Şu anda, o engel Sunny’nin bakışlarından kaçınıyordu ve başını öne eğmişti. Eli, kılıcının kabzasında duruyordu. Her zamanki gibi genç köle, Kahraman’ın o kusursuz yüzüne bakarak onun neler düşündüğünü bir türlü kavrayamıyordu.
Bu belirsizlik, Sunny’yi gerginleştiriyordu.
Nihayet, bir süre sessizlikten sonra asker konuştu:
“Sana bir sorum var.”
Hem Sunny hem de Bilge nefeslerini tutarak ona baktılar.
“Evet?”
“Bize, iki kişinin kurtuluşu için birinin feda edilmesi gerektiğini söyledin. Neden o? Gördüğüm kadarıyla, senin bir gözün toprağa bakıyor.”
‘Aynen! Tam da ben soracaktım.’
Sunny alaycı bir sırıtışı bastırmaya çalışarak yaşlı köleye döndü. Ama ne yazık ki Bilge’nin cevabı hazırdı.
“İlk saldırıdan önce çocuk, komutanının kamçısından dolayı zaten yaralanmıştı. Saldırı sırasında ise şu iri kölenin kanıyla sırılsıklam oldu. Pelerini ise eski sahibinin kanına bulanmış bir halde zaten. Çocuk kan kokuyor. Onu hayatta tutmak hepimizi tehlikeye atar. Bu yüzden o en mantıklı seçim o.”
Sunny’nin yüzüne gülümseme, gelmeden öldü.
‘P*ç kurusu, çok mantıklı konuşuyor! Zekân batsın!’
Bilge’nin mantığı dayanılmaz derecede sağlamdı. Kahraman dikkatle dinledi; her kelimeyle yüzü biraz daha karardı. Sonunda Sunny’ye döndü, gözlerinde tehlikeli bir parıltı belirdi.
“Evet, doğru.”
Sunny’nin ağzı kurudu. Soğuk ter damlaları omurgasından aşağı süzüldü. Vücudu gerildi, harekete geçmeye hazırdı…
Ama o anda Kahraman gülümsedi.
“Mantığın neredeyse kusursuz,” dedi, kılıcını yavaşça kınından çekerken. “Yine de bir şeyi hesaba katmadın.”
Genç asker ona döndü; yüzündeki gülümseme silinmişti. Artık etrafında hissedilir bir ölüm niyeti yayılıyordu.
“Ben sizin kim olduğunuzu biliyorum, Ekselansları. Ne yaptığınızı da. Kölelerin arasına nasıl düştüğünüzü de biliyorum. İşlediğin o iğrenç suçlardan yalnızca biri bile seni öldürmem için yeterli sebep. Aramızdan biri feda edilecekse eğer, o sensin.”
Bilge’nin gözleri büyüdü.
“Ama, ama… kan kokusu!”
“Merak etme. Seni o kadar kanatırım ki, çocuğun taşıdığı kokuyu bile bastırır.”
Her şey öylesine hızlı oldu ki Sunny tepki vermeye bile fırsat bulamadı. Kahraman insanüstü bir hızla ileri atıldı. Bir saniye sonra Bilge yerde çığlık atıyordu; genç askerin kılıcının tersiyle tek darbede bacağı kırılmıştı. Ona toparlanma şansı vermeden, Kahraman diğer bacağını da ezdi. Kemiklerin kırılma sesi net bir biçimde duyuldu. Çığlık, acı dolu bir iniltiye dönüştü.
Bu kadardı. Bilge bitmişti.
Kahraman genelde zarif tavırlıydı ama bu vahşi hareketlerin zıtlığı! Sunny’nin kanı buz kesmişti. Bu… korkunçtu.
Asker, sakin bir yüz ifadesiyle ona baktı ve huzurlu bir ses tonuyla dedi ki:
“Burada bekle.”
Sonra yaşlı köleyi sürükleyerek yola koyuldu, birkaç saniye içinde kayalıkların ardında gözden kayboldu. Birkaç dakika sonra, rüzgârla birlikte yankılanan korkunç çığlıklar duyuldu.
Sunny tek başına kalmıştı, titreyerek.
‘Kahretsin! Böyle… bu kadarı da fazla!’
Bilge’nin sonunun bu kadar ani, bu kadar acımasız gelmiş olmasına hâlâ inanamıyordu.
Bir süre sonra Kahraman geri döndü. Üzerinde hiçbir şey olmamış gibiydi. İşte bu soğukkanlılık, Sunny’yi en çok sarsan şeydi.
Bilge’nin çantasındaki eşyaları karıştırıp çoğunu dışarı fırlattıktan sonra, genç asker kalanları omzuna attı ve kayıtsızca Sunny’ye döndü:
“Yürü. Acele etmeliyiz.”
Sunny, ne diyeceğini bilemeden başını salladı ve öne geçti.
Artık yalnızca ikisi kalmıştı.
Bu biraz saçma gelebilirdi ama Sunny bir anda kendini yalnız hissetti.
Taş yolda yürümek, dağ yamacına tırmanmaktan çok daha kolaydı. Artık düşünmeye bile vakti vardı. Üzerine garip bir hüzün çöktü… Bu kâbusun, her nasıl bitecekse artık, sonunun yakın olduğunu hissediyordu.
Bir süre sessiz yürüdüler, sonra Kahraman konuştu:
“Yaşananlar için kendini suçlama. Bu senin hatan değil. Karar bana ait, yalnızca bana.”
Genç asker birkaç adım öndeydi, yüzü görünmüyordu.
“Ayrıca eğer o adamın günahlarını bilseydin… aslında boş ver, bilme daha iyi. Şunu bil yeter, onu öldürmek adaletin ta kendisiydi.”
‘Acaba hangimiz suçluluk hissediyor?’
Bu insanlar… hep yaptıklarını haklı çıkarmaya çalışıyorlardı. En iğrenç şeyleri bile yaparken, hâlâ kendilerini doğru sanmak için çabalıyorlardı. Sunny bu ikiyüzlülükten nefret ediyordu.
Cevap gelmeyince Kahraman hafifçe güldü.
“Konuşmayı pek sevmiyorsun, değil mi? Peki, ne de olsa, sükût altındır demişler.”
Bir daha konuşmadılar. Her biri kendi düşüncelerine gömülmüştü.
Güneş batarken dünya kızılın binbir tonuna büründü. Bu kadar yüksekte hava tertemizdi, kırmızı ışık huzmeleri arasında parlıyordu. Aşağıda, dağın etrafında şarap rengindeki bulutlar ağır ağır dönüyordu. Gökyüzünde yıldızlar ve ay yavaş yavaş beliriyordu.
Manzara muhteşemdi.
Ama Sunny’nin aklında tek bir şey vardı: Güneş battığında, hava ne kadar soğuyacaktı?
Güneş batmadan önce Kahraman onlara bir sığınak buldu. Yolun biraz ötesinde, uzun kayaların ardına gizlenmiş dar bir yarık vardı. Yarığı takip ettiklerinde, küçük ama iyi gizlenmiş bir mağaraya ulaştılar.
Sunny biraz odun almaya yeltendi ama Kahraman başını iki yana sallayarak onu durdurdu.
“Bugün ateş yakmadan konaklayacağız. Yaratık fazla yakın.”
Ateşsiz kamp yapmak hoş olmayacaktı ama en azından mağarada donmayacaklardı. Diğer seçenek çok daha korkutucuydu.
Sunny mağaranın duvarına yaslandı. Kahraman karşısına oturmuştu; dalgın ve düşünceliydi.
Garip bir hâli vardı. Kamp kurulduğundan beri ilk kez, kılıcını temizlememişti.
Güneş çoktan kaybolmuştu. Mağara zifiri karanlığa gömüldü. Sunny, hâlâ net görebiliyordu; ama Kahraman tamamen kör kalmıştı.
Karanlıkta, o yakışıklı yüzü asalet ve bir tür hüzün taşıyordu. Sunny onu izledi, uyumaya niyeti yoktu.
Bir süre sonra Kahraman sessizce konuştu:
“Biliyor musun, garip bir şey bu. Genelde zifiri karanlıkta bile birinin varlığını hissederim. Ama seni hissedemiyorum. Sanki sen gölgelerdensin.”
Cevap gelmedi. Kahraman gülümsedi.
“Uyudun mu?”
Bu soru karanlığa yankılandı. Sunny, bugüne kadar Kahraman’la zaruri haller dışında konuşmamıştı. O da birkaç kelimeyle. Ama şimdi, aralarında tuhaf bir yakınlık hissediyordu. Belki de karanlık ona cesaret vermişti.
Hem, konuşmak için bir nedeni vardı.
“Niye? Ben uyuyana kadar bekleyip ondan sonra mı öldüreceksin? Yoksa sabaha kadar bekleyecek misin?”
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.