Yukarı Çık




509   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   511 


           
Paavo Court... Cleves, ofisin içindeki kadına cevap vermek yerine kararı vermesi için Gehrman Sparrow’a döndü.

Eski maceracıya göre, on beşin üzerinde insanın Beyaz Akik’e güvenli bir şekilde dönmesi zor bir işti. Kadının birini bulmasına yardım etme görevini de üstlenirlerse dikkatleri iyice dağılacaktı. Ancak şu anda, grubun ana direklerinin Gehrman ve Danitz olduğunu da biliyordu. Bu konuya karar vermek de onların hakkıydı.

Klein birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra ölçülü bir tonda seslendi.

“Nasıl biri?“

Daha fazla bilgi almanın bu tuhaf, puslu şehirden kaçmalarına yardım edeceğine inanıyordu. Bu kişiyi bulmaya yardım edip etmeyeceği ise biraz sonra olacaklara bağlıydı.

Gereksiz risk almaması gerektiğini hala zihninin bir köşesinde tutuyor, kendisine sık sık hatırlatıyordu.

Risklerden kaçırmak ve durumu anlamak arasında dengeli hareket etmesi gerekiyordu.

Bu, kolay ya da zor olabilirdi, kimse işlerin nasıl gelişeceğini bilmiyordu. Klein’ın tek yapabileceği deneyimlerine ve içgüdülerine kulak vermekti ancak yine de her an ayağı bir engele takılabilirdi. Bu da onu büyük bir strese sürüklüyordu.

Birkaç saniye sonra kadının sesi yeniden duyuldu, “O... O çok yakışıklı... Bir adam.









İki gözü, iki kulağı, bir burnu ve bir ağzı var.“

Neden bu cevap bu kadar korkunç... Bu kadında bir tuhaflık mı var? Bansy Limanı geleneklerine göre, cevap bile vermemiş olması gerekiyordu aslında! Danitz, kapıyı tekmeleyerek açıp içerideki durumu kontrol etmek istiyordu.

Ancak o anda Gehrman Sparrow’un elini kaldırdığını gördü.

“Fırtına katedrali,“ dedi Klein doğrudan.

Ofisteki kadının durumunu doğrulamak istemiyordu, bu meselenin derinliklerine dalmak riskliydi.

Rüzgar hafiflemeye, sis incelmeye devam ediyordu. Katedralin içindeki mum ışıkları, fırtınadaki deniz feneri gibi pencerelerden dışarı sızıyordu.

Klein bir kez daha Güneş Halesi’ni kullanmış ve grubu yüreklendirmişti. Böylece hepsi boş sokaklarda sessizce ilerleyerek katedrale kısa sürede ulaşmıştı, ancak katedralin kapıları kapalıydı.

Klein, Fırtına Kutsal Amblemi’ne kısa bir bakış attıktan sonra kapıyı tıklattı.

Pat! Pat! Pat!

Kapının ardından tetikte olduğu belli olan bir adamın sesi geldi.

“Kim?“

“Gehrman Sparrow,“ dedi Klein doğrudan.

İçerideki sesin Kaptan Elland’a ait olduğunu anlamıştı.

“Neden buradasın?“

“Beyaz Köpekbalığı’na olan borcumu ödememe yardım etmiştin.“

Bu sözler, Elland’ın dışarıdakinin gerçekten de Gehrman olduğunu anlamasını sağlamıştı. En azından, kılık değiştirmiş olan bir canavar yalnızca ikisinin bilebileceği bu bilgiye hakim olamazdı.

Ve ardından Cleves, Urdi, Donna ve diğerlerinin seslerini de duyduğunda iyice rahatlamış, Harris’in kapının kilidini açmasına izin vermişti.

Elland, bir elinde kılıcı, diğer elinde tüfeğiyle kapının ardında bekliyordu.

“Burada da mı bir şeyler oldu?“ diye sordu Klein karşısındaki adamın durumunu kısaca yorumlayarak.

Elland geri çekilip gruba içeri girmelerini işaret etti. “Tanıdığım rahip, Jayce, orada ölmüş. Başı gövdesinden ayrılmış... Piskopos Millet’i de hiçbir yerde bulamadık. Diğer rahipleri de... Ayrıca, kilisenin görevlilerinin hepsi gitmiş.“

Ölü bir rakip ve kayıp bir piskopos? Koca katedral boş ha? Bu işte bir iş var... Klein, Azik’in bakır düdüğünü sıkıca kavradı.

Rahibin ve piskoposun, Bansy Limanı’ndaki Beyonder meselelerini yöneten ana güçler olmadığını biliyordu elbette. Bu katedralin altında, 6 ila 8 Beyonder’dan oluşan bir Manda Altındaki Cezalandırıcılar ekibi ve çok sayıda Mühürlü Eser olmalıydı. Yüksek Dizi Beyonderlar bile böyle bir gücü kargaşaya neden olmadan kısa süre içinde yok edemezlerdi.

Hayatta ve Mühürlü Eser kullanabilecek durumda oldukları sürece sorun o kadar korkunç değil demektir... O halde, şu anda, Manda Altındaki Cezalandırıcılar ekibi ne yapıyor? Klein, resmi görev yaptığı zamanlardaki deneyimlerine dayanarak prosedürleri tahmin etmeye çalışıyordu.

Bu sırada Elland’ı takip ederek dua salonuna girmiş, rahibin cesedini incelemeye başlamıştı.

Jayce’in ölümü oldukça trajikti, başı hayattayken koparılmış gibi görünüyordu. Dışarıdaki canavarların aksine, yemek borusu ve kafası ayrılmıştı.

Ruh Görüsü aktif olan Klein, rahibin ruhunun tamamen dağıldığını da fark etmişti. Ruh iletişim ritüelinin başarılı sonuçlanması mümkün değildi.

Eşsiz bir öldürme tekniğinden mi, yoksa buna göre mi halledildi... Dışarıdaki canavarlardan farklı. Bunun sebebi, operasyonun aceleyle yapılmış olması mıydı? Klein, tüm bilgilerini gözden geçirerek yavaş yavaş tahmin yürütmeye başlamıştı.

Şimdilik iki olasılık olduğuna inanıyordu. Biri, canlılık özellikleri gösteren bir Mühürlü Eser’in ya da Orta Dizi bir Beyonder’ın kontrolü kaybetmiş olabileceğiydi. Bu kişi katedralden kaçarken Joyce’u öldürmüş, Bansy Limanı’ndaki anormal gelişmelere sebep olmuş olabilirdi. Piskpos, rahip ve Manda Altındaki Cezalandırıcılar da onun peşine düştükleri için ortada değillerdi belki de. Görevliler ise yeraltına, Manda Altındaki Cezalandırıcılar ekibinin koruması altına alınmış olabilirdi.

Ancak bu, Bansy Limanı sakinlerinin tuhaf davranışlarını açıklamazdı.

İkinci olasılık ise Hava Tanrısı’na yapılan ilkel kurban töreninin Bansy Limanı’ndaki bir dizi insanı diriltmiş olması ve uçan kafaların ve başsız canavarların kurban ritüellerinin süreç gereksinimi olmasıydı. Ve bilinmeyen bir sebepten ötürü bu insanlar katedrale akın edip Rahip Jess’i öldürmüş olabilirdi. Nüfusun geri kalanı da durumu tahmin etmiş ancak sessiz kalmayı seçmişlerdi.

Yeraltındaki o bölgeye çoktan saldırmış ve şu anda da Mühürlü Eserler kullanan Manda Altındaki Cezalandırıcılar, rahipler ve piskoposa karşı mücadele veriyor olabilirlerdi. Belki de tüm görevlileri canavarlara dönüştürmüşlerdi. Hizmetliler korunmak üzere yeraltına gönderilmiş olabilir... Joyce’un cesedinin kullanılmamış olduğu göz önünde bulundurulursa, ikinci gelişmenin olması olası... Yeraltına girip durumu doğrulamaya kalkarsam, bana saldırabilirler... Ayrıca, kalan güç de yeterli olmayabilir... Klein, yerdeki cesede bakarken adamın Beyonder özelliğinin boynunda duran mavi bir safire dönüştüğünü fark etti.

Ancak Fırtınalar Kilisesi’nin şiddetli misillemesiyle karşı karşıya kalmak istemediğinden o safiri almaya niyeti yoktu, bu yüzden Elland ve Harris’e doğru döndü.

“Hadi önce gemiye dönelim.“

O sırada da cebinden bir bozukluk çıkarıp havaya fırlatarak yeraltında bir çatışma olmadığını doğrulamıştı.

Her halükarda, katedral sınırları uzun süreli konaklamalar için uygun değildi. Sonuçta Klein tahminlerinin doğru olup olmadığından emin olamıyordu ve güvenli olan seçimi yapmaktan başka seçeneği yoktu.

“Tamamdır!“ Elland’ın da burada kalıp gerginlik içinde gelişmeleri beklemeye niyeti yoktu.

Beyaz Akik’e döndüğünde, bir dereceye kadar tehlikelere karşı direnebilecek topları ve denizcileri olacaktı.

Böylece kısa bir dinlenme sürecinin ardından grup katedralden ayrıldı.

Elland ve Harris’in katılımıyla, savunma hattı daha da kuvvetlenmişti. Klein’ın artık canavarların dikkatini dağıtmak için bakır düdüğü elinde gezdirmesine gerek kalmamıştı.

“Fırtınalar Kilisesi’nin merkezine bir telgraf göndersek mi?“ Diye sordu Elland bir süre sonra.

Böylece, öngörülemeyen büyük olaylar olsa bile kurtarılabilirlerdi.

Klein sakin bir şekilde başını salladı, “Telgraf ofisinin önünden geçeceğiz.“

Huhh... Yanan Danitz tam rahat bir oh çekmişti ki, aniden kalbinin sıkıştığını hissetti.

Fırtınalar Kilisesi’nin araştırmaları sonucunda kötü şöhretli bir korsanın bu meselede önemli bir rol oynadığını öğrenmesinden korkuyordu.

İnsanları kurtarmış olsam da, Manda Altındaki Cezalandırıcılar kendilerinden olmayanlara karşı hiç de dost canlısı değil, özellikle de korsanlara karşı... Bu düşüncelerle dikkati dağılmış olan Danitz, önce tehlike bölgesinden kurtulup bu gelişmeleri sonra düşünmeye karar verdi.

Grup bir süre ilerledikten sonra telgraf ofisini görmüştü. Ancak o anda, sokağın kenarından sarı bir ışığın kendilerine doğru yaklaştığını fark ettiler.

Gelen, elinde bir kasırga lambası olan orta yaşlı bir adamdı.

Üzerinde, fırtına sembolleriyle süslenmiş bir piskopos kıyafeti vardı. Başı öne eğik, yüzü ise solgundu ve sendeleyerek yürüyordu.

Elland gözlerini kısıp ona baktı, “Piskopos Millet?“

Orta yaşlı adam fenerini havaya kaldırdı, “Elland, sen misin?“

Klein kenara çekilip Elland’ın geçmesine izin verdi, Fırtınalar Kilisesi piskoposunun kendisini fark etmesini istemiyordu.

Danitz ise iyice büzüşmüş, boynunu neredeyse bir kaplumbağa gibi vücuduna çekmişti.

“Evet, Ekselansları. Jayce ölmüş. Ne oldu?“ Elland acemi biri değildi, bu nedenle doğrudan öne çıkmamıştı.

Piskopos Millet hafifçe öksürdü, “Eski bir gelenek yeniden canlandı, kirli kanlı bir grup dinsiz canlı kurbanlar sunuyor ve onların etini ve kanını tüketiyor.

Jayce onlarda bir sorun olduğunu fark etti, ancak ne yazık ki onlardan kurtulamadı.

Bu mesele artık örtbas edilemez. Kurban ritüellerini havayı değiştirmek için kullanıp katedrale saldırmaya çalıştılar. Manda Altındaki Cezalandırıcılar’a yenilince de dağa kaçtılar. Sunağın olduğu mağaradalar.









Ben de mücadelede yaralandım. Daha fazla dayanamayacağımdan bu halde geri dönmek zorunda kaldım.“

Tam adam cümlesini tamamladığında, sisin derinliklerinde yıldırımı andıran bir ışık patladı.

Klein’ın grubu, kıyıdaki sisle örtülü dağ silsilesini ve fırtınalarla çevrili zirveyi görebiliyordu.

Bu sahne, Piskopos Millet’in iddialarını bir dereceye kadar doğruluyordu.

Tam Elland piskoposa yardımcı olmak için öne çıkacaktı ki, Gehrman elindeki bozuk parayı havaya fırlatıp sessizce fısıldadı, “Adam kötü niyetli.“

Ding!

Bozukluk Klein’ın avucuna düştüğünde tura tarafı yukarı bakıyordu, yani cevap olumluydu!

Yani cevap olumluydu!

Piskopos Millet bu sahneyi gözünü ayırmadan izlemiş ve tam o anda gözlerinde koyu kırmızı bir ışık yanmaya başlamıştı.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


509   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   511