Yukarı Çık




15   Önceki Bölüm 

           
Çeviri: Animeci_Reyiz

Yaşasın Mezopotamya Kültürü

Bugün ormana ilk kez kendi ayaklarımla gideceğim gün.

Her zamanki gibi taşıma çantamı ve taş levhamı almamıştım. Onların yerine sırtımda (diğerlerinden biraz daha küçük boyutta) bir sepet, yanıma da kil kazmak için aldığım, tahta bir spatulaya benzeyen bir kürek vardı.
Ama dürüst olayım, bu tahta spatula görünümlü şeyin, plastikten yapılmış bir çocuk oyuncağından bile daha dayanıksız olabileceğini hissediyordum.

Ben elimdeki bu uyduruk küreği sallayıp dururken —her an kırılacakmış gibi hissederek— babam gelip omuzlarımdan tuttu. Ormana gitmeme izin verdiğinden beri aynı uyarıları defalarca yaptığı için şimdi de aynısını söyleyeceği kesindi.

“Myne. Bugün ormana gideceksin ve döneceksin. Başka bir şey yok.
Herkes toplayacakları şeylerle yorgun ve ağır olacak.
Sen ormanda dinlenecek ve kapı kapanmadan önce onlarla birlikte geri döneceksin.
Anladın mı?”

“Anladım.”

Ama belli ki cevabım babamı pek tatmin etmedi ya da sürekli aynı uyarıyı yapmasından ne kadar sıkıldığımı fark ettiğinden olsa gerek, bu kez Tuuli’ye döndü ve kaşlarını çatmış şekilde konuştu.

“Tuuli, bugün biraz zor geçecek biliyorum ama sana güveniyorum. Lutz’la konuş, Myne’in kapı kapanmadan eve döneceğinden emin olun.”

“Tamam. Bugün erken çıkmaya çalışacağım.”
Tuuli her zaman olduğu gibi sorumluluk duygusuyla dolup taşıyordu ve babamın ona güvenmesi bu duyguyu daha da körüklüyordu.
Muhtemelen bugün bana biraz daha sert davranacaktı.

Evden çıkıp sırtlarında benzer sepetler taşıyan birkaç çocukla daha buluştuk.
Sayımız sekiz kadardı; bazıları benim kadar küçük, bazıları da Tuuli ya da Fey kadar büyük ve uzundu.
Pembe saçlı Fey öne geçti, Tuuli ise grubun arkasında kalıp göz kulak oluyordu.
Ben başta grubun önünde yürüyordum, ama kapıya vardığımızda artık en arkadaydım.

“Haydi, Myne. Yavaş yavaş yürü, acele etme.”
Kapıya kadar tek başıma yürümek artık kolaydı, ama ormana kadar hiç yürümemiştim.

Bu yüzden Lutz, hızımı ayarlamak için benimle birlikte geliyordu.

Kapıdan eve yürüdüğümüz üç aylık süreçte, Lutz görünüşe göre ne kadar hızla yürürsem zorlanmadan tamamlayabileceğimi ezberlemişti.
Son zamanlarda bu kadar mesafeleri yürüyebilmem büyük ölçüde onun sayesinde olmuştu.
Bugün de babam ona, beni gözlemlemesi için biraz ödeme yapıyordu.

“Teşekkür ederim, Lutz.”

“O kadar da olur. Bu, sana olan borcumu ödememin bir yolu.”

Lutz’un ailesi kısa süre önce hâlâ ellerinde kalan parue’leri kullanmıştı.
Parue yalnızca kışın toplanabiliyordu ve havalar ısınınca hemen bozuluyordu.
Tüm yardımları için onlara teşekkür etmek ve mutfak dostluğumuzu sürdürmek adına, onlara tam anlamıyla okara hamburgeri sayılmasa da bir parue-burger tarifi öğretmiştim.
Pome adlı, dışarıdan sarı dolmalık bibere benzeyen ama tadı domatese yakın bir meyveyi sos yapmış, üzerine biraz peynir serpmiştim.
Tatlımsı parue aromasını bu şekilde öyle güzel ortaya çıkarmıştım ki ben bile şaşırmıştım.

Bu arada, önce Lutz sonra da abileri ağlamıştı.
Yalnızca lezzetli yemek sunduğum için değil, normalde yiyebileceklerinden çok daha fazla yemek yedikleri için gözyaşlarını tutamamışlardı.
Dört aç erkek çocuğu olan bir evin mutfak masrafı kolay değildi.
Annesi Karla bile bana defalarca teşekkür etmişti çünkü tariflerim bütçelerine uygundu.
Bu kadar işe yaradığım için memnundum.

“Niye bu parue burgeri bize kışın öğretmedin?”

“Kıymalık taze et lazımdı ya... Ayrıca eti kıymalık hale getirmek bile yeterince zordu. Sizin yardımınız olmasaydı kim bilir ne olurdu...”

“Doğru ya, cidden zordu. Ama senin yemeğini yemek için her şeye katlanırız, Myne.”

Etleri kıyma hâline getirecek kadar doğrayacak gücüm yoktu. Annemden de yardım isteyemezdim, onun için fazla zahmetli olurdu.
Hamburger gibi bir şeyi yemeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki Lutz ve abileriyle birlikte yapabilmek benim için gerçekten büyük bir şanstı.

Yürüyüş boyunca sohbet ettik.
O kadar keyifliydi ki neredeyse hiç durmadan ormana kadar yürümeyi başardım.
Ama vardığımızda yorgunluktan ölecek gibiydim.
Bir kayanın üstüne oturdum ve sadece enerjimi toparlamaya odaklandım, diğerleri ise toplamaya gitmişti.
Nefes nefese kalmış hâlimi gören Lutz sırtıma hafifçe vurdu.
“Unutma, Fey’le Tuuli’nin vaftiz töreni yaklaşıyor. Ormana yürümeye hemen alışman lazım.”

“...Neden ki?”
Kış boyunca kıyafetler ve saç tokası yapmamızdan Tuuli’nin vaftiz töreninin yaklaştığını biliyordum ama sonrasında ne olacağı hakkında pek düşünmemiştim.

“Vaftiz edilen çocuklar çıraklığa başlıyor ya. O yüzden haftanın yarısında ailenin ormana gidecek vakti olan tek üyesi sen olacaksın, Myne.”

Şaşkınlıkla gözlerimi kocaman açtım.
Tuuli’nin çıraklığa başlaması demek, ev işlerinin çoğunun bana kalması demekti.

“N-Ne yapacağım ben şimdi...? Bunu hiç düşünmemiştim.”
Geçmişteki Myne, Tuuli gibi iyi bir ablası olduğu için hiçbir şey yapmadan bu zamana kadar yaşayabilmişti.
Tuuli olmasaydı büyük ihtimalle çoktan açlıktan ya da ihmalden gitmişti.

Lutz bunu duyunca kıkırdayıp burnunu kaşıdı.
“Hey, dert etme. Tuuli yanında olsa da olmasa da seni hep koruyacağım, Myne. Çünkü sen çook küçük ve çook zayıfsın.”

Lutz gerçekten çok iyi kalpliydi.
Myne olduğumdan beri hep böyle korumacı ve olgundu.

“Teşekkür ederim, Lutz. Sana güveniyorum.”

“Tamamdır. Ben biraz odun toplayacağım. Sen de otur ve dinlen, tamam mı? Eve dönmeyecek kadar yorulmanı istemem.”
Bunu dedikten sonra Lutz uzaklaştı ve ormanın derinliklerine yöneldi.
Adımları iyice uzaklaştığında ve etrafımda kimse kalmadığında, sözde küreğimi alıp toprağı kazmaya başladım.

Bugünkü hedefim: “Ormana git ve sağ salim dön. Ateşlenmemeye çalış.”
Biliyorum. Gerçekten biliyorum.
Ama Lutz’a ve aileme karşı biraz suçluluk duysam da... ormana kadar gelip hiçbir şey yapmadan dönmek, bana göre değildi.
Yani hayır. Yapamam. Dayanamam!

...Kaz, kaz! Elinden geldiğince derine kaz!
Amacım yapışkan kil bulmaktı, ama ne kadar çıkarabileceğim meçhuldü.
Dünya’daki toprak katmanlarıyla benzer olduğunu varsayarsak, epey derin kazmam gerekirdi.

“Hyah!”
Tüm gücümle küreği toprağa sapladım.
Ama elimdeki uyduruk dal parçası, bırakın kazmayı, toprağa bir santim bile giremedi.

...Çok sert! Bwuh? Buraya gerçekten kazmak mümkün mü?
Sanki okulun bahçesindeki kuru ve sert toprağı kazmaya çalışıyormuşum gibi hissettirdi.
Ormanın toprağı nemli ve yumuşak olur diye ummuştum ama gerçekler hiç de öyle değildi.
Bu yerin mi suçu, yoksa küreğin mi?
Cevap basitti.

Evet... suç kürekte.
Elimdeki şey, alıştığım metal küreklerin yanına bile yaklaşamazdı. Keşke en azından metalden yapılmış olsaydı. Ama n’aparsın...

Küreğin tahta oluşuna ya da toprağın sertliğine rağmen...
Pes etmek benim için seçenek değildi.
Kazmaya devam edeceğim. İsterse salyangoz hızıyla ilerlesin — ama ilerleyecek!
Hışır hışır hışır...

Uyduruk, dallardan yapılmış kürek, toprağı azar azar kazıyordu.
Yapışkan kil çıkarmak için çok fazla güç ve kararlılık gerekiyordu.
Bu işi bir günde bitirmem imkânsızdı.
Kil tableti yapmanın da zor olacağı hissine kapıldım.
Uydurma papirüs yapmaktan kolay olmasını ummaktan başka elimden bir şey gelmiyordu.

Hışır hışır hışır...

Toprağı yaklaşık beş santim kadar kazdıktan sonra birilerinin yaklaştığını duydum.

“Ne yapıyorsun sen, Myne?”
Topladığı çalılarla iki eli de dolu olan Lutz, beni yerde oturmuş, kürekle kazarken görünce gözlerini faltaşı gibi açtı.
“Yorulmana neden olacak hiçbir şey yapmayacağına söz vermemiş miydin?!”

Evden çıkmadan önce verdiğimiz sözü hatırlıyordum.
Ama gözümün önündeki kil toprağı kazma dürtüsüne karşı koyamamıştım.
Lutz gelmeden önce bırakırım diye düşünmüştüm ama bir kez başlayınca durmak zor olmuştu.

...Ş-Şimdi ne desem?
Babamı bir sarılma ve gülümsemeyle kandırabilirdim ama Lutz’u asla.
Tuuli, onu özellikle beni kontrol etmesi için görevlendirmişti.
Kandırmaya kalkarsam hemen gözlerini kısıp sorguya çekerdi.
Bu konuda fazlasıyla tecrübeliydim.

“Ş-Şey, Lutz...”

“...Ne şeyi?”
Lutz kaşlarını çatıp ellerini beline koydu ve tepemden aşağı baktı.
Sorgu başlamıştı.
“Dinlenmeni söyledim sana. Niye dinlenmiyorsun? Ne yapıyorsun?”

“...Ş-Şey, çukur kazıyorum!”
Lutz’un baskıcı duruşu ve sinirli hâli karşısında gerçeği ağzımdan kaçırıverdim.
Ç-Çünkü kızdığı zaman çok korkunç oluyor!
İşler kötü giderse, eve kapı kapanmadan önce dönemem!

“Gördüm zaten. Niye kazıyorsun ki?”
Dürüst cevap verirsem işin içinden sıyrılırım sanmıştım ama Lutz’un öfkesi daha da katlandı.
Bana olan bakışları iyice buz gibi olmuştu.
Korkuyla inleyerek kafamı kaldırdım.

“Ş-Şey... Şey... yapışkan toprak istiyorum.”

“Ha? Ne istiyorsun?”
Lutz kafasını hafifçe eğip yüzünü buruşturdu.
Görünüşe göre şaşkınlığı, öfkesini biraz bastırmıştı.

“Yani... suyu geçirmeyen, yoğun, yapış yapış, topak hâlinde olan bir toprak.”

“...Eğer öyle bir şey arıyorsan, şurada, çimenin ve ağaçların pek olmadığı yerde daha çok bulursun.”
Gerçekten de, suyun fazlalığı yüzünden bitki yetişmeyen alanlarda böyle topraklar daha yaygın oluyordu.

“Harikasın Lutz! Teşekkür ederim!”

“Hey! Dur Myne!”
Hemen oraya gitmeye kalktım ama Lutz ensemi yakalayıp beni geri çekti.
Benden kat kat büyük ve güçlüydü. Kaçmam mümkün değildi.

“Senin bugünkü görevin dinlenmek, hatırladın mı? Beni duymadın mı? Neymiş bu kadar önemli olan da şimdi kazman gerekiyor?”
Ensemi yakaladıktan sonra bir de kulaklarımı çekmeye başladı.
Kollarımı sallayarak feryat ettim.

“Aaah! Aaah! Bu çok, çok istediğim bir şey...! Ama yenilecek bir şey değil, o yüzden Tuuli’den istemeye yüzüm yok!”
Kulaklarımı ovuştururken gözlerim yaşarmış hâlde Lutz’a dik dik baktım.
Lutz bir an duraksadı.
Belli ki bu kadar inat ettiğimi görmeyi beklememişti.
Ya da genelde bu kadar diretmediğim için bu hâlim onu şaşırtmıştı.

İçgüdülerim bu fırsatı kaçırmamam gerektiğini söylüyordu.
“Yani dinlenirsem, benim yerime sen mi kazarsın?!”

“...Ben odunları topladıktan sonra kazacağım. Hadi, Myne, otur biraz dinlen.”
Beklenmedik cevabı beni donakalmış hâlde bıraktı.
Sadece ona bakakaldım.
Söylemleriyle oraya çekmiş olsam da, acaba Lutz ne dediğinin farkında mıydı?
Kil tabletleri yapmama yardım etmek yerine, ailesi için mümkün olduğunca çok toplaması gerekmez miydi?

“Lutz... yani, bu düşüncen hoş ama... kendine odaklanman daha mantıklı değil mi?”

“Sen bu toprağı kazamayacak kadar zayıfsın. Bu yüzden ben kazacağım.
Ama karşılığında bana bu toprağı ne için kullanacağını anlat. Ne yapacaksın onunla?”

“...Neden?”

“Ne yapacağını bilirsem hem zaman kazanırım hem de boş yere uğraşmamış olurum.
Yani bak, kazdığın yer yanlışmış işte.”

Ngh... buna itiraz edemem.
Gerçekten de ne yapmak istediğimi biliyor olsam bile, bu dünyada eşyaların ismini bilmediğimden, görünümlerini tanımakta zorlandığımdan ve elimde doğru araçlar olmadığından dolayı işler hep zorlaşıyordu.

Lutz’un bu kadar net bir şekilde hatamı yüzüme vurması onun, sadece düşüncesizce yardım etmeye kalkmadığını, gerçekten anlamaya çalıştığını gösteriyordu.
Ama neden yardım etmek istediğini anlayamıyordum ve bu içimde garip bir his bırakıyordu.

“Neden yardım ediyorsun bana, Lutz?”

“Ha? Yani... karnım çok açken bana o parue keklerini yapmıştın ya.
O gün, neye ihtiyacın olursa yardım edeceğime karar verdim. Ne olursa olsun.”

...Bwuh? Sadece bu mu?
Sırf onun için kek yaptım diye mi bana yardım ediyor?
Açıkçası Lutz’un bana bu kadar zahmetli bir işte yardım etmeye gönüllü olmasını anlamakta zorlanıyordum.
Ama belki de o, minnettarlığını borç bilip ödemeye çalışan biri.
Eğer yardım etmek istiyorsa, ben de geri çevirmem.
Biraz suçluluk hissetsem de, fiziksel güç gerektiren her konuda ona güvenmekten başka çarem yoktu.

“...Tamam, Lutz. Sana bırakıyorum. Ben burada bekleyeceğim.”

“Pekâlâ. Hemen dönerim.”
Lutz gerçekten de kısa sürede odun toplamayı bitirdi.
Sonra beni, su drenajı kötü olan bir bölgeye götürdü.
Ormanın alçak bir noktasında, çevresi eğimliydi.

“Şuralarda bir yerde olmalı.”
Lutz, yanımda getirdiğim dal parçası küreği aldı ve kazmaya başladı.
“Myne. Şöyle bir düşününce... Sen bu küreği neden yanına aldın ki?
Bizim sözümüze en başından uymayı hiç düşünmemişsin, değil mi?”

“Ah?! Ş-Şey... Ormana gideceğim için çok heyecanlanmıştım.
Yanıma ne gerekiyorsa hepsini fark etmeden alıvermişim...”

Lutz bir an titredi ve içindeki harareti atmak istercesine küreği toprağa sertçe sapladı.
“Off! Dışarıdan baksan masum, tatlı bir kız gibi görünüyorsun ama insan bir an bile dikkatini senden ayıramıyor!”

“Bence biraz daha dikkatini ayırabilirsin...
Babamdan niye daha akıllı olman gerekiyor ki?”

“Bay Gunther sana çok yumuşak davranıyor, o yüzden!”

Lutz sinirini küreğe yansıtarak kazmaya devam etti.
Ben de sadece sessizce izledim.
Bir şekilde, o uyduruk dal parçası toprağı parça parça söküp atıyordu.
Ben kazarken sadece hışırdama sesi çıkıyordu ama onun hareketlerinde toprak gerçekten yerinden oynuyordu.

Gerçekten anlamıyordum.
Bu kadar güçlü müydü?
Küreği farklı mı tutuyordu?
Bir püf noktası mı vardı?

“Şey... yoksa toprağın rengi mi değişti biraz?”
Lutz yaklaşık elli santim kadar kazdıktan sonra toprağın rengi değişti.
“Aradığın şey bu mu?”

Birazını elime alıp sıktım.
Soğuktu, yoğundu ve elimde şekil değiştiriyordu.
İşte bu! Aradığım yapışkan kil buydu!

“Bu tam olarak aradığım şey!
Bu kadar derine kazmam günlerimi alırdı!
Harikasın, Lutz. Gerçekten çok güçlüsün.”

“Senin kadar zayıf olmayan herkes güçlü sayılır, Myne.”
Söyleniyor gibi görünse de Lutz kazmaya devam etti.

Ben de heyecanla kil parçalarını birer birer büyük bir taşın üzerine taşımaya başladım.
Bunlarla kaç tane kil tablet yapılır acaba...

Bu kilin sadece bu yönü bile, ne kadar saçma gelse de, bana onu çok sevdirmişti.

“Peki, bu toprağı ne yapacaksın?”

“Ehehe. (Kil tabletleri) yapacağım.”

“(Kil tabletleri)?”

“Aynen öyle.”

Lutz’un kazdığı bu kil toprağı alıp ince bir tablet şekline soktum.
Sonra yakınımdaki küçücük bir çubuğu aldım ve annemin bana küçükken anlattığı bir Japon uyku masalını tablete kazımaya başladım.
Aslında Japonca değil, bu dünyanın diliyle yazmak isterdim ama Otto bana sadece işle ilgili kelimeleri öğretiyordu.
Bir tanıtım mektubu şablonunu yazabiliyordum, ya da soyluların resmi işleriyle ilgili birkaç şeyi.
Ama günlük yaşamımda kullandığım kelimeleri henüz yazamıyordum.

“Bunlar... harf mi?”

“Hı hı. Temel olarak öyle.
Bir şeyi buraya yazarsam, sonra okuyarak hatırlayabiliyorum.
Yazılı kayıtlar harika bir şey, değil mi?
Ve kitaplar da bu yazılı kayıtlarla dolu.
Bu yüzden kitaplar daha da harika!”

“Vaay...”

“Lutz, bu kili kazdığın için çok teşekkür ederim. Gerçekten çok yardımcı oldun.
Hâlâ toplayacak şeylerin varsa devam et.
Ben burada oturup yazacağım.”

“Tamam. Ama yerinden kıpırdama.”

Yazdığım hikâye, “Ayakkabıcı ve Elfler: Isekai Versiyonu” gibi estetik bir anlatıydı.
Harflerle dolu tabletler hazırlasam bile, tüm hikâyeyi yazmak için on taneye ihtiyaç vardı.

“Yaaaay! Bittiiiii!”
Son kelimeyi yazıp sonuna büyük bir “Son” çekince, içimde tarif edilemez bir başarma hissi doğdu.
Vay canına! Kil tabletler!
Gerçekten bitirdim!
Ey ulu Mezopotamya kültürü, sonsuza dek yaşa!

Gerçekten “bitmiş” sayılmaları için tek yapmam gereken, tabletleri evimizin ocağında ısıtmak, böylece kırılmalarını engellemekti.
Elimdeki çubuğu sıkarak döndüm, biriken tabletleri üst üste koyduğum yere baktım...

“GYAAAAAAAAAAAH!”
Ellerimi yanaklarıma çırpıp çığlık attım; tam anlamıyla Edvard Munch’un Çığlık tablosundaki figürün canlı hâline bürünmüştüm.
Gözlerimin önünde duran manzara o kadar inanılmazdı ki zihnim bomboş kaldı.

Topladığı sepeti elinde taşıyan Lutz koşarak geldi.
“Ne oldu, Myne?!”

“Fey üstlerine basmış! Hepsini mahvetmiş! ...UWAAAH!”
Yazıya döktüğüm hikâyenin ilk yarısı—hatta yarısından fazlası—Fey ve arkadaşlarının ayaklarının altında hamura dönmüştü.
Tabletler un ufak olmuş, üzerlerindeki yazılar adım izleriyle silinmişti.

“N-Nihayet bitirmiştim... Ne kadar da zalimsiniz!
Uwaaah! Buraya gelebilmek için ne kadar çabaladım sanıyorsunuz?!
Bu zayıf, hasta bedeni güçlendirmek için ne kadar uğraştım sanıyorsunuz?!
Lutz’la Tuuli’yi bile bunun için yanımda sürükledim, ama yine de!
GAAAAH! APTAL APTAL SALAK HERİFLER!!”

Gözyaşlarım süzülürken, hıçkırıkları bastırmaya çalışarak Fey ve diğerlerine olabildiğince sert bir şekilde baktım.
İçimi öfkeyle dolduran bu olay sanki kanımı kaynatıyordu ama zihnim tuhaf bir şekilde korkutucu biçimde sakindi.
İçten içe bu davranışın çocukça olduğunu biliyordum... ama sakinleşemiyordum.

Fey ve arkadaşları bakışlarımdan ürktü ve yavaş yavaş titreyerek geri çekildi.

…Neredeyse başarmıştım! Kitaba ulaşmama sadece bir adım kalmıştı!
Ve şimdi her şey mahvoldu!
Bunu nasıl telafi edecekler, ha?!
Kil tabletlerimin paramparça edilmesi karşısında öfkemi nasıl dindirebileceğimi düşünürken, çığlığımı duymuş olmalı ki Tuuli korku dolu bir yüzle koşarak geldi.

“Myne, ne oldu?!”

Yüzüme baktığında ifadesi anında Fey’inkine benzer bir korkuya büründü.

“…Ne oldu sana? Gerçekten, gerçekten sinirli görünüyorsun.”
Gözlerini benden kaçırıp etrafa bakındı ve durumu anlamaya çalışarak beni teselli etmeye çalıştı.
“Myne, bu kadar sinirlenmemelisin. Eminim seni kırmak gibi bir niyetleri yoktu, değil mi?”

Niyetleri ne olursa olsun, o kil tabletler geri gelmeyecekti.
Tüm emeğimin boşa gitmesinden doğan öfkem, Tuuli’nin sözleriyle dinmezdi.

“Ne fark eder ki! Onları asla affetmeyeceğim!”
Yüzümden aşağıya yaşlar ve sümük birlikte süzülürken Fey ve arkadaşlarına elimden gelen en öfkeli bakışımı attım.
O sırada Lutz sessizce arkamdan yaklaşıp sırtımı sıvazladı.

“Ormana gelmek ve (kil tabletleri) yapmak için üç ay boyunca güç biriktirdiğini söylemiştin.
Niye bu kadar sinirlendiğini anlıyorum.
Niye affetmek istemediğini de anlıyorum, gerçekten.
Ama ne kadar öfkelensen de, olan oldu artık.
Tek yapabileceğimiz şey, onları yeniden yapmak.
Ve, yani… yardım ederim ben.”

“Eğer hemen başlarsak, kapı kapanmadan önce yetişebiliriz.
Ben yardım ederim, Myne. Tamam mı?
Fey ve diğerleri de gerçekten pişman oldular. Onlar da yardım edecek, değil mi?”

“Evet, tabii ki!
Tabletlerin senin için bu kadar önemli olduğunu bilmiyorduk.
Çok üzgünüz, gerçekten.”
Lutz ve Tuuli’nin uzattığı can simidine dört elle sarılan Fey ve arkadaşları hararetle başlarını salladılar ve üstüne bastıkları tabletlere koşarak yardım etmeye koyuldular.
Fey’in içten özrü ve kapı kapanmadan yenilerini yapabileceğimiz düşüncesi, içimdeki öfkenin yavaşça sönmesini sağladı.
Öfkeyle vakit kaybetmektense yeni tabletler yapmak çok daha mantıklıydı.

“…Peki. Yeniden yapacağım.”

Tabletlerdeki hikâyeyi büyük oranda tamamlamıştım, bu yüzden yapım sürecimde bir hata yoktu.
Papirüsle uğraşmaya kıyasla kil tablet yapmanın ne kadar kolay olduğunu düşününce, bununla yetinmem gerektiğini kabullendim.

Ama Fey ve tayfasına gerekli dersi vermeyi de ihmal etmedim.

“İkinci bir şans beklemeyin sakın.”

Anlaşılan o ki, o günden sonra uzun bir süre ‘Asla Kızdırmamanız Gereken Kişiler’ listesinde zirvede kaldım.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


15   Önceki Bölüm