Yukarı Çık




10   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   12 

           
Üçü de hareketsiz duruyordu; tedirgin bir sessizlik içinde aşağıya bakıyorlardı. Kurnaz’ın başına gelenler şok edici değildi belki ama sindirmesi zordu. İçlerine uğursuz bir his çökmüştü — arkadaşlarının paramparça bedenine bakarken, aynı sonun kendilerini de bulabileceğini düşünmek.

Kimse ne diyeceğini bilemedi.

Bir dakika kadar sonra, Bilge sonunda içini çekti.

“Yanındaki erzakların çoğunu senin alman iyi olmuş.”

’Biraz kalpsizce ama yanlış değil’ diye düşündü Sunny, yaşlı köleye dikkatle bakarken.

Bilge, nazik beyefendi maskesinin bir anlığına düştüğünü fark edip hemen ciddileşti:

“Ruhun huzur bulsun, dostum.”

’Vay be. Ne oyunculuk ama.’

Sunny, onun o iyi niyetli görünüşüne başından beri inanmamıştı. Varoşlarda yaşayan çocuklar iyi bilir: Nedensiz yere kibar davrananlardan uzak duracaksın — ya aptaldırlar ya canavar. Bilgenin aptal olmadığı kesindi, bu yüzden Sunny ilk karşılaştıkları zamandan beri ondan çekiniyordu.

Hayatta kalmasını ve buralara kadar gelmesini sağlayan şey hep kuşkucu ve sinsi olmasıydı; bundan sonra da değişmek için bir sebep yoktu.

“Gitmeliyiz,” dedi Kahraman, son bir kez aşağıya bakarak.

Sesi dengeliydi, ama Sunny bunun arkasında bir şeylerin kabardığını hissetti. Ne olduğunu çıkaramıyordu.

Bilge içini çekip arkasını döndü. Sunny birkaç saniye daha kanlı kayalara baktı.

’Neden bu kadar suçluluk hissediyorum ki?’ diye sorguladı kendi kendini. 

’Hak ettiğini buldu.’

Biraz huzursuz bir halde, iki yoldaşının peşine düştü.

Böylece Kurnaz’ı geride bırakıp tırmanmaya devam ettiler.

Bu rakımda dağın geçilmesi gittikçe zorlaşıyordu. Rüzgâr öyle sert esiyordu ki, birinin dengesini bozacak kadar kuvvetliydi, her adım bir kumar gibiydi. Hava incelmiş, oksijen azalmıştı. Sunny’nin başı dönmeye, midesi bulanmaya başlamıştı.

Sanki hepsi yavaş yavaş boğuluyordu.

Yükseklik hastalığı iradeyle alt edilecek bir şey değildi. Hem sinsi hem eziciydi; güçlüyle zayıfı ayırt etmeden vururdu. Şanssız bir savaşçı bile rastgele bir yolcudan daha çabuk boyun eğebilirdi. Herkesin vücudu farklı tepki verirdi: bazıları hafif belirtilerle atlatır, diğerleri günlerce, haftalarca sakatlanır hatta ölebilirdi.

Bunlar yetmezmiş gibi, hava da giderek soğuyordu. Sıcak giysiler ve kürkler bile soğuğu engellemeye yetmiyordu artık. Sunny hem ateşler içinde yanıyor hem de donuyordu, hayatında aldığı tüm kötü kararların hepsine küfrediyordu — bu sonsuz, buzlu dağın yamacında.

Burası insanlara göre bir yer değildi.

Ama gitmek zorundaydılar.

Saatler geçti. Tüm zorluklara rağmen, hayatta kalan bu üç adam yavaş yavaş daha yukarılara tırmandılar. Bilge’nin bahsettiği o eski yol artık çok uzak olamazdı — en azından Sunny buna inanmak istiyordu.

Fakat zamanla yolun gerçekten var olup olmadığı konusunda şüpheleri belirmeye başladı. Belki Bilge yalan söylüyordu. Belki o yol zamanla yok olmuştu. Belki de farkına varmadan çoktan geçmişlerdi.

Umutlarını yitirmek üzerelerken, nihayet buldular.

Yol eskimiş ve dardı; iki kişinin yan yana yürüyebileceği kadar bile geniş değildi. Taş döşenmemişti; sanki siyah kayadan kazınmıştı, dağın etrafında uyuyan bir ejderhanın kuyruğu gibi kıvrılarak yükseliyordu. Yer yer kara karla kaplıydı, ama en önemlisi düzdü. Sunny bir yol görmenin bu kadar mutluluk verebileceğini hiç düşünmemişti.

Bilge tek kelime etmeden çantasını yere bıraktı ve oturdu. Solgun yüzü neredeyse beyaza dönmüştü, su içmek dışında nefes almıyor gibiydi. Buna rağmen yüzünde hafif bir zafer gülümsemesi belirmişti.

“Demiştim,” dedi.

Kahraman başını salladı ve çevreyi kontrol etti. Birkaç saniye sonra Bilge’ye döndü:

“Ayağa kalk. Dinlenme zamanı değil.”

Bilge birkaç kez göz kırptı, sonra yalvaran gözlerle baktı:

“Sadece… birkaç dakika daha.”

Genç asker tam bir karşılık vericekti ki, Sunny elini omzuna koydu. Kahraman ona döndü.

“Ne oldu?”

“Gitmiş” dedi Sunny.

“Ne gitmiş?”

Sunny soluk soluğa geride bıraktıkları aşağıyı işaret etti.

“Kurnaz’ın cesedi. Gitmiş.”

Kahraman bir an için ne demek istediğini anlayamadı, Sunny’nin söylemek istediği şeyi fark edince Bilge ve Kahraman aynı anda yolun kenarından aşağıya baktılar. Kurnaz’ın öldüğü yeri aradılar.

Gerçekten de kayanın üzerindeki kan lekeleri hâlâ görünüyordu ama ceset yoktu.

Bilge bir adım geri çekilip uçurumdan olabildiğince uzaklaştı. Kahraman da içgüdüyle kılıcının kabzasını kavradı. Üçü de Kurnaz’ın kayboluşunun arkasındaki anlamı kavramıştı.

“Canavar,” dedi Bilge, yüzü daha da soluklaşarak. “Bizi takip ediyor.”

Kahraman dişlerini sıktı.

“Doğru. Bu kadar yakınsa, yakında ona karşı savaşmak zorunda kalacağız.”

Zalim’le savaşma fikri hem gülünç hem de dehşet vericiydi, gerçekte bu “yakında hepimiz öleceğiz” demekten farksızdı. Sunny ve Bilge gerçeği açıkça görüyordu.

Fakat yaşlı köle şaşırtıcı biçimde paniğe kapılmış gibi görünmüyordu. Başını eğip sessizce konuştu:

“Gerek yok. İlla savaşmak zorunda kalmayabiliriz.”

Kahraman ve Sunny ona döndü, kulak kesildiler. Genç asker kaşlarını kaldırdı:

“Ne demek istiyorsun?”

’İşte geliyor’ diye düşündü Sunny.

Bilge içini çekti.

“Canavar bir günde bizi buraya kadar takip ettiyse, iki olasılık var. Ya nereye gittiğimizi anlayacak kadar akıllı ya da kanın kokusunu takip ediyor.”

Kısa bir düşünmeden sonra Kahraman başını salladı; mantıklıydı. Bilge hafifçe gülümsedi ve devam etti:

“Hangisi olursa olsun, izimizi kaybettirebilir ve biraz zaman kazanabiliriz.”

“Nasıl?” diye sordu Kahraman, sesinde aciliyet vardı.

Bilge tereddüt etti, sonra sanki istemeyerek konuştu. Sunny bu anı bekliyordu.

“Tek yol… çocuğu yaralamak. Onu aşağı doğru sürükler, orada bırakırız. Yem olur. Biz de yukarı tırmanırız. Birinin fedakârlığı iki can kurtarır.”

’Ah evet işte.’

Sunny çıldırmamış olsaydı belki gülümserdi. Haklı çıkmak hoştu ama haklı olmanın bedeli canavar yemi olmaksa biraz tadı kaçıyordu. Bilge’nin daha önce söyledikleri aklına geldi: “Çok aceleci olma dostum. Çocuk daha sonra işe yarayabilir.“ O sözler o zaman iyi niyet gibi gelmişti; şimdi ise çok daha karanlık bir anlam taşıyordu.

’P*ç kurusu’ diye geçirdi içinden.

Artık her şey Kahraman’ın kararına bağlıydı.

Genç asker şaşkınlıkla göz kırptı.

“Ne demek ‘yaralamak’?”

Bilge başını salladı.

“Yani, eğer canavar bizim nereye gittiğimizi biliyorsa, geçide gitme planımızı bırakıp dağın zirvesinden geçmeliyiz. Eğer kan kokusunu takip ediyorsa, birimizi yem yapıp izimizi kaybettirmeliyiz.”

Durdu, sonra ekledi:

“Yalnızca aşağıda yaralı birini bırakarak canavara izimizi kaybettirebiliriz. Daha sonra kokumuzu alamasın diye.”

Kahraman bir süre sustu, gözleri Bilge ile Sunny arasında gidip geldi. Sonunda sordu:

“Böyle iğrenç bir şeyi nasıl teklif edebilirsin?”

Bilge ustaca üzgün bir maske taktı, sanki vicdan azabı çekiyormuş gibi.

“Elbette beni de üzmüyor değil. Ama hiçbir şey yapmazsak hepimiz öleceğiz. Bu şekilde en azından çocuğun ölümü iki can kurtarmış olacak. Tanrılar onun bu fedakârlığını ödüllendirecektir.”

’Lafla karın doymaz derler ama neredeyse ben bile ikna oldum,’ diye düşündü Sunny, kendi kendine mırıldanarak.

Kahraman ağzını açtı, sonra tereddütle kapattı.

Sunny sessizce onları izledi. Eğer dövüş çıkarsa kimin üstesinden gelebileceğini hesaplıyordu. Bilge zaten yarı bitikti, onu alt etmek zor olmazdı. Ama Kahraman…

Kahraman zordu — disiplinli, güçlü ve kararlı.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

10   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   12