Tüp treni, Aethelburg’un damarlarında akan sentetik kan gibi, pürüzsüz ve sessiz bir şekilde ilerliyordu. Elian, bu defa bir yolcu değil, bir kaçağın ta kendisiydi. Yıllardır ona güven veren bu düzenli, öngörülebilir dünya, şimdi üzerine kapanan bir tuzağın duvarları gibiydi. Her yolcunun ifadesiz yüzü, ona potansiyel bir ihbarcı gibi bakıyordu. Her anons sesi, sanki ismini anons edecekmiş gibi kulaklarında çınlıyordu.
Bugün almadığı Stabilizatör, zihnindeki kimyasal sisi aralamıştı. Bu yeni berraklık, iki ucu keskin bir bıçaktı. Bir yanda, kendi düşüncelerini, kendi korkularını daha net duyabilmenin getirdiği bir canlılık vardı. Diğer yanda ise, bastırılmış her duygunun şimdi on kat daha şiddetli bir şekilde yüzeye çıkmasının yarattığı ham bir panik dalgası yatıyordu. Kalbi, göğüs kafesine isyan eden bir kuş gibi çırpınıyordu. Ama bu korkunun altında, yeni ve tehlikeli bir his daha vardı: Hayatta olma hissi.
“Varış: Meridian Sektörü 7.”
Sentetik ses kulaklarında patladığında, Elian oturduğu yerden fırladı. Platforma adım attığında, ruhunu bir hayal kırıklığı dalgası yaladı. Burası, şehrin diğer sektörlerinden farksız görünüyordu. Aynı beyaz binalar, aynı temiz kaldırımlar, aynı ruhsuz düzen. Bir an için Dr. Aris’in haklı olduğunu düşündü. Belki de her şeyi o uydurmuştu. Belki de şimdi, olmayan bir adresi arayan bir deliden farksızdı.
İstasyondaki devasa sektör haritasının önüne geldi. Parmakları, pürüzsüz yüzeyin üzerinde gezindi. Sektör 7, A’dan F’ye kadar altı alt bölgeye ayrılmıştı.
“G” diye bir yer yoktu.
Resmi olarak yoktu.
Elian’ın kanı damarlarında buz kesti. Umutsuzluk, yeni filizlenen kararlılığını boğmak üzereyken, gözü bir şeye takıldı. Haritanın en sağında, 7-F bölgesinin bittiği yerde, normalde başka bir bölgeye geçişi göstermesi gereken bir bağlantı yolu olması gerekirken, sadece boş, tanımsız, gri bir alan vardı. Bu, haritanın kusursuz tasarımında bir yama gibiydi. Sonradan yapılmış acemi bir düzeltme, silinmiş bir gerçeğin hayaletiydi.
İşte orasıydı. Çatlak tam oradaydı.
Elian, kalbi ağzında atarak o yöne doğru yürüdü. Çok geçmeden, medeniyetin bittiği yere ulaştı. Karşısında, gökyüzüne doğru uzanan devasa bir inşaat perdesi duruyordu. Üzerinde Veridian Kolektifi’nin logosu ve ruhsuz bir slogan parlıyordu: “Daha İyi Bir Gelecek İçin Yeniden Yapılandırılıyoruz.”
Bu perde, bir yalandan örülmüş bir duvardı. Arkasında ne olduğunu gizleyen, sistemin fiziksel bir yansımasıydı. Elian, bu devasa engelin önünde kendini bir karınca kadar küçük ve çaresiz hissetti. Geri dönmek, her şeyi unutmak, gidip o ilacı almak ve bu güvenli deliliğe yeniden sığınmak için içinde korkunç bir arzu uyandı.
Tam pes etmek üzereyken, perdenin dibinde, gölgelerin kuytusunda bir şey gözüne çarptı. Yaklaştı. Bu, sanki yıllardır unutulmuş gibi duran, paslanmaya yüz tutmuş bir bakım kapısıydı. Aethelburg’un kusursuz düzeninde, böyle bir ihmal imkansız gibiydi.
Ve o an, kalbini durduran o detayı gördü. Kapının metal yüzeyine, aceleyle ve keskin bir cisimle kazınmış bir sembol vardı.
İç içe geçmiş ama biri diğerini kırmış, iki kusurlu halka.
Bu, bir tesadüf olamazdı. Bu, bir işaretti. Yalnız olmadığını fısıldayan bir umut kırıntısıydı.
Titreyen elleriyle kapının sürgüsünü kavradı. Metal, buz gibiydi. Sürgü, korkunç bir gıcırtıyla hareket etti. Kapı aralandığında, dışarıya zifiri bir karanlık ve Aethelburg’da asla bulunmayan bir koku sızdı. Yıllanmış tozla karışık, nemli toprak kokusu. Yaşayan, nefes alan bir koku.
Bu koku, bir anıydı. Trende gördüğü o sanrının kokusuydu.
Elian bir an tereddüt etti. Bu eşikten içeri adım atmak, bildiği her şeyi, o güvenli yalanı sonsuza dek terk etmek demekti.
Ama o yalan, zaten onu terk etmişti.
İçeri bir adım attı ve ağır metal kapıyı arkasından kapattı. Karanlığın ve bilinmezliğin içinde, zihnindeki fısıltı ilk defa net ve güçlü bir şekilde konuştu.
“Hoş geldin,” dedi ses. “Evine.”
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.