Saku Chitose Okulun en popüler çocuklarından biri.
Yuuko Hiiragi Sınıfın gözdesi, oldukça sevilen bir kız. Tenis Kulübü üyesi.
Yua Uchida Her şeye dört elle sarılan, kendi çabasıyla popüler olmuş bir kız. Müzik Kulübü üyesi.
Haru Aomi Küçük ve enerjik bir kız. Basketbol Kulübü üyesi.
Yuzuki Nanase Tıpkı Yuuko gibi tüm erkeklerin favorisi. Basketbol Kulübü’nde.
Asuka Nishino Üst sınıflardan garip biri. Sosyal becerileri zayıf ama kitapları seviyor.
Kaito Asano Popüler bir sporcu. Erkekler Basketbol Takımı’nın yıldız oyuncusu.
Kazuki Mizushino Mantıklı düşünen, yakışıklı biri. Futbol Takımı’nın önde gelen isimlerinden.
Kenta Yamazaki İçe kapanık bir otaku. Odasından pek çıkmaz.
Atomu Uemura Kendine güveni eksik ama popüler biri. Rakibi Saku üzerinde üstünlük kurmak istiyor.
Kuranosuke Iwanami (Kura) Saku ve arkadaşlarının sınıf öğretmeni. Oldukça rahat ve olaylara karışmayan biri.
PROLOGUE: Chitose’nin Sakin ve Olaylardan Uzak Dünyası
Sadece bir saat önce tanıştığım sevimli bir kızla, okul kapısına doğru yürüyordum.
Omuzlarımız ara sıra birbirine değecek kadar yakındık—ve ikimiz de bunun farkındaydık. Dışarıdan bakan biri, belki henüz ilk adımı atmaya cesaret edememiş bir çift olduğumuzu düşünebilirdi… ya da daha yeni çıkmaya başlamış, hâlâ garip bir mesafeyi koruyan bir ikili.
Kızın sesi hâlâ biraz yabancı gibiydi; içinde mesafeli bir resmiyet taşıyordu. “Şey… Az önceki için teşekkür ederim,” dedi. “Gerçekten çok yardımcı oldun. Derslerde de bayağı iyisin galiba, Chitose?”
O sırada, yaklaşmakta olan bahar tatilinin habercisi gibi hafif ve ılık bir rüzgâr esti. Kızın üzerinden yayılan o tatlı, temiz, sabunsu koku da rüzgârla birlikte burnuma ulaştı.
“Dert değil. Yardım isteyen bir kıza sırt çevirmemek… benim kişisel ilkemdir.”
Okuldan sonra kütüphanede sınav için çalışıyordum. Yanıma oturan kız, önce bana gizlice bakışlar atmaya başladı. Sonra aniden dönüp, “Şey, sana bir şey sorabilir miyim?” dedi.
Bazı matematik sorularını anlayamadığını söyledi. Ceketindeki okul arması benimkisiyle aynı renkti—bu da aynı sınıfta olduğumuzu gösteriyordu. Sorulara aşinaydım, dolayısıyla kolayca yardımcı olabildim. “Sen de kendi derslerine çalışıyordun ama… buna rağmen bana bu kadar vakit ayırdın? Üstelik, daha önce hiç konuşmamıştık bile.”
Yan yana yürürken bana kısa bir bakış attı, neredeyse çekinerek.
“E, sen de beni kahveyle ödüllendireceğini söyledin. Bence gayet adil bir takastı.”
Ama belli ki bu cevap onu tatmin etmemişti.
“Hmm… O zaman başka biri de sana kahve ısmarlasaydı, ona da aynı şekilde yardım mı edecektin yani? Hiç anlamıyorum seni. Gerçi… çevrende hep güzel kızlar oluyor zaten, benim gibi sıradan biri herhalde fark edilmiyor bile…”
“Yoo. Eğer erkek olsaydın, kahve yetmezdi. Ramen’i de ısmarlaması gerekirdi.”
Böyle söyledim ama bunun, asıl duymak istediği cevap olmadığını biliyordum. Başta bu açıklamanın yeterli olduğunu düşündüm. Ama kıza yeniden baktığımda, yüzündeki o hafif hayal kırıklığını görünce, bir şeyler daha söylemek istedim.
“...Üstelik, sana şöyle bir bakan biri bile ne kadar tatlı olduğunu anlar. Ve o açık pembe saç tokası… sana gerçekten çok yakışıyor.”
Bu sözlerle birlikte kızın yanakları belirgin şekilde kızardı.
“Gerçekten mi?! Hey, Chitose… şu anda biriyle çıkıyor musun?”
“Ne yazık ki hayır. Ya sen?”
“Yani… biraz karışık.”
Kız duraksadı.
“Hey!!!”
Tam o anda, biri arkamdan omzumu yakalayıp beni sertçe geri çekti. Sanki özellikle o cümleyi duymamı istemiyormuş gibi, ani ve kaba bir hareketti.
“…”
Geriye doğru sendeledim ama düşmedim. Kollarım havada savrulurken dönüp baktım.
Karşımda bir çocuk duruyordu. Kim olduğunu bilmiyordum.
Benden hayli uzundu—benim bir yetmiş boyumun yanında epey heybetli kalıyordu. Saçlarını bolca wax’la şekillendirmişti, biçimsiz bir tarzı vardı. Kaşları neredeyse sıfıra yakın tıraşlanmıştı. Üniformasını da okul kurallarına pek uydurmamıştı; ilk bakışta bile dikkat çekiyordu.
Yüz hatları öyle aman aman değildi ama etrafa yaydığı o “cool çocuk” havası, belli ki kızların hoşuna gidecek cinstendi. “Popüler mi, silik mi?” diye soracak olsanız, hiç düşünmeden ilk gruba yazardım. “Sen ne halt ettiğini sanıyorsun?!”
Çocuk bir şeye epey sinirlenmişti. Ceketindeki arma gözümden kaçmadı—bizden bir sınıf üstteydi.
“Ee? Kendi sınıfımdan bu güzel kızla okul çıkışı randevusuna çıkıyorum. Dışarıdan nasıl görünüyor ki sence?” Omuz silktim, umursamaz bir ifadeyle.
Çocuk henüz bir şey diyemeden, kız öfkeyle sesini yükseltti: “Ne istiyorsun sen?!”
Çocuk bir adım ona doğru attı, kaşları çatılmıştı ve oldukça gergindi. “Ben mi? Asıl sen ne yapıyorsun? Sevgilin var senin! Neymiş, başka bir erkekle gezmeye mi çıkıyorsun şimdi?! Hem de bu çocukla? O, Saku Chitose. Hazırlıktaki çocuk. Duyduğuma göre kızlarla arası fazlasıyla ‘iyi’ymiş, ne demek istediğimi anladın sen.”
Bu herif beni tanıyor gibiydi ama ben onu hayatımda ilk kez görüyordum. İçimden ona bir isim taktım: “Yan Çizdirici Jock.“ Kendi esprili düşünceme içten içe gülerken, kız öne çıkıp Jock’a meydan okudu:
“Chitose bana ders çalışırken yardımcı oldu. Ben de karşılık olarak kahve ısmarlayacaktım. Ne yani, artık başkalarıyla ders de çalışamayacak mıyım?”
“Böyle tiplerle çalışamazsın işte! Az önce sana ‘güzel’ dediğini duydum ben! Bunu bütün kızlara söylüyor zaten!”
“Kulak misafiri mi oldun sen?! Iyy, ne kadar iğrençsin!”
Artık araya girme zamanım gelmişti: “Aman ne olur ya! Benim gibi sıradan biri için birbirinize düşmeyin!” Sesi biraz hafif alaycı, biraz da yapmacık masumiyetle söyledim bunu.
“...Komik mi şimdi bu?” Eh, ters tepti. Jock’un kini artık tamamen bana dönmüştü.
“Başkasının sevgilisine yan gözle bakmayacaksın, anladın mı?”
Demek mesele büyüyecek, öyle mi?
İçimden derin bir iç geçirdim.
Aralarında bir ilişki olduğu açıktı. Gerçi bu ilişkinin zaten çatırdamakta mı olduğunu, yoksa benim fazlasıyla yakışıklı ve çekici oluşumun mu devreye girdiğini kestiremiyordum… ama kızın bana ilgi duyduğu ortadaydı. Ve Jock Yan Çizdirici bundan hiç hoşlanmamıştı. Belli ki okul hiyerarşisinde benden aşağıdaydı. Yakışıklılık desen… pek geçer not almazdı. Oysa ben? Okulun en popüler çocuklarından biri olarak, neredeyse her gün bir kızdan çıkma teklifi alıyordum.
Yani bu çocuk, kız arkadaşını elimden “kaptırdığı” için bana hıncını kusuyordu.
“Pardon, kanka. Gerçekten fark etmedim sevgilin olduğunu. Ve evet, haklısın—kızlara ‘tatlı’ deme huyum var. Gördüğümü söylüyorum sadece.”
Ben konuştukça, Jock’un yüzü daha da kararıyordu. Kız ise utançla başını eğmiş, göz ucuyla bana bakmaya devam ediyordu.
“Senin için o sadece başka bir kız olabilir, ama benim için… o çok değerli! O benim sevgilim! Onu bir oyuncak gibi görüp kalbini kırmana izin vermem!”
Vay be… tam bir “beyaz atlı prens” edası.
Gerçekten de, o kadar da kötü biri sayılmazdı sanırım. Kız da bir anlığına etkilenmiş gibiydi; sevgilisine dönüp bakarken gözlerinde bir tür hayranlık vardı.
Bu sırada okuldan çıkan öğrenciler etrafımızda toplanmaya başlamıştı.
İşte karşınızda, sevgilisini kötü niyetli bir çapkından korumak için, utanılacak kadar kişisel duygularını herkesin önünde dile getiren bir erkek! Ve işte, bu jestten derinden etkilenen bir kız, kötü bir rüyadan uyanır gibi gerçeklerle yüzleşiyor… Ne sahne ama! Ne taze, ne genç… ne de bahar kokulu!
Bu noktada, ben de rolümü oynamaya karar verdim:
“Evet, seninle dere kenarında kapışmak isterdim ama… ben dövüşçü değilim, aşık biriyim.” Gülümsedim. “Yine de biraz daha dikkatli olsan iyi olur. Eğer bu kız senin için bu kadar kıymetliyse… onu daha iyi korumalısın. Yoksa benim gibi ‘kötü çocuklar’ musallat olur.” Jock, yüzünü buruşturdu. Kız arkadaşının omzuna sahiplenircesine kolunu attı; sanki “Senin gibilerden akıl alacak değilim,” der gibiydi. Ama kız hâlâ bana bakıyordu. “Hmph… Chitose…” Sesinde belli belirsiz bir hüzün vardı.
Ben de küçük bir “jest” yapmaya karar verdim.
“Sen ise…” dedim kıza dönerek, “bu çocuktan sıkıldığında, hayatına biraz heyecan katmak için orada olacağım. O zamana kadar… okul çıkışı kahvesini erteledik sayalım, tamam mı?”
Parlak bir gülümsemeyle ona göz kırptım.
Jock bir anda delirdi—okul çantasını öfkeyle bana doğru fırlattı.
“Siktir git lan!”
“Ooo, ne kadar korkutucu~” Çantayı rahatlıkla savuşturup, kayıtsız bir el sallamayla okul kapısına doğru koştum.
Geride kalan ikiliye… eh, mutlu bir gelecek dileyebilirdim sanırım.
Sonuçta ben sadece—bir kız yardım istedi diye ona ders anlatmıştım. Benim suçum değildi ki o bana ilgi duymaya başladı. Ama geldiğimiz noktada, erkek arkadaşı beni kötü adam yaptı.
Eh, olur böyle şeyler.
Yine de moralim yerindeydi. Adımlarımı hızlandırdım, toprağı havalandırarak diğer öğrencilerin yanından geçip koştum evime doğru. Gökyüzü parlak maviye çalıyordu. Güneş iyice yükselmişti; kışın sonuna ve baharın gelişine işaret ediyordu. Spor sahasından gelen tozlarla dolu serin rüzgâr, yüzüme çarpıyor ama bu hâliyle bile hoşuma gidiyordu.
Biri bana karşı bir şeyler hissediyor… Bir başkası ise bana karşı diş biliyor.
Evet. Benim dünyamda her şey tam da olması gerektiği gibiydi…
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.