Yukarı Çık




9   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   11 

           
Durmaya karar verdiklerinde Sunny bayılmanın eşiğindeydi. Saatlerce dağ yamacındaki engebeli yollarda ilerledikten sonra vücudu neredeyse sınırına dayanmıştı. Ancak herkesin şaşkınlığına, Kurnaz ondan bile daha kötü durumdaydı.

Şerefsiz köle ise gözleri donuk ve dalgındı, etrafa boş boş bakıyordu. Nefesi kesik ve sığdı; sanki göğsüne görünmez bir ağırlık çökmüştü. Ateşli ve hasta görünüyordu.

Kahraman kamp kurmaya uygun bir yer bulur bulmaz, Kurnaz kendini yere bıraktı. En tedirgin edici olan, herkesin alıştığı o öfke dolu küfürlerin artık gelmemesiydi. Köle sessiz ve hareketsiz yatıyordu; sadece göğsünün inip kalkması hâlâ yaşadığını gösteriyordu. Birkaç saniye sonra titreyen eliyle matarayı açtı ve birkaç büyük yudum su içti.

“Suyunu idareli kullan,” dedi Kahraman; genellikle soğukkanlı olan sesine bu kez belli belirsiz bir endişe sızmıştı.

Kurnaz bu uyarıyı hiçe sayarak içmeye devam etti, matarayı tamamen boşalttı.

Bilge de ondan pek iyi durumda değildi. Yorucu tırmanış yaşlı köleyi çok zorlamıştı. Dayanılmaz soğuğa rağmen ter içindeydi, gözleri kan çanağına dönmüştü, yüzünde kasvetli bir ifade vardı.

Üçü arasındaki en zayıf kişi olmasına rağmen, Sunny bir şekilde en iyi dayanan olmuştu.

“Artık su kalmadığında karı eritip içemez miyiz?” dedi.

Kahraman, Bilge’ye bir bakış attı.

“Bir noktadan sonra ateş yakamayabiliriz… istenmeyen dikkatleri çekmemek için.”

Kimse yorum yapmadı. Herkes kime dikkat etmeleri gerektiğini gayet iyi biliyordu. Dağ Kralı’nın dehşeti hâlâ zihinlerinde taptazeydi.

Neyse ki bugün Kahraman, dağ yamacında dar bir çıkıntının ardına gizlenmiş doğal bir oyuk bulmuştu. Ateş kaya duvarlarıyla gizlenmişti; bu sayede sıcaklığın tadını çıkarabiliyorlardı, fark edilme korkusu olmadan. Kimsenin konuşacak hâli yoktu, bu yüzden sadece birkaç dilim öküz etini ateşte pişirip sessizce yediler.

Gökyüzü tamamen karardığında, Kurnaz ve Bilge çoktan uyumuştu; kendi kâbuslarının pençesinde kaybolmuşlardı. Kahraman kılıcını çıkarıp kayanın kenarına geçti.

“Sen de biraz dinlen. İlk nöbeti ben tutarım.”

Sunny başını salladı ve ateşin yanına uzandı, ölü gibi yorgundu. Bir rüyanın içinde uykuya dalmak tuhaf bir histi ama beklenmedik biçimde sıradan çıktı. Başını yere koyar koymaz bilinci karanlığa gömüldü.

Ne kadar süre geçtiğini bile anlamadan birinin onu nazikçe sarsarak uyandırdığını hissetti. Sersemlemiş halde birkaç kez göz kırptı, sonunda başında dikilen Kahraman’ı fark etti.

“İkisi de iyi görünmüyor, toparlanmaları için biraz zamana ihtiyaçları var. Ateşi söndürme. Güneş doğmaya başladığında ya da… yaratık görünürse bizi uyandır.”

Sunny sessizce ayağa kalktı ve Kahraman’la yer değiştirdi. Kahraman birkaç odun parçasını ateşe attıktan kısa süre sonra derin uykuya daldı.

Birkaç saat boyunca Sunny yalnızdı.

Gökyüzü simsiyah, yıldızlar sönük, yeni doğmuş hilal incecikti. Ama bu ışık dağları saran karanlığı delmeye yetmiyordu. Sanki yalnızca Sunny’nin gözleri görebiliyordu.

Sessizce oturdu, geldikleri yola baktı. Önceki gün epey yükseğe tırmanmış olmalarına rağmen, aşağıda uzanan yolu hâlâ seçebiliyordu. Hatta gözleri, Zalim’le savaştıkları taşlık alanı bile seçebiliyordu.

Taşların üzerini kaplayan küçük noktalar, kölelerin cansız bedenleriydi.

Onlara bakarken, karanlık bir siluet uçurumun altından savaşın yaşandığı alana tırmandı. Bir süre hareketsiz kaldı, ardından pençelerini yere sürterek ilerlemeye başladı. Her pençe bir cesede denk geldiğinde, Zalim onu yakalayıp ağzına götürüyordu.

Rüzgâr, kemiklerin çatırdadığı boğuk sesleri Sunny’nin kulağına kadar taşıdı. Sunny irkildi, istemsizce küçük bir taşı kenardan itti. Taş düştü, yamacı sıyırıp yuvarlandı; birkaç taş daha peşinden düştü.

Bu taşların yuvarlanma sesi, sessiz gecede gök gürültüsü gibi yankılandı.

Aşağılarda, Zalim aniden başını çevirdi — doğrudan Sunny’ye bakıyordu.

Sunny dondu kaldı, taş kesilmiş gibiydi. En ufak bir ses çıkarmaya bile korkuyordu. Bir süre nefes almayı bile unuttu. Yaratık doğrudan ona bakıyor, ama hiçbir şey yapmıyordu.

Birkaç işkence dolu saniye geçti. Her biri sonsuzluk kadar uzundu. Sonra Zalim sakince başını çevirdi ve köleleri yemeye devam etti. Sanki Sunny’yi hiç görmemiş gibi.

’Kör…’ diye fark etti Sunny bir anda.

Derin bir nefes aldı, gözleri büyümüştü. Gerçekten de öyleydi. Yaratık kördü.

Olan biteni hatırladıkça bu çıkarımından giderek daha emin oldu. O süt beyazı, ifadesiz gözler… Düşününce, Zalim’in gözlerini hiç oynattığını da görmemişti. Ve Sunny arabayı uçurumdan iterken, yaratık ancak araba gürültüyle düşmeye başladığında tepki vermişti.

Elbette! Şimdi her şey mantıklı geliyordu.

Şafak sökerken Sunny diğerlerini uyandırdı. Kahraman, tam bir gece uykusunun Kurnaz ve Bilge’ye iyi geleceğini ummuştu ama umudu boşa çıktı. İki köle de dünden beter görünüyordu. Özellikle Bilge’nin vücudu dünün tırmanışı kaldıramamış gibiydi.

Ama Kurnaz’ın durumu basit bir yorgunlukla açıklanamazdı. Solgun, titrek ve yarı baygındı; bakışları bomboştu.

“Ne oldu ona?”

Kendisi de zor ayakta duran Bilge çaresizce başını salladı.

“Belki dağ hastalığıdır. Herkesi farklı etkiler.”

Sesi kısık ve zayıftı.

“İyiyim lan, çekilin önümden.”
Kurnazın zorlandığı belliydi ama hâlâ inatla iyi olduğunu iddia ediyordu.

Kahraman kaşlarını çattı, ardından Kurnaz’ın taşıdığı erzakların çoğunu aldı, kendi yüküne ekledi. Kısa bir tereddütten sonra birazını Sunny’ye de verdi.

“Uyurken bir şey oldu mu?”

Sunny birkaç saniye sessiz kaldı.

“Yaratık… ölüleri yedi.”

Genç asker daha da gerildi.

“Bunu nereden biliyorsun?”

“Duydum.”

Kahraman kayanın kenarına yürüdü, aşağıdaki taş platformu seçmeye çalıştı. Bir dakika kadar baktı, sonra çenesini sıktı — ilk kez kararsız görünüyordu.

“Demek öyle. O hâlde daha hızlı hareket etmeliyiz. Eğer yaratık tüm cesetleri bitirdiyse, sıradaki biz oluruz. O eski yolu gece olmadan bulmamız gerekiyor.”

Korkmuş ve morali bozuk bir şekilde yola koyuldular. Sunny, eklenen yükün altında eziliyordu. Neyse ki Kurnaz ve Bilge’nin çoğu suyu içmiş olması yükü biraz hafifletmişti.

’Burası tam bir cehennem.’ diye düşündü.

Yükseldikçe yükseldiler. Güneş de onlarla birlikte tırmanıyor, yavaşça tepeye yaklaşıyordu. Ne konuşma vardı, ne de gülüş; sadece zorlanmış nefesler. Her biri attığı adıma odaklanmıştı.

Ama Kurnaz giderek geride kalıyordu. Gücü tükenmişti.

Ve sonra, bir anda Sunny çaresiz bir çığlık duydu. Arkasına döndüğünde yalnızca panik içindeki bir yüz görebildi. Sonra Kurnaz’ın ayağı buz kaplı bir taşta kaydı. Yere çarpıp geriye yuvarlandı, bir şeye tutunmaya çalıştı.

Ama çok geçti.

Olduğu yerde donakalan diğerleri, çaresizlik içinde izledi. Kurnaz’ın bedeni yamaçtan aşağı yuvarlanıyor, taşlara kan izleri bırakıyordu. Her saniye biraz daha az insana benziyordu; bir bez bebek gibi savruluyordu.

Birkaç kalp atışı sonra nihayet durdu — iri, çıkıntılı bir kayanın tepesine çarparak.

Kurnaz ölmüştü.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

9   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   11