Yukarı Çık




88   Önceki Bölüm 

           
Bölüm 19: Ordu Yola Çıkıyor
Haydi zamanı biraz geri saralım.
Jinshi, sarsılarak ilerleyen bir arabanın içindeydi. Karşısında ise yüzü sirke satmış gibi bir adam oturuyordu. Gerçi buna “araba” demek pek doğru olmazdı. On at tarafından çekilen bu araç, adeta tekerlekler üstünde bir evdi. Zemini hayvan postuyla kaplıydı ve kabinin tam ortasında küçük bir masa vardı.
Sürekli yüzünde bir sırıtma taşımasıyla meşhur olan Lakan, bu kez haritaya oldukça sinirli bir şekilde bakıyordu. Arkasında ise evlatlık oğlu, hem Lakan’ın hem Jinshi’nin yüz ifadelerini dikkatle süzüyor, bir yandan da bir makbuzu cübbesinin içine tıkıştırıyordu.
Bu adam—Lahan—Jinshi’nin bugüne dek tanıdığı en cimri ikinci kişiydi. Birincilik hâlâ Verdigris Evi’nin sahibi kadına aitti. Ama bu sefer, Jinshi gönülden kabul ediyordu ki, Lahan hayatını kurtarmıştı.
Her an saldırıya uğrayacakmış gibi hissediyordu. Hadım Luomen’in araya girmesi, Lakan’ın öfkesinin en azından yüzeyde yatışmasını sağlamıştı. Ama o öfke hâlâ içten içe yanıyordu. Jinshi’nin arkasında duran Gaoshun, belindeki kılıcı çekmeye hazır bir şekilde tetikteydi. Jinshi’ye el kaldırmanın cezası ağır olurdu, ama Lakan şu anda bunu umursayacak halde değildi. Jinshi, Lakan’ın üstüne atlayıp onu yumruklamaktan büyük bir memnuniyet duyacağını düşünüyordu.
Bu kadar kaygılıydı işte adam.
Ama Lahan, onu dizginleyen bir fren gibiydi.
“Baba, tamamen varsayımsal soruyorum ama… Eğer biri İmparatorluk ailesinden birine şiddet uygularsa, bu suç sadece ona mı ait olur?”
Gayet dolaylı bir soruydu elbette, ama Lakan’ı düşüncesizce bir şey yapmaktan alıkoymaya yetiyordu.
Jinshi’ye saldırmak, bir insanın ailesinin sonu olurdu.
Lakan’ın kızı Maomao bile bağışlanmazdı.
Lakan kolay kandırılan biri değildi; Jinshi’nin kim olduğunu tam anlamıyla biliyordu. Zaten orduyu harekete geçirmesini istemesinin sebebi de buydu.
Jinshi, Lahan’ın da gerçeği tahmin ettiğinden emindi.
Neden mi?
Sorduğunda, tam anlamıyla “La klanı” tarzı bir cevap almıştı:
“Çünkü boyun, kilon, göğsün ve belin aynı ölçüde. Böyle insanlar çok ama çok nadir.”
Her zamanki gibi, Lahan’ın bakış açısını anlamak pek kolay değildi.
“Çok güzelsin... Keşke kadın doğsaydın,” diye eklemişti.
Bu söz Jinshi’nin tüylerini diken diken etmişti.
Gerçi Maomao’nun kuzeni ona oldukça benziyordu, ama maalesef Jinshi’nin ilgisi o yöne değildi.
Yine de yetenek söz konusu olunca Jinshi bunu fark edecek kadar zekiydi.
Ve bu sivil görevlinin askeri harekâta eşlik etmesi için özel izin almıştı.
Bugün, Jinshi artık o eski “hadım Jinshi” değildi.
Saçlarını gümüş bir toka tutuyordu.
Siyah resmi kıyafetlerinin yerini, morumsu mavi zırh ve başlık almıştı.
Altında kalın pamuklu içlik vardı.
“Umarım zaferle yenilgiyi ayırt edebiliyordur da, biz de onun erkek mi kadın mı olduğunu ayırt etmek zorunda kalmayız.”
Bu, Lakan’ın lafıydı.
Ama haklıydı da: Jinshi artık o kimliğini bir kenara bırakma zamanının geldiğini biliyordu.
Orduyu yönetiyorlardı ve aynı anda birden fazla planı koordine etmeleri gerekiyordu.
“Bundan tamamen emin misiniz?” diye sordu Jinshi.
“Hiçbir sorun olmayacak,” dedi Lahan güvenle.
Harita, sırtını dağlara vermiş eski bir kaleyi gösteriyordu.
Harita eskiydi çünkü bu kale uzun süredir kullanılmıyordu.
Ama daha önce orada görev yapmış askerler bulunmuş ve harita güncellenmişti.
Lahan’a göre, bu kalede silah üretimi yapılıyordu.
Kuzeyin o bölgesi, bolca keresteye sahipti.
Birçok kişi, bu kaynağı ele geçirmek için bölgeyi kontrol etmek istiyordu ama Shi ailesi orayı inatla koruyordu.
Bölge yakınında kaplıcalar da vardı.
Kükürt açısından zengin bir kaynak.
Ama barut yapmak için gereken bir başka bileşen daha vardı.
“Peki ya güherçile?”
“Sıcacık kaplıcalar yüzünden olsa gerek, o civarda küçük hayvanlar kış uykusuna yatıyor. Büyük mağaralar var.”
Bu da, bölgede bolca yarasa dışkısı—yani gübre—olduğuna işaretti.
Güherçile üretmek mümkündü.
Jinshi iç çekti.
Eğer savunmacıların ateşli silahları varsa, tek tek feifa (el bombaları veya ilkel silahlar) kullanmaları beklenemezdi.
Büyük ihtimalle, kalenin surlarına yerleştirilecek bir şeyle topyekûn saldırıları bertaraf edeceklerdi.

Toplar.
Gerçek tehlike bu olurdu.

Ama Jinshi bunu düşünebiliyorsa, Lakan’ın o ihtimali çoktan hesaba kattığından da emin olabilirdi.
Harita, Lakan’ın gözünde muhtemelen bir Go tahtasından farksızdı.
Kalenin arkasındaki sarp yamacı işaret etti.
“Topları kullanmalarına fırsat bırakmadan onları alt etmek, teorik olarak mümkün,” dedi Lahan, net bir ifadeyle.
“Sayı kafalıyı duydunuz,” dedi Lakan, evlatlık oğlunun kafasına hafifçe vurarak.
Topların çalışabilmesi için gereken barut, kolayca ıslanabilirdi. Barut topun yanında tutuluyor olsa bile, mutlaka kuru kalması için özel bir mühimmat deposunda saklanıyor olmalıydı.
Kale oldukça yüksek bir rakımdaydı ve bölgede sık sık kar yağıyordu.
Keşifçiler, tam da bu gece yoğun kar yağışı olduğunu bildirmişti.
Eğer Jinshi’nin kuvvetleri doğrudan kaleye saldırırsa, adeta hedef tahtasına dönüşeceklerdi.
Bu yüzden, Lakan’ın önerisi, düşmanın top kullanma şansını ellerinden alacak şekilde barut deposunu imha etmekti.
Ve bulduğu yöntem…
Garipti.
Garip ama uygulanabilir.
İşte Lakan’ı tehlikeli yapan da buydu.
“Bence bu yöntem son derece ekonomik olacak,” dedi Lahan.
Muhtemelen onu ikna eden kelime tam da buydu: ekonomik.
Birlikte geçirdikleri kısa sürede Jinshi, bu adamın nasıl düşündüğünü çözmüş gibiydi.
“Oraya zorla girip Maomao’yu bulmalıyız. Baba, onu kurtaracak!”
“Baba” kelimesini duyunca Jinshi’nin yüzü hafifçe buruştu ama bunu belli edemezdi.
Böyle tepkiler göstermesi uygun olmazdı.
Küçücük genç kadını düşündükçe dudaklarını ısırdı.
Rehin mi alınmıştı?
Yoksa başka bir sebep mi vardı?
Belki de… kendi rızasıyla mı gitmişti?
Sebep her ne olursa olsun, Maomao düşman kampındaydı.
Ve Jinshi, onu bir an önce oradan çıkarmak istiyordu.
Yumruğunu sıktı.
“O halde öyle yapacağız,” dedi kararlılıkla.
“Lütfen bir dakika bekleyin,” dedi Gaoshun. Kaşlarını çattı ve diz çökerek önüne geldi.
“Ortada bir sorun görüyorum.”
“Ne tür bir sorun?”
Jinshi kadar Lakan ve Lahan da afallamıştı.
“Saygıdeğer efendilerim, bu ordunun doğasını unuttunuz galiba?”
Ellerinde, bu büyüklükte bir kaleyi alt edecek kadar büyük bir kuvvet vardı.
Lakan’ın planı uygulanırsa, neredeyse sıfır kayıpla zafer mümkün olabilirdi.

“Efendilerim, Yasak Ordu’nun pusu kuracak kadar alçalacağını mı söylüyorsunuz?”
Jinshi yutkundu ve başındaki saç tokasına uzandı. Tokanın ucunda, imparatorluk ailesinin simgesi olan bir qilin (efsanevi tek boynuzlu yaratık) vardı.
Uzun zamandır hadım rolünü o kadar iyi oynamıştı ki, bazen gerçek kimliğini unutacak gibi hissediyordu. Ama şu anda Jinshi değil, gerçek kimliğindeki kişiydi. Ve bu kimliğe yakışan şey, düşmanı doğrudan ve açıkça alt etmekti.
Bunu aklıyla biliyordu. Fakat ağzından çıkan sözler kalbini ele verdi.
“Büyük komutanla aynı fikirdeyim.”
“Emredersiniz, efendim.” Gaoshun başını eğerek geri çekildi. Ama gözleri, Jinshi’nin arkasındaki adama dikilmişti. Bu bakış, Jinshi’nin ensesindeki tüyleri diken diken etmeye yetti.
“Pek güzel. En azından kafatasımı içki kâsesi yapmaya hevesli değilsiniz,” dedi Lakan alaycı bir şekilde. Ardından perdenin ardından geçip arabadan atladı. Doğrusu araç çok hızlı gitmiyordu ama yine de bu bir atlayıştı. Jinshi, yere indiğinde Lakan’ın hafifçe çöktüğünü fark etti. Acaba bir şeyi mi incitti?
Lahan ise abakasını çılgınca çalıştırıyordu. Hesaplamalarda en ufak bir hata olmamalıydı.
Jinshi’nin düşünceleri, tanıdık bir sesle bölündü.
“Getsu.”
Gaoshun’du. Onun gerçek adını kullanıyordu. Kaşları çatılmıştı, yüzündeki çizgiler derinleşmişti.
“Genç hanımefendiyle olan ilişkinizi bu olaydan sonra değiştirmeniz gerekecek.”
Konuşma tarzı bir ebeveynin azarına benziyordu.
“Biliyorum.” Jinshi derin bir iç çekti. Soğuk havada soluğu buğulu bir sise dönüştü. Üşüdüğünü fark edince beyaz pelerininin kapüşonunu başına çekti.
Saat gece yarısını biraz geçmişti ki, patlamalar duyuldu.
Şişou yatağından doğruldu, başucunda duran kılıcını kaptı.
Uyuyamamıştı. Sarayda ona “yaşlı rakun” deseler de, onun da geceleri uykusunu kaçıran şeyler vardı. Zaten nasıl uyuyabilirdi ki? On yıldan uzun süredir bunu başaramamıştı.
Yan odadan bir çığlık yükseldi—muhtemelen patlama sesine verilen ilk tepkiydi ama kısa sürede tekrar sessizliğe büründü. Kadınların neşeli sohbetleri kaldığı yerden devam ediyordu.
Sadece bir duvar ötede, karısı muhtemelen şarabını yudumluyordu.
Klan kadınlarını baştan çıkartıp onlara paralı erkeklerle âlemler yaptırmaktan zevk alıyordu. Loulan doğduğundan beri, her gün bu zevk yolunu seçmişti. Öyle ki, özellikle Şişou’nun duyabileceği şekilde yaşıyordu bu hayatı.
Başta gönülsüz olan kadınlar bile artık bu rezillikten keyif alır olmuşlardı. Karısı, özellikle evli, çocuk doğurmuş, görevlerini yerine getirmiş kadınları seçiyordu. Ve onların ahlaki çöküşünü izlemekten müthiş bir haz duyuyordu.
Ama o her zaman böyle değildi.
Şişou balkona çıktı, uzaklara baktı.
“Düşman saldırısı,” diye geçirdi içinden.
Belki Yasak Ordu. Ordunun ışıkları hâlâ uzaktaydı. Bu yüksek konumdaki karakoldan, birçok li(1 li günümüzde yarım kilometredir) ötede olanları görmek mümkündü. Hâlâ biraz kestirecek vakti vardı.
Derken burnunu burkan bir koku geldi.
…Kükürt müydü bu?
Bodrumda barut üretiliyordu. Patlamış mıydı yoksa?
Elbette.
Yakasını sıkıca kapattı. “Bir şey yapmalıyım,” diye tekrarladı içinden.
Ama hareket edemedi. Zayıflık. Ne yazık ki adım atacak gücü bulamıyordu.
İmparatoriçenin gözdesi, hâlâ hükümdarın bile karşısında konuşmakta zorlandığı o kurnaz ihtiyar tanuki—işte o kişi şu anda burada değildi. Bunu en çok kendisi biliyordu.
Karnını tutarak (kırkından sonra iyice şişip sarkmıştı) ağır ağır yürümeye başladı. Dışarı çıkmak için karısının odasından geçmesi gerekiyordu. İşte bu, ona en çok acı veren şeydi.
O kadın… Eski imparatorun ona bağışladığı nişanlısı…
Yirmi yıl boyunca dönmesini beklemişti. Ama geri döndüğünde, Şişou’nun hali hazırda bir karısı ve kızı—Suirei—vardı.
Aslında başka biriyle evlenmeyi hiç istememişti. Evlenmek zorunda kaldığı kadın da muhtemelen bunu hiç arzulamamıştı.
Kadın, arka sarayda doğmuş; gayrimeşru çocuk olduğu gerekçesiyle sürgüne yollanmıştı. Oysa babası… önceki imparatordu.
Ve işte, o eski hükümdarın ölmeden önceki tek dileği:
“Lütfen, çocuğuma göz kulak ol.”


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


88   Önceki Bölüm