerini kısıp temkinli bir şekilde etrafını gözlemledi.

O anda, siyah, başlıklı bir pelerin giyen figürü fark etti.

Bilinmeyen bir sebepten ötürü hiçbir şekilde direnç gösteremiyordu.

Alnından soğuk soğuk terler akıyor, bacakları şiddetle titriyor ve kıpırdayamıyordu.

Bu, karşılaştığım en korkunç düşman... Daha önce tanıştığım yüksek rütbeli Şeytaniçe bile böyle hissetmeme sebep olmamıştı... Burada öleceğim... Bunca başarısızlığın ardından sonunda her şey bitecek... Yoğun bir umutsuzluk hissi ve kontrol edilmez bir hüzün doldurmuştu içini, en korkunç kabusuna çekilmiş gibiydi.

Aniden, gözünün önünde açık mavi bir ışık parladı ve hareket edememe ’laneti’ ortadan kalktı.

Trissy tekrar etrafına baktı, ancak o korkunç figür ortalıkta yoktu. Az önce olan her şey gerçekçi bir yanılsamadan ibaretti sanki.

Ancak başını eğdiğinde, sol serçe parmağındaki safir yüzüğün parçalandığını, tüm parlaklığını kaybettiğini gördü.

Çatırt. Çatırt. Çatırt. Yüzüğün kalıntıları ve mücevher teker teker yere düştü.



Klein zaman zaman yuvarlanıp zaman zaman zıplayarak, iyileşme sürecinde olan ağır yaralı Bay A’dan uzağa, karşıdaki girişe doğru koşuyordu.

Ana Anahtar’ın kalıntılarından yavaş yavaş toplanan parçacıklara dönüp bakmamıştı bile, Bay A’ya yakalanmaktan çok korkuyordu.

Tüm mistik nesneleri yanında olsa, yıllar boyu hazırlık yapmış olsa bile Çoban’la baş edememe ihtimalinin olduğunu biliyordu. Üstelik üzerinde tek bir kibrit bile kalmamıştı.

Bu nedenle Bay A ağır yaralı olsa da Klein bu riski almak istemiyordu. Çoban’dan bir Dizi öncesi olan Gül Piskoposu’nun et büyüsünde oldukça yetkin olduğunu duymuştu. Bu Dizi’nin iyileşme yeteneği, onun sahip olduğu yara transferi yeteneği kadar güçlüydü.

Gıcırt!

Klein sonunda ulaştığı ağır kapıyı açtı.

Dışarıdan gelen doğal ışık içeriye doğru parladı, ancak gökyüzündeki bulutlar sararmış, güneş ise solmuştu.

Klein derhal kendini dışarı attı ve çok geçmeden bir dağın ortasında olduğunu fark etti. Etrafı, bulunduğu noktayı oldukça gizli kılan yüksek dağlarla çevriliydi.

Pat. Pat. Pat. Klein çılgınca koşmaya devam etti. Palyaço yeteneklerini kullanarak dik bir yamaçtan aşağı devam edip zaman zaman ağaçlardan destek alarak yoluna devam etti.

Şap!

O anda nehrin sesini duydu. İleride, aşağısında bir nehir vardı!

Ancak o anda, sırtından gelen güçlü rüzgarı hissetti.

Çok oyalanmadan karar vermesi gerekiyordu. Bu nedenle hemen dizlerini büküp yana doğru yuvarlandı.

Sou! Sou! Sou!

Az önce durduğu yer ve gitmekte olduğu yön, rüzgar bıçakları tarafından oyulmuş derin bir vadiye sahipti.

O anda Bay A güçlü rüzgarların içinden çıktı, sırtında taze kanla kıvranan bir pelerin vardı.

Sakince parmağını kaldırdığında, et parçaları havaya fırlayarak şiddetle patladı.

Bum!

Kan ve et parçacıkları her yöne dağılmıştı, bu sırada Klein da hızla kaçıp dev bir ağacın altına saklanmıştı.

Oysa parçacıklar dev ağacı bile deliyordu.

Neyse ki Klein, kaçmaya devam ederken tabancasına yeni mermiler doldurmuştu. Ancak tam o elini kaldırıp ateş edecekken, önlerinde derin bir karanlık belirdi.

Gördüğü sahne değişmese de, Klein bir rüyaya çekildiğini anında anlamıştı.

Bu adam bir zamanlar bir Kabus’u öldürmüştü... Klein sakin kalmaya çalışarak başını kaldırdı, bu sırada Bay A’nın mantığa aykırı bir şekilde yanına koştuğunu ve çok geçmeden de onu saran, kaçamayacağı kan kırmızısı bir battaniyeye dönüştüğünü gördü.

Kabuslarla beni korkutarak kalbimin durmasını sağlamayı mı amaçlıyorsun? O anda Klein’ın zihninde bir ampul yandı.

Bu onun rüyasıydı. Bu bilinç halinde istediği her şeyi yapabilirdi!

O anda saf, göz kamaştırıcı güneş belirdi. Berrak alevler çevredeki her şeyi anında yaktı.

Klein, rüya kehaneti sırasında Ebedi Yanan Güneş’i ilk gördüğü sahneyi zihninde canlandırdı!

Böylece anında rüyadan ayrılmış, boğuk bir homurtu duymaya başlamıştı.

Bay A bir adım geri çekildi, burnunun ucundan kan akıyordu.

Et ve kandan oluşan pelerini çoktan erimeye başlamıştı.

Pa!

Klein parmaklarını şıklatıp otuz-kırk metrelik alandaki ağaçları ateşe verdi.

Ayağının altındaki solmuş otlar da alev almış, yukarı doğru yükselen ateş saniyeler içinde tüm bedenini sarmıştı.

O anda, Bay A’nın erkeksi olmayan güzel yüzü, aniden daha da güzelleşip iyice kadınsı bir hal aldı. Elinde beliren kristalize buz mızrağını onlarca metre ilerideki yanan ağaçlara doğru fırlattı.

Alevlerin arasından çıkan Klein’ın ilk fark ettiği şey, mızrağın saydam ucu olmuştu.

Bunu gören Klein doğrudan kendisini yana fırlattı, ancak bedeni ince bir don katmanıyla sarılmıştı.

Saydam mızrak alevleri söndürüp kalın buz katmanının her yöne yayılmasını sağladı.

Hala havada olan Klein aniden kıvrılmış, bedeni baş aşağı dönmüştü.

Sağ elini uzatıp hafifçe buz katmanına bastırdı. Böylece yeniden havaya yükselmiş, o soğuk dünyadan kurtulmuştu. Ancak temas noktası olan avuçları donmuştu; bu nedenle derisini soymaktan başka seçeneği yoktu.

Sonunda ayakları yere değdiğinde, elini cebine uzatıp kendi yapımı olan Uyku Tılsımı’nı çıkardı.

Oysa yam efsunu fısıldamaya başlayacakken, aniden hapşırmaya başladı.

Hapşu! Hapşu! Hapşu!

Sürekli hapşırmaya devam ettiği için mücadele edecek gücü kalmamıştı.

Hasta mı oldum? Bana bir şey mi bulaştırdı? O anda Klein, çıplak gözle görülmesi zor olan sayısız ipliğin etrafına dolanıp kendisini bir mumya gibi sardığını hissetti.

Bu deneyime yabancı değildi. Bunun Zevk Şeytaniçesi’nin Beyonder gücü olduğunu çok iyi biliyordu.

O zamanlar, herkesin derin bir uykuya dalmasını sağlamak için tılsımları kullanmıştı. Sonra da kendi eşsiz özelliği sayesinde tılsımın etkisinden kurtulmuştu. Şu anda ise, Bay A ile aralarında 20 metre vardı.









Ancak Klein artık yalnızca bir Palyaço değildi. Hala hareket ettirebildiği parmaklarını hemen şıklattı!

Böylece onu saran ’örümcek ağı’ alev almış, hızla yanmaya başlamıştı.

Kızıl alevlerin arasından kurtulan Klein çok geçmeden yeniden hapşırmaya başladığını fark etti, üstelik bu kez peşinden şiddetli öksürükler takip ediyordu. Bu da Beyonder güçlerini kullanmasına otomatik olarak engel oluyordu.

O anda, Bay A’nın yüzündeki kadınsı yumuşaklık kayboldu.

Adam sağ elini kaldırıp yumruğunu kuvvetle sıktı. Klein, kaçmaya çalışırsa bunun bir kedi fare oyununa dönüşeceğini anlamıştı.

O anda, kan kırmızı pelerinli Bay A’nın yüzünde acımasız bir gülümseme belirdi. Önünde bir anda saydam ve hayali görünümlü bir kitap ortaya çıkmıştı.

Eterik, tiz bir ses şöyle diyordu, "Geldim, gördüm, kaydettim."

Hapşu! Öhhö! Öhhö!

Klein saklanmak istiyordu, ancak bunu yapacak gücü bir türlü bulamıyordu. Bir Çoban’ın ne kadar güçlü olduğunu iliklerine kadar hissediyor, gücün her bir zerresini deneyimliyordu. Bu gerçekten de, yarı tanrı seviyesi altındaki en kapsamlı, en kusursuz ve en güçlü Beyonder Dizisi olarak adlandırılmayı hak eden bir Dizi’ydi! Hazırlıkları olmasa, yanında yeterince mistik nesne bulunmasa bile, bu hale gelip mücadele edecek gücü bulamaması yine de ortada pek çok sorun olduğu anlamına geliyordu.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


477   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   479