Yukarı Çık




6.1   Önceki Bölüm 

           
Bulvardaki kalabalık, Nina’nın hayal ettiğinden daha yoğundu ve hayatı boyunca bir malikânenin içinde yaşamış olan onun gibi biri için fazla zorlayıcıydı.

Hızlı adımlarla ilerleyen Jin’in arkasından giderken omuzları birkaç kez birilerine çarptı.

“Dikkatli ol, kesin bir yerlerde bir yankesici saklanıyordur. Çantanı iki elinle tut.“

Jin, periyodik olarak başını geriye çevirip onu kontrol ederken bir yandan da aptal gibi sırıtıyordu.

Nina, Jin’in bu kadar düşünceli olabildiğini ilk kez görüyordu.

──O zaman neden normal bir insan gibi yanında yürümüyordu ki?

Nina kendi kendine bunu düşünüp durduğu için sinirlenirken, Jin arkasına bakarak sordu:

“Bu arada, Nina, oyunculuk yeteneğinin olduğunu ne zaman fark ettin?“

Nina daha önce hiç böyle bir soruyla karşılaşmadığı için biraz afallamıştı.

“Bir düşüneyim... sanırım altı yaşımdayken.“

“Haaa? Bu oldukça erkenmiş.“

“Sanırım uşağımın beni bir tiyatro oyununa götürdüğü zamanlardı.“

“Uşakların hayali yaratıklar olduğunu sanırdım.“

“Eh, o kadar da yakın değildik,“ diye devam etti kinayeli bir gülümsemeyle.

“Oyunu hâlâ çok iyi hatırlıyorum. Oyun, saraya hapsedilmiş bir prensesin tek gecelik macerası hakkındaydı. Her bir diyaloğu ve oyuncuların yüz ifadelerindeki her değişimi canlı bir şekilde anımsayabiliyorum. O kadar heyecan verici bir deneyimdi ki.“

“Yani eve gidip oyunculuk pratiği yapmaya mı başladın?“

“Evet. Sık sık davetlere götürülürdüm ve orada oyunculuk becerilerimi sergilerdim. Yeteneğim olduğunu o zaman düşündüm.“

“Anlıyorum. Yani sen gerçek bir savaşta eğitilmişsin.“

O oyunu görmeden önce, sosyal dünya onun için acı verici bir yerden başka bir şey değildi. Yüz ifadeleri ve konuşmalarıyla yalan söyleyen yetişkinler tarafından bir maskaralığın parçası olmaya zorlandığı için suçluluk duygusuyla boğuluyordu.

Ama artık biliyordu.

Ezici bir oyunculuğun tek başına insanları etkileyebileceğini biliyordu.

“Hiç bu işin peşinden gitmeyi düşündün mü?“

“Neyin peşinden?“

“Sapkın rolü oynamayı bırakıp gerçek bir aktris olmayı.“

“Aktris, ha?“

“Film endüstrisinin şu sıralar patlama yaşadığını duyuyorum. Bence pazar giderek daha da büyüyecek.“

“...Eğer normal bir ailede doğmuş olsaydım, böyle bir seçeneği düşünebilirdim.“

Nedense, Nina bir kereliğine de olsa içini dökme havasındaydı.

“Ama Stingray Ailesi’nde psişiklerden başkasına yer yoktur. Onlar, ülkenin dört bir yanından potansiyel çocukları evlat edinen ve gelişim göstermezlerse hemen sürgün eden türden bir ailedir, biliyor musun? Ayrıca, ben ailenin en küçük çocuğuyum ve bir kızım. Eğer hiç psişik yeteneğim olmadığını öğrenirlerse, beni ne tür bir yere satarlar kim bilir...“

“...Hakkında bir sürü söylenti duymuştum. Ama doğru olduklarını hiç düşünmemiştim.“

“Uzun zaman önce, sekiz yaşımdayken, benden biraz büyük bir ablam vardı. Onun da bir psişik yeteneğe sahip olması bekleniyordu ve görünüşe göre çok uzak bir kasabadan evlat edinilmişti. Gerçekten yakındık. Gerçek kardeşler gibiydik...“

“Şimdi ne yapıyor?“

“...Bilmiyorum.“

“Aranız mı açıldı yoksa?“

“Hayır. 12 yaşına basmadan önce, aniden malikâneden kayboldu. O zamandan beri kimse artık ondan bahsetmedi. Sanki ailede hiç var olmamış gibiydi.“

“Sürgün edildiğini mi söylüyorsun?“

“Tek bildiğim, onun aslında bir psişik olmadığıydı. Stingrayler bunu öğrendiğinde, onu istenmeyen bir dalı budar gibi bir kolaylıkla bir kenara attılar. Henüz on iki yaşında olmasına rağmen...!“

En korkutucu olan şey, babasının, erkek kardeşlerinin ve ona en yakın olması gereken uşağın tepkisiydi.

Malikâneden atılan 12 yaşındaki çocuğa, yere saçılmış bir pislik parçasına bakar gibi bakıyorlardı.

Eğer başkalarının insan haklarını tanımaya ve saygı duymaya istekli olsalardı, asla böyle bir ifade takınmazlardı.

Bu, Nina’nın hayatında ilk kez böylesine tüyler ürpertici bir korku hissettiği andı.

“...Yine de, sadece sürgün edilmiş, öyle değil mi?“

Nina, Jin’in sesindeki duyguyu tam olarak kavrayamadı.

“O zaman senin durumunda ne olurdu?“

“Bilmiyorum. Ahaha, belki de beni öldürürlerdi.“

“Hiç de şaka gibi gelmiyor kulağa...“

Bunu söylerken Jin’in yüz ifadesini kestiremiyordu, ters ışık görüşünü engelliyordu.

Yine de, sözlerindeki dalgalanan duyguları hissedebiliyordu.

──Acaba şu an öfkesini mi saklıyor?

“Acıkmaya başladım. Ne yemek istersin, Nina?“

Nina, sanki bir şeyi örtbas etmeye çalışıyormuş gibi konu değişikliğine katılmaya karar verdi.

Güneş çoktan tepelerine yükselmişti ve öğle yemeği için mükemmel bir zamandı.

Bir restoran aramaya karar verdiler, ancak ikisi de bölgeye aşina olmadığından, daha az kalabalık alanlara doğru gittikçe daha da saptılar.

“...Nedense, buranın atmosferi öncekinden tamamen farklı hissettiriyor.“

Canlı ana caddenin aksine, bu bölgedeki ara sokaklar ıssızdı.

Binaların gölgeleri ortamı biraz loşlaştırıyordu ve yoldan geçen insanların yüzleri de bir nebze kasvetliydi.

Aniden, Nina yere hasır kilimler sererek sokakta ticaret yapan bir anne ve çocuk gördü.

Üzerinde çeşitli sebzeler ve meyveler diziliydi, ama hepsi ya kötü şekilli ya da biraz küçüktü. Hepsinden öte, müşteri çekmeye çalışan çocuk o kadar küçük ve zayıftı ki altı yaşından büyük görünmüyordu.

Nina bugüne kadar böyle bir gerçekliğin var olduğunu hiç bilmiyordu.

Bunu bir bilgi olarak bilse de, sanki uzak bir dünyaymış gibi hissetmişti.

Acaba okula düzgün gidiyor muydu?

Nina içinden, onun sadece tatil olduğu için annesine yardım ettiğini umarak dua etti.

“İmparatorluğun şanlı tarihinin ardında- 

Jin, korkutucu derecede soğuk bir sesle devam etti.

“Karşı taraf elbette bir canavar, bu yüzden sıradan insanlara nasıl davranılırsa davranılsın, sessizce ağlamaktan başka çareleri yok. Yasalar henüz tam oturmadığı için psişik yeteneklerin neden olduğu suçlara karşı kanun uygulamak zor. Gerçi, o çocuğun durumunun sapkınlarla bir ilgisi olup olmadığını bilmiyorum.“

“......Jin, sen...“

Bugüne kadar nasıl bir hayat yaşadın? Heiberg Akademisi’ne sızma amacın acaba──

Bu tür soruları dile getiremeden, Jin hasırların önünde oturan çocuğun yanına gitti. Çocuğun önüne çömeldi ve doğal bir gülümsemeyle ona seslendi.

“Bir limon alabilir miyim, lütfen?“

Çocuk gülümseyerek bulabildiği en büyük limonu Jin’e verdi. Karşılığında aldığı bozuk parayı ise sanki canından daha değerliymiş gibi avucunda sıktı.

Bir limonla geri dönen Jin hâlâ aynı ifadesiz surata sahipti, ama kalbinin yumuşak bir köşesinde artık bir şeyler sakladığı belli oluyordu.

“Ah, doğru ya, sana eskiden yaptığım küçük bir sihir numarası göstereyim.“

“Sihir numarası mı?“

“Sapkınlar ortaya çıkmaya başlayana kadar popüler bir numaraydı. Neyse, gösterirsem daha hızlı olur.“

Jin, az önce çocuktan aldığı limonu sağ eliyle kavradı ve diğer elini de yumruk yaptı. Tıpkı bunun gibi, iki elini de Nina’nın önünde uzattı.

“Sence limon hangisinde, sağ el mi sol el mi?“

“Şey, sağ elinden taşıyor ama......“

“Bu gerçekten de çok kolay... O zaman bir sonrakine ne dersin?“

Jin rahat bir gülümseme sergiledi ve iki sımsıkı kapalı elini bir kez daha uzattı.

Bu sefer, Nina hangisinin doğru olduğunu gerçekten bilmiyordu.

Limonun avucunun içine sığmaması gerekirdi. Başlangıç olarak, iki eli de şişkin değildi ve ikisi de içinde bir şey tutuyormuş gibi görünmüyordu.

Başka çaresi olmayan Nina, sezgilerine dayanarak sol elini işaret etti.

“Tüh, kaybettin.“

Jin sağ elini açtığında, avucundan taşan avuç içi büyüklüğünde bir meyve aniden ortaya çıktı.

Böyle bir şeyi dünyanın neresinde saklamıştı?

“Bunu nasıl yaptın? Gerçekten hiç psişik yeteneğin yok, değil mi?“

“Bu sadece basit bir sihir numarası. Limonu izleyicinin kör noktasında, kol yenimin içinde saklıyorum.“

Jin, Nina’nın görebilmesi için limonu sadece parmak uçlarıyla nasıl manipüle edebildiğini ve kol yenine nasıl götürdüğünü gösterdi.

Sanki limonun kendisi bir iradeyle hareket ediyormuş gibiydi ve hileyi öğrendikten sonra Nina’nın şaşkınlığı daha da arttı.

“O zaman, işte sonuncusu. Bu sefer hangi elde?“

Yine, iki elinden de taşan bir limon falan yoktu.

Ama Nina artık hileleri öğrenmişti.

“Kol yeninin içinde ne olduğunu göster.“

“Şu an ellerimle yapamam. Kendin sıva.“

Söyleneni yaptı ve Jin’in giydiği gömleğin kollarını sıvadı. Emin olmak için dirseğine kadar kontrol etti ama hiçbir yerde limon görünmüyordu.

“Pes mi ettin?“

“Uuh, bekle!“

Ellerini çeşitli açılardan inceledikten sonra bile, limondan bir iz bulamadı.

“Pekâlâ, süre doldu.“

“......Nereye sakladın?“

“Çantan ağırlaşıyor gibi hissetmiyor musun?“

......Olamaz.

Nina ürkekçe çantasını açtı ve elini içine soktu.

Orada, yumuşak bir şey parmak uçlarına dokundu.

Nina, çantanın içinden limonu çıkarırken şaşkınlıkla çığlık attı.

“...Olamaz! Nasıl!?“

“Bu numarayı sana öğretemem.“

“Eeh, bir ipucu bile mi?“

Jin sıkıntılı bir şekilde kıkırdadı ve sessizce mırıldandı.

“Birinin zihnine bir varsayım ektikten sonra, aldatmaca %90 başarılı olmuş demektir.“

“Hmm? Ne demek istiyorsun?“

Jin daha fazla cevap vermedi ve bir restoran aramak için tekrar yürümeye başladı.

İşte o zaman Nina çok önemli bir gerçeği fark etti.

──Jin şimdi gülümsüyordu.

Bu, birini kandırmak için kullandığı türden bir gülümseme değildi, ne de birini aldatmanın heyecanından zevk alan bir gülümsemeydi.

Sanki sihir numaralarıyla başkalarını şaşırtmaktan gerçekten keyif alıyor gibiydi.

Bu, sadece üç hafta birlikte yaşadığı ablasının ona gösterdiği ifadenin aynısıydı.

O da, ona parlak pullarla süslenmiş bir yağmur kurbağası bebeği hediye ettiğinde yüzünde bu yaramaz ifade vardı.

──Her şeyi burada, hemen şimdi açıklığa kavuşturalım.

Nina, uzun zamandır kalbinde birikmiş olan soruyu sormaya karar verdi.

“......Jin. Bana gerçekte kim olduğunu göster.“

Jin, Nina’nın neyden bahsettiği hakkında hiçbir fikri yokmuş gibi omuzlarını silkti.

Nina bunu görmezden gelip devam etti.

“Hangisi senin gerçek yüzün? Okulda herkesi kandıran mı, yoksa az önce bana bir sihir numarası gösteren mi? Hangisi gerçek sensin, Jin?“

“Ha, ne? Bir tür çoklu kişilik teorisi falan mı var ortada?“

“Bana aptalı oynama. Bana gerçeği söyle.“

Tozlu bir rüzgarın estiği sokakta, ikili bir süre birbirlerine baktılar.

Şimdi, Jin ona gerçeği söylemeye istekli olabilirdi.

Garip bir şekilde, Nina böyle düşünüyordu.

“...Soruyu değiştireyim. Heiberg Akademisi’ne kaydolmaya neden karar verdin?“

“Sana milyonlarca kez söyledim. Orada zirveye ulaşmayı hedefliyorum...“

“Bu senin hedefin, değil mi? Ben amacını, motivasyonunu soruyorum.“

Bir tahminde bulunmaya karar verdi.

“Acaba akademiye intikam için mi sızıyorsun?“

“Haha, bu sonuca nasıl vardın?“

“Her zaman insanları aldatmaktan zevk alıyor gibisin. Ama gerçekten de böylesine tehlikeli bir ipin üzerinde yürümenin sebebi bu mu? Para kazanmak için de gibi görünmüyor.“

“Bekle, bekle, bunun intikam olduğu sonucuna varmak için biraz erken değil mi?“

“Emin misin? Çünkü Jin, sen psişiklerden nefret ediyorsun, değil mi?“

Jin bazen aşağılayıcı bir terim olan [sapkınlar] kelimesini kullanıyordu.

Psişiklerden bahsederken, bazen her kelimesinden düşmanlık yayılırdı.

Her zamanki gibi uydurma bir hikayeyle dalga geçmiyor olması, belki de Nina’nın söylediklerinin hedeften çok da şaşmadığını kanıtlıyordu.

Uzun, gerçekten uzun bir sessizliğin ardından, Jin sessizce ağzını açtı.

“......Daha fazla soru sormasan iyi olur,“ dedi Jin, ağır bakışları ona doğru sabitlenirken. “Eğer benimle suç ortağı olmaya devam etmek istiyorsan yani.“

Nina, Jin’in gözlerinin derinliklerinde bir duygu aradı ama orada içi boş bir hiçlikten başka bir şey yoktu.

Belki de Nina’nın hâlâ geri adım atmadığını sezen Jin, iç çekerek mırıldandı.

“Benim asıl amacım <-Beyaz Şövalyeler->’i yok etmek.“

Sözler beklenmedik bir yönden gelince Nina istemeden kaskatı kesildi.

<-Beyaz Şövalyeler->

Doğrudan hükümetin kontrolü altında özel bir kurum ve ülkedeki en önemli güçlerden biri. Onlar ulusun kahramanları ve Heiberg Akademisi’ndeki tüm öğrencilerin hayranlık duyduğu kişilerdi.

Ve hepsinden öte, Nina’nın iki ağabeyi de bu kuruma mensuptu.

“Ben babamı onlar yüzünden kaybettim.“

Partiden kaçtıktan sonra çeşmenin önünde Jin’le karşılaştıkları o anın hatırası zihnine geri geldi.

Sözlü hakaret alışverişi sırasında Jin, Nina’nın ailesi hakkındaki kötü söylentilerin varlığını ima etmişti.

Nina, <-Beyaz Şövalyeler->’in şanlı görüntülerinin arkasında neler yaptığını bilmiyordu. Öte yandan, onların yalnızca masum kahramanlar değil, aynı zamanda güçlü ve şiddet yanlısı bir örgüt olduklarını da biliyordu.

Peki ya asla anlatılmayan karanlığa gömülen o gerçek, Jin’in çok değerli bir şeyini çalmışsa?

Stingray ailesinin bir üyesi olarak, Jin’i durdurmaya, buna hakkım var mı?“

“...Ama bunu nasıl yapacaksın? Onlar bizim ulusumuzun kahramanları, ülkenin en iyilerinden psişik yeteneklere sahip bir grup insan ve sıradan birinin onlara karşı yapabileceği hiçbir şey yok.“

“Sadece her şeyi bir maskaralığa çevireceğim.“

İki kulak zarı da kelimeleri yakaladı, ama Nina anlamlarını tam olarak kavrayamadı.

Her şeyi bir maskaralığa çevirmek mi?

Jin neyden bahsediyordu böyle?

“Okuldan sınıf birincisi olarak mezun olduğumda, <-Beyaz Şövalyeler-> beni mutlaka aralarına katılmaya çağıracak. İşte tam da tüm ülkenin gözü üzerimdeyken, gerçeği herkesin önünde açıklayacağım. Onlara diyeceğim ki, aslında ben bir psikik değilim.“

“Neden bunu yapıyorsun ki......?”

“Şaşkına döneceklerinden eminim. Heiberg Akademisi, sıradan bir insanın birinci olabildiği kadar berbat bir yer haline gelmişse, otoriteleri tamamen sarsılır. Hem Heiberg Akademisi’nin hem de <-Beyaz Şövalyeler->’in halkın gözündeki itibarı bir anda yok olur, çöküşe geçerler. Hepsi tek bir sahtekarın eliyle... Cinnet geçirtecek derecede komik bir sonuç olmaz mı bu?“

“Ama... bunu yaparsan sen...!“

Öldürüleceksin

Nina aceleyle ağzını kapattı. Böylesine korkunç bir şeyi hayal etmeye bile cesaret edemiyordu.

“....Endişelenme, ölmeyeceğim. Kaçışımı garantilemek için bir planım var.“

──Bu bir yalandı.

Bir kereliğine de olsa, Nina bunu kesin olarak söyleyebildi.

Jin, kimliğini açıkladıktan ve her şeyi bir maskaralığa çevirdikten sonra ölmeyi planlıyordu.

Çünkü gözleri asla geleceğe odaklanmıyordu. Karanlık gözleri geçmişi, babasının bir psişiğin elindeki ölümünün geçmişini kovalıyordu.

Zekice sakladığını düşünse bile, birinci sınıf bir düzenbaz olan Nina’nın gözleri kandırılamazdı.

“...Bu sadece çaresiz bir yıkım arzusu, Jin.“

Derinlerde bir yerde, Nina Jin’le olan suç ortaklığında bir umut hissediyordu.

Hiçbir dayanağı olmamasına rağmen, ip üstünde yürüdükleri bu kanunsuz işlerin sonunda, ikisinin de kurtulacağı bir geleceğin onları beklediğine inanıyordu.

Ama ileride yatan şey böyle bir sondu.

Jin kesinlikle iyi bir insan değildi. Umutsuz bir dolandırıcıdan başka bir şey olmayabilirdi.

Ama yine de, sadece sonuna doğru ilerleyen bir hayat yaşamak çok üzücü olurdu.

Hiçbir şey olmamış gibi uzaklaşmaya başlayan Jin’in sırtına bakarken Nina, kalbinin derinliklerinde yeni bir kararlılığın büyüdüğünü hissetti.

Onun hislerini boşa harcamak anlamına gelse bile, onun tarafından nefret edilmek anlamına gelse bile, kendi sonuna yürümesini engellemek zorundaydı.

Nina ikna olmuştu.

Onu kurtarabilecek tek kişi kendisiydi, onun suç ortağı.

Heiberg Akademisi yakınlarındaki otobüs durağına döndüklerinde hava çoktan kararmıştı.

Gülümseme Jin’in yüzünden çoktan silinmiş, yerini yüzeyine tetiktelik ve şüphecilikle kaplı bir yalancı ifadesi almıştı.

Nina, Jin’in kendisinin yüzünde bir hüzün duygusu olduğunun farkında olup olmadığını merak etti.

“...Burada ayrılalım.“

“Evet. Görüşürüz.“

İkili yolun yarısında ayrılıp kendi evlerine doğru yola çıktılar.

Nina, ondan uzaklaşan figürünü gizlice izlerken bir kez daha ikna oldu.

──Jin’in böyle bir yerde olmaması gerek.

Gerçek gülümsemesini yavaş yavaş kaybederken bir psişik gibi davranmasına gerek yok.

Kalbini yıpratırken sadece yıkıma doğru gitmesine gerek yok.

Bu nedenle, vermek üzere olduğum karar onun için en iyisi olacak.

Gece gökyüzünde belli belirsiz yükselen dolunaya bakan Nina’nın masmavi gözleri, kararlılığın ışığıyla parladı.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


6.1   Önceki Bölüm