Klein şapkasını almak için eğildiğinde, Piskopos Millet’in Beyonder özelliği de tamamen yoğunlaşmıştı. Özellik yalnızca bir başparmak büyüklüğünde, saydam ve mavi renkliydi. Ancak zaman zaman yüzeyinde yeşil tonlar da beliriyordu.
Klein tabancasının silindirini açıp boş kovanları yere döktü.
Sonra da önceden hazırladığı hızlı doldurucuyu sakince çıkarıp silahına yeni Beyonder mermileri doldurdu.
Bütün bunlar bittiğinde, tabancasını kılıfına koyup Piskopos Millet’in Beyonder özelliğini yerden aldı ve hiç incelemeden cebine attı.
Bastonunu da aldıktan sonra dönüp gruba baktı, bu sırada elinde bir kağıt figür belirmişti.
Pa!
Kağıt figürü fırlatıp hızla alev almasını sağladı. Figür yere düşerken sönüp kırmızı ışık lekelerine dönüşmüştü.
Sparrow amca havai fişek patlatıyor gibi... Donna da heyecanla başını salladı.
Klein, bölgedeki bölge ve izlere müdahalede bulunmak için kağıt figürünü kullandıktan sonra başını kaldırıp geminin bulunduğu yöne doğru baktı, “Hadi gidelim.“
Bu sırada sakince yürümeye başlamış, geçerken de Elland’dan Güneş Broşu’nu, Danitz’den de Azik’in bakır düdüğünü almıştı.
Diğerleri de gereksiz yorumlar yapmadan, acıdan bile sızlanmadan sessizce onu takip etmeye başlamıştı.
Az önceki mücadelede, Beyonderların eşsizliklerine gözleriyle tanık olmuş, özellikle de Danitz’in ateş güçlerine hayran kalmışlardı. En göz alıcı ve bariz olanı bu yetenekti. Onlarda derin bir izlenim bırakmış, bunun sıradan insanların müdahale edebileceği bir şey olmadığını anlamalarını sağlamıştı. Yani yapabilecekleri tek şey talimatlara uymaktı.
Ancak bu şekilde hayatta kalabileceklerini fark etmişlerdi!
Klein ve Piskopos Millet arasındaki mücadelede görünmez rüzgar bıçakları ve maddi olmayan ruh alanı da vardı. Tanrılardan gönderilmiş gibi görünen kutsal ışık ve Piskopos Millet’in korkunç kontrol kaybı durumu dışında, tüm mücadele oldukça sakin görünmüş, bu nedenle kimse şok olmamıştı.
Grup sessizlik içinde ilerlemeye devam ediyordu, ancak az önce bulundukları noktaya vardıklarında Cleves, Cecile ve diğerleri aniden durdu. Zeminin her yerinin çatlaklarla dolu olduğunu fark etmişlerdi.
Bu... Gehrman Sparrow’un piskoposa karşı verdiği savaşın diğer performanstan çok daha dehşet verici olduğunu ancak o zaman fark etmişlerdi.
Aynı anda hem dehşete kapılmış, hem de kendilerini aşırı derecede güvende hissetmeye başlamışlardı.
Birkaç dakika sonra, Klein telgraf ofisinin önünde durup Kaptan Elland’a döndü, “Telgraf göndermek istiyor musun?“
Kısa bir an durakladıktan sonra da devam etti, “Zorla girmeye çalışma.“
“Tamamdır.“ Bu tuhaf gecede, Elland da en az onun kadar temkinliydi.
Birkaç hızlı adım atıp telgraf ofisinin kapısını üç kez tıklattı.
Pat! Pat! Pat!
Kısa bir uğultunun ardından, içeriden biri seslendi, “Kim o?“
Zaten tetikte olan Klein’ın kaşları aniden çatılmıştı, çünkü ses bir erkeğe aitti!
Elland şaşkın bir şekilde cevap verdi, “Bir telgraf göndermek istiyorum.
Sen kimsin?
Az önce burada bir kadın olduğunu hatırlıyorum.“
İçerideki adamın sesi son derece sakindi, “Ben... Paavo Court, Melanie’nin iş arkadaşıyım.
O... benim yanımda. Durumu iyi.“
Paavo cümlesini tamamladığı anda kadının sesi geldi, “Evet... Çok iyiyim.
Az önce bahsettiğim meseleyi... unutun gitsin. Paavo Court... döndü.“
Dostum, sizin geleneklerinizde böyle gecelerde kapıya cevap vermemek yok muydu? Paavo Court nasıl içeri girdi? Klein’ın kafası karışmıştı.
O sırada Elland bir adım geri çekilip boğazını temizledi.
“Fırtınalar Kilisesi karargahına bir telgraf göndermek istiyorum.“
“Üzgünüm... Ama... Kapıyı açamayız,“ dedi Paavo Court duygusuz bir tonda.
Elland durumun tuhaflığını fark etmişti, şansını zorlamaya cesareti yoktu.
“Telgrafı benim yerime siz gönderseniz, bir kopyasını bana kapının aralığından iletebilirsiniz?
Konu Bansy Limanı’ndaki anormal değişiklikler ve Piskopos Millet ve Rahip Jayce’in ölümü. Gönderen kişi Elland yazılacak.“
“Tamamdır.“
Böylece çok geçmeden kapının altındaki aralıktan bir kağıt uzandı.
Elland eğilip taslağı eline aldı, ancak kağıdın kokusu burnunun seğirmesine neden olmuştu.
Kağıttan hafif bir kan kokusu geliyordu!
Başını hafifçe yana doğru eğip Gehrman’a baktı, gözleriyle ona burada bir sorun olduğunu ima ediyordu.
Ancak karşısındaki adamın bakışları son derece kayıtsızdı.
“Gemiye dönüyoruz.“
Klein cümlesini tamamlar tamamlamaz arkasını dönüp sokağın sonuna doğru yöneldi, figürü sisin içinde hızla kaybolmuştu.
Bunu gören Danitz, elinde kırık fenerle hemen onun peşinden koştu. Donna ve diğerleri de aynı şeyi yapmakta tereddüt etmemişti.
Elland, birkaç saniye sessizce düşündükten sonra elinde telgraf taslağı ile grubun arkasından devam etti.
Böylece telgraf ofisi de sessizliğe gömülmüştü.
…
Piskopos Millet ortadan kaldırıldığından mı bilinmez, etrafta başka hiç başsız canavar kalmamıştı. Grup, gemiye dönerken yalnızca iki kez küflü kafa görmüş, bunlarla da kolayca başa çıkmıştı.
Böylece uzunca bir süre yürüdükten sonra, mumlarla aydınlatılan Beyaz Akik’i gördüler.
Bu görüntü herkesin yeniden gücünü toplamasını sağlamıştı. Tempolu yürüyüşlerinin yerini hızlı adımlar almış, kısa süre içinde geminin geçidine ulaşmışlardı.
Herkes tek tek merdiveni tırmandıktan sonra Klein da çevik bir şekilde sıçrayıp birkaç adımda güverteye ulaştı.
O sırada Elland çoktan ikinci kaptanını, güverte görevlilerini, topçu komutanını ve diğer adamlarını toplamaya başlamıştı. Gemi topları ve mürettebatıyla her an kalkmaya hazırdı. Gece limandan ayrılmanın pek de önemsiz olmayan güvenlik riskleri olsa da, durumun kötüleşmesi ihtimaline karşılık tehlikeden kaçmanın en iyi yolu bu olacaktı!
“Sparrow Amca...“ Donna, kardeşinin elinden tutmuş, meraklı gözlerle Klein’ın yanına yaklaşmıştı.
Klein küçük kıza hafifçe başını sallayıp ilerideki kabinleri işaret etti, “Önce odanıza gidin.
Yarın konuşuruz.“
Tehlike hala geçmiş değildi!
Bu sözleri duyan Donna itaatkar bir şekilde başını salladı. Sonra da Denton’la aynı anda işaret parmaklarını dudaklarına götürdüler, “Şşş!“
Branch ve Timothy aileleri kabinlerine girdikten sonra Klein da Elland’ı bulup Piskopos Millet’in Beyonder özelliğini ona verdi.
“Manda Altındaki Cezalandırıcılar ekibinden hala hayatta olanlar varsa bunu onlara ver.“
Fırtınalar Kilisesi, Dizi 6 seviyesinde bir piskopostan geriye kalan Beyonder özelliğinin peşini bırakamazdı ve özellik gizlenirse, Beyaz Akik’teki her yolcu birer şüpheli olacaktı. Klein, denize adım atar atmaz buraların bir numaralı gücünün hedefi haline gelmek istemiyordu.
Bansy Limanı’ndaki Manda Altındaki Cezalandırıcılar ekibinden hayatta kalan yoksa ve karargahın destek kuvveti gecikirse, Klein’ın bu meseleyi düşünecek bolca vakti olacaktı ve bu durumda muhakkak Beyonder özelliğini geri almanın bir yolunu bulurdu.
Eland başparmak büyüklüğündeki nesneyi eline alıp kuşkuyla inceledi.
“Fırtınalar Kilisesi’nin soruşturmaları konusunda endişelenmene gerek yo. Onlara senin benimle olduğundan bahsedeceğim.“
Yani, Fırtınalar Kilisesi beni de mi MI9’dan sanacak? Klein hiçbir şey söylemeden başını salladı.
O sırada Elland bakışlarını Danitz’e çevirdi, “Yanan?“
“Haha.“
“Hmm, sanmıyorum o halde,“ dedi Elland lafı uzatmadan.
Böylece Klein geminin korkuluklarına doğru yaklaşıp sisle kapsı Bansy Limanı’nı izlemeye başladı.
Zaman hızla akıp geçmiş, kıyıya yakın olan dağın zirvesi bir kez daha fırtına ışıklarıyla aydınlanmıştı.
Gümüş çizgiler ve şiddetli şimşekler bölgeyi hızla süpürdükten sonra her şey yavaş yavaş dinmeye başladı.
Bansy Limanı’na hakim olan sis de dağılıyor, kızıl ay giderek berraklaşıyordu.
Bitti mi? Bu görüntü bile Klein’ın içini tam olarak rahatlatmamıştı.
Yarım saat sonra, Manda Altındaki Cezalandırıcılar ekibinden olduğunu iddia eden üç adam Kaptan Elland’ı görmek için iskeleye geldi.
Gehrman Sparrow gelenlerin durumunu bir kehanet ve birkaç soru ile doğruladıktan sonra Elland denizcilerin geçidi iskeleye indirmesine izin verdi.
Üç ekip üyesi, kaptanla yalnız konuşmayı talep etmiş, durumu ona aktarmaya başlamıştı.
Klein da onları dinlemek için herhangi bir girişimde bulunmuyor, sabırla bitirmelerini bekliyordu.
Birkaç dakika sonra, Elland Beyonder özelliğini ekibe teslim etti ve üç Manda Altındaki Cezalandırıcı konuyla ilgilenmek üzere Beyaz Akik’ten ayrıldı.
Huhh...Sonunda rahat bir oh çeken Elland doğrudan Klein ve Danitz’in olduğu yere yöneldi. İçindeki korkunun hala tam olarak dinmediği sesinden anlaşılıyordu, “Mesele çözüldü. Herhangi bir sorun yok.“
Gerçekten çözüldü mü... Klein’ın aklına aniden telgraf ofisindeki Paavo ve Melanie gelmişti. Yeşil Limon Restoranı’nın sahibi Fox ve orada kalmayı seçen diğer insanlar da aklındaydı.
O sırada Elland derin bir nefes aldı, “Spesifik olarak, Jayce, yamyamlık ve kurban sunmak gibi eski geleneklerin yeniden canlandırıldığını fark etmiş ve Bansy Limanı’ndaki bir grup insanın kafir olduğunu doğrulamış.
Bu nedenle telaşla kiliseye koyup durumu Piskopos Millet’a bildirmiş, ancak karşısındaki adamın kafirlerin lideri olduğundan habersizmiş tabii. Millet’in rüzgar bıçakları sebebiyle boynu kesilmiş ve katedralde ölmüş.
Millet, cesetten kurtulmak üzereymiş ancak hizmetliler kendisini fark edince işler kontrolden çıkmış.
Hizmetlilerden bazıları canavarlara dönüşmüş, bazıları da rahipler eşliğinde yeraltına saklanmış.
Gizlenebileceği bir yönteme sahip olmayan Millet de hızla katedralden ayrılıp kafirlerle buluşmuş ve birlikte dağın tepesindeki sunağa yönelmişler. Hava değişimine sebep olan da buymuş. Manda Altındaki Cezalandırıcılar üç Mühürlü Eser alıp doğrudan onların peşinden gitmiş ve şiddetli bir mücadele verilmiş.
Bu süreçte Millet yaralı bir şekilde kaçmayı başarmış, diğer kafirler ise sunağı korumaya devam etmiş ancak sonunda onları halletmişler.
Kilise karargahından cevap gelmiş, Piskopos Millet’in yozlaşmasının sebebini araştırmak için birilerini gönderecekler. Heh, onlara, Piskopos Millet’i ancak güçlerimizi birleştirerek ve ağır bir şekilde yaralı olduğu için öldürebildiğimizi söyledim. Bu arada, Manda Altındaki Cezalandırıcılar, Branch ve Timothy ailelerine bir gizlilik anlaşması imzalatmamı istedi.“
Böylece Elland, kalan meseleleri halletmek üzere onlara veda edip oradan ayrıldı.
Ancak Klein hala tam olarak rahatlamış değildi. Bulutlar yanıyormuş gibi görünene, güneş doğana kadar tetikte bir şekilde güvertede bekledi.
Gün ışığı karayı aydınlattığında herkesin birer birer evinden çıkıp sohbet etmeye, gülüşmeye ve işlerine gitmek için yola koyulmaya başladığını gördü.
Bansy Limanı sonunda tekrar normale dönmüştü.
…
Gerçekten bitti... Klein arkasını döndü, hala biraz şaşkındı. Uyuyup dinlenmek istiyordu, ancak bunu gemi kalkana kadar yapamazdı. Danitz ise, uzun zamandır esniyor olmasına rağmen Gehrman’ın yanından ayrılmıyordu.
Klein, kabinine dönerken Elland’ı tekrar gördü.
“Günaydın. Limandan ayrılmak üzereyiz. Endişelenecek bir şey kalmadı.“ Elland’ın yüzünde uykusuz bir gülümseme vardı.
Bu sırada Beyaz Akik’in düdüğü çalmaya başlamıştı.
Bu sesi duyan Klein da sonunda rahat bir oh çekmişti, artık şüphelerini geride bırakmaya hazırdı. Bansy Limanı’nı daha fazla düşünmek istemiyordu, bu nedenle yalnızca başını sallayarak gülümsedi.
Onun sessiz kaldığını gören Elland boynunu gererken devam etti, “Dün gece, eski Binsy ve modern Bansy Limanı’nın çakıştığına dair mistik bir his aldım.“
Normalde kaptanın yanından geçip odasına yönelmeyi planlamış olan Klein, aniden duraklayıp yüzünde tuhaf bir ifadeyle Elland’a baktı, “Binsy?“
“Heh heh, Bansy Limanı’nın eski adı. Üç ya da dört bin yıl önce buraya Binsy Kasabası deniyordu. Daha sonra, telaffuzu ve birkaç diğer faktör sebebiyle Bansy olarak değişti.“
Bu cevap Klein’ın istemsizce gözlerini kısmasına sebep olmuştu.
Backlund yeraltı kalıntılarındaki şeytani ruhun, Gül Kefaret’in kurucularından biri olan Melek Kralı Medici’yi bulmak isteyen kişinin şansını Binsy Kasabası’nda denemesi gerektiğini söylediğini hatırlıyordu!
Binsy! Klein, kalbi santim santim donuyormuş gibi hissediyordu. Omurgasının derinliklerinden tüm vücuduna bir ürperti yayılıyordu.
Başını çevirip limana, sessizce kendisini izleyen telgraf ofisine ve Yeşil Limon Restoranı’na doğru baktı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.