Yukarı Çık




478   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   480 


           
Yaşlı uşak Funkel, çorak bir tarlada koşturuyordu.

Şapkası uçmuş, düzgünce taranmış gri saçları dağılmış, kıyafetleri çamur olmuştu.

Huh... Puff... Bir an duraklayıp nefes nefese bir halde arkasına baktı. Etrafta kimsenin olmadığını görünce biraz daha rahatlamış gibi görünüyordu.

Ancak başını yeniden çevirdiğinde, önünde birinin durduğunu fark etti.

Figürün başlıklı, klasik bir pelerini vardı; yüzü ifadesiz, siyah gözleri ise gölgeler ardındaydı.

Funkel gözlerini kısıp ağzını açtı. Ancak tam eski Hermes dilinde mırıldanmaya başlayacakken burnunun kaybolmaya başladığını ve sesini çıkaramadığını fark etti.

Yüzünde umutsuzluk dolu bir ifade belirmişti. Ve çok geçmeden, tüm bedeni hızla gözden kayboldu, ondan geriye en ufak bir iz bile kalmamıştı.



Hapşu! Hapşu! Öhhö! Öhhö!









Bay A’nın mutlak ölüm saçan korkunç saldırısı karşısında Klein ne yapacağını bilemez haldeydi. Baş ağrısı ve ateşinin çıkması, Beyonder güçlerini kullanmasına engel oluyordu.

Hava Mermileri bile üretemiyordu.

Bilinmezlik korkusu zihnini tamamıyla ele geçirmişti.

Ancak Klein, son gücünü toplayıp elini cebine soktu.

Bu, onun vaktinden önce düşünebileceği en tehlikeli duruma karşı cevabıydı!

Aniden nasıl bir durumun ortasına çekilirse çekilsin, bir Sihirbaz’ın daima hazırlıklı olması, savaşın ortasında paniklememesi gerekiyordu.

Klein Azik’in bakır düdüğünü cebinden çıkarıp ağzına yaklaştırdı.

Çok geçmeden, zeminden uzanan beyaz kemiklerin hızla dev elçiye dönüştüğünü gördü.

O sırada Bay A’nın önündeki kitabın sayfaları da dönmeyi bırakmış, uzaktan gelen ses kesilmişti.

Puslu, yeşil bir parıltı yayıldı ve neredeyse dört metre boyunda olan elçi çatlayarak sayısız saf ışık lekesine dönüştü.

Arkasında parçalanan ilk şey, Klein’ın daireler çizmesine neden olan güçtü. Hemen sonra, siyah kruvaze ceketli figür sarıldı ve sarı kumdan yapılmış bir heykele dönüştü.

Heykelin kumu hızla dağılıyor, kağıt parçacıkları gibi beyaz noktacıklara dönüşüyordu.

Bu sırada Klein’ın figürü de öbür uçta belirmişti, hala diz çökmüş halde çılgınca öksürmeye devam ediyordu.

İskelet elçi ona kendini siper etmiş olmasa, öksürüğünü bastırıp Kağıt Figür İkamesini kullanmaya fırsat bulamazdı!

Ancak bu hamleyle durumu daha da kötüye gitmişti, neredeyse tüm direncini kaybetme noktasındaydı.

O anda, ölümcül darbeyi indirmeyi başaramamış olan Bay A da öksürmeye başladı, üstelik Klein’dan da şiddetli öksürüyordu.

Acı içinde yere yığılmış, ağzının kenarlarından kanlar akıyordu.

Öhhö! Öhhö! Öhhö!

Her öksürüşünde ağzından parça parça organlar, kıvranan etler çıkıyordu. Birkaç saniye sonra, büyük bir güçlükle hareket etmeye, yere düşen parçacıkları geri yutmaya çalıştı.

Neler oluyor? Klein şaşıp kalmıştı.

Ancak kaybedecek vakti olmadığını bildiğinden hemen sağ elini kaldırıp tabancasını Bay A’nın başına doğrulttu.

Bir şeyi az çok anlamıştı, Bay A’nın yaraları et ve kan büyüsüyle iyileştirilebiliyordu, ancak zihnindeki ve maneviyatındaki etki ve tepki, aynı yöntemle geçersiz kılınamıyordu.

Bay A, Ruh Bedeni’ni iyileştirmek için başka bir Beyonder gücünü kullanmaya geçmiş olmalıydı, ancak gözünü nefret bürümüştü. Yaralarına aldırmamaya çalışarak Klein’ın peşine düşmüş; bu nedenle sürekli olarak bedeninin kaldırmayacağı kadar Beyonder gücü kullanmış ve durumunu iyice kötüleştirmişti.

Bang! Bang! Bang!

Klein tabancasındaki tüm mermileri bir çırpıda sıktı.

Ancak ne yazık ki bu süreçte hala öksürmeye ve hapşırmaya devam ediyordu. Bu nedenle mermilerin yalnızca ikisi Bay A’ya işaret etmiş, biri alnını diğeri de gövdesini delmişti.

Cızz!

Cızırtı sesleri duyulsa da, Bay A’nın başında kemik yokmuş gibi görünüyordu, sanki tamamen çürümüş etten yapılmıştı. Bu nedenle altın renkli mermi vücuduna yapışıp kalmıştı. Ölümcül bir hasar vermeyi de başaramamıştı.

Bay A boynunu kaldırdı, başındaki yara çılgınca kıvranıyordu.

Ağır bir şekilde bile yaralanmamıştı.

O, bir zamanlar dirençli bir Gül Piskopos’tu!

Bunu gören Klein derhal kararını verdi. Artık saldırma girişiminde bulunmayacak, arkasını dönüp kaçacaktı. Bay A ise hala yerdeki parçacıkları yutmaya çalışıyordu.

Klein düşünmeden koşmaya başladı, zaman zaman yuvarlanıyor, zaman zaman sıçrıyordu.

Sonunda, bir uçurumun kenarına ulaştı.

Uçurumun altında, hafif bulanık bir suyu olan Tussock Nehri yükselip çekilerek akmaya devam ediyordu.

Klein tereddüt etmeden tüm gücünü toplayıp nehire atladı.

Öhhö! Hapşu!

Öksürükler sebebiyle dengesini kaybettiğinden hamlelerini gerçekleştirememiş, düşüş anında vücudunun ve avuçlarının konumlarını doğru denk getirememişti.

Büyük bir gümbürtüyle suyun yüzeyine çarptığı anda ise, ince, beyaz bir kağıt parçasına dönüştü.

Tabii kağıt hızla ıslanmış, parçalanmaya başlamıştı.

Az ileride, nehrin dibinde yeniden beliren Klein titriyordu.

Kıyafetleri ve cüzdanındaki para tamamen ıslanmıştı.

Bay A’dan uzaklaşınca öksürüklerim de azaldı... diye düşündü, ancak hala korku içindeydi.

Bacaklarını çırparak suyun yüzeyine ulaşmaya çalışırken, ağzında görünmez, boş bir tüp meydana gelmiş, rahat bir şekilde nefes almaya başlamıştı.

Bu, Sihirbaz’ın Su Altı Nefes Alma yeteneğiydi!

Klein, ağzından nefes alıp burnundan vererek soluduğu gazın suya girerek boruyu kirletmesine engel oluyordu.

Bu sırada da Bay A’dan kurtulma umuduyla gizlice kıyıya doğru ilerliyordu.

Ancak ne yazık ki burası bir şehir değildi. Burada Meçhul güçlerini etkili bir şekilde kullanamazdı. Şehirde olsak, elinden kurtulduğum anda Bay A beni bir daha bulamazdı... Klein kederle iç çekti.

Bu, aklına bir sorunu getirmişti; Bay A’nın az önce rüzgar kontrolü gücü kullanması.

Genellikle bu güç, Fırtınalar Lordu yoluna aittir denebilir... Bu yol aynı zamanda suyu da kontrol edebiliyordu, yani su altı etkinliklerinde oldukça yetkinlerdi... Su altı etkinlikleri... Çoban Dizisi çok yönlü ve çok korkunç! Bu düşünce Klein’ın neredeyse kalbinin durmasına sebep olacaktı.

Hemen gizlenmeyi bırakıp suyun yüzeyine doğru yöneldi!

Kıyıya yaklaştığında, Bay A’nın balık pullarıyla kaplı, solungaçlı, şeytani derecede güzel yüzünü gördü.

Parlak, kırmızı peleriniyle suyun yüzeyinde süzülen Bay A’nın dudaklarının kenarı yukarı doğru kıvrıldı. Bakışlarında gerçek bir nefret vardı.

Dövüş! Ancak dövüşebilirim! Kilisenin destek kuvveti gelene ya da Bay Azik çıkmazdan kaçana kadar dayanmaya çalışacağım! Klein tereddüt etmeden sağ elini kaldırıp parmaklarını şıklattı.

O anda iki düşman aynı anda, içgüdüsel bir şekilde başını kaldırıp gökyüzüne baktı.

Orada, güzel, kadınsı bir figür şekilleniyordu.

Üzerinde koyu renkli, başlıklı bir pelerin olan figür boş gözlerle Bay A’ya bakıyordu.

O anda Klein, Bay A’nın bir çizim gibi hızla silindiğini, kısa süre içinde geride hiçbir iz bırakmadan yok olduğunu gördü.

Bu... Bu nasıl bir seviye?! Bu nasıl bir güç! Ancak Klein bunları düşünürken kadın yüzünü ona çevirmişti.

Bu son derece güzel yüzde en ufak bir ifade yoktu.

Klein’ın kalbi hızla atmaya başladı, kendisinin de Bay A gibi aniden silinip yok olacağını düşünüyordu, oysa o anda kadının hafifçe gülümsediğini gördü.

Gülümseme mi? Şok olmuştu, rüya görüp görmediğini düşünüyordu.

Ancak o daha neler olup bittiğini anlayamadan figür aniden kayboldu.

Klein şaşkın bir şekilde kıyıya yüzüp sudan çıktı. Etrafına baktığında oldukça ıssız bir yerde olduğunu fark etti. Ne yol ne de insan vardı. Yalnızca nehir monoton bir şekilde akmaya devam ediyordu.

Bitti mi? Bay A öldü mü? Az önceki kadın kimdi? O kadar güçlüydü ki Bay A’nın çığlık atma fırsatı bile olmadı... Ve kadın bana gülümsedi. Gülümsedi... Papa seviyesindeki kimseler dışında, yeryüzünde üç kilisenin melekleri dolaşıyor olabilir mi? Papa seviyesindeki bir figürün Backlund’da ne işi olabilir ki? Klein, tehlikeli bölgeden kurtulduğuna inanamıyordu.

Ve hala kafasındaki soru işaretlerine mantıklı bir açıklama bulmaya çalışıyordu.

Kiliselerin gönderdiği biri olmalı. Zamanında geldi ve beni kurtardı.

Bayan Adalet’e vaktinden önce haber vermemiş olsam zamanında harekete geçemeyebilirlerdi. Bu durumda büyük ihtimalle Bay A beni öldürürdü, bir daha da dirilebilir miydim bilmiyorum...

Evet, bunun benim ısrarcılığımla, direncimle de ilgisi var.

Hiç fena değil...

Sonunda rahat bir oh çeken Klein, buradan yolunu nasıl bulacağını aramaya başladı.



"Sürgün!"

Altın maskeli adam parmağını Azik’e doğru kaldırarak adamı boşlukta bir noktaya savurdu.

Hemen sonrasında da kaşlarını çatmış ona bakan Ince Zangwill’e dönüp öfkeli bir tonda seslendi.

"Vakit yok, onu bu kadar kolay ortadan kaldıramayız! Bu bölgeyi derhal saklamalıyız. Kilisenin sırrımızı öğrenmesini mi istiyorsun?"









Bunu duyan Ince hemen başını sallayıp yazmayı bırakmış olan 0-08’i aldı.

Figürü sarsılmış görünüyordu, savaş sırasında neredeyse tamamen parçalanmış olan pantolonu bileklerine yığılmıştı.



Prens Edessak, Kırmızı Gül Malikanesi’nin penceresinden dışarı boş gözlerle bakıyordu.

"Ekselansları, lütfen acele edin." Dedi aniden yanındaki biri.

Bu sözlerle bakışları yeniden odağını kazanan Edessak masadaki tabancasını alıp şakağına doğru bastırdı. Tabancanın içinde, Ruh Bedenleri yok eden bir kurşun vardı.

Prens başını çevirip özlemle golf sahasına ve atlara baktı.

Bang!

Tetiği çekerken en ufak bir tereddüt göstermedi.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


478   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   480