Yukarı Çık




26   Önceki Bölüm 

           
Caster bir anda ortadan kaybolmuş gibiydi.

Ama bu sadece bir yanılsamaydı. Gerçek şu ki, o kadar hızlı hareket ediyordu ki insan gözü hareketlerini takip edemiyordu. Sunny’nin Gölge Görüşü olmasa, o da hiçbir şey fark edemeyecekti.

Yine de sadece havada beliren bulanık bir siluet görebildi.

Bir anda, Caster aradaki mesafeyi kapatıp Nephis’e sağlam bir darbe indirdi. Ancak inanılmaz hızına rağmen, Nephis zamanında tepki vermeyi başardı, bedenini hafifçe çevirerek vuruşun yönünü saptırdı.

Ama bu da yeterli olmadı. Nephis, vuruşu saptırsa da Caster’ın yumruğu omzuna çarptı ve genç kız yana doğru savruldu.

Caster duraksamadı; yeniden atıldı. Planı gayet basitti: Nephis onun önünde olacağını düşünürken, o hızını kullanarak arkasına geçecek ve bitirici saldırıyı yapacaktı.

Genç adam, kızın hemen arkasında belirdi; son darbeyi indirmeye hazırdı. Her şey planladığı gibiydi — Nephis tam da önüne doğru saldırmaya hazırlanıyordu. Bütün ağırlığını verdi, tüm gücünü yumruğunda topladı.

Ancak, Nephis birden duruşunu değiştirdi ve kolunu ölümcül bir güçle geriye doğru savurdu.

Caster hiç beklemiyordu. Onu gafil avlamıştı!

Ama artık duramazdı. Ne kadar hızlı olursa olsun, fizik kurallarının üstünde değildi ya. Nephis geriye doğru hamle yaptığında, Caster kaderin kaçınılmaz gerçekliğini düşünüyordu.

Yine de… Caster kendini kurtarmıştı. Kıl payı da olsa kaçmıştı. Hız avantajı çok büyüktü.

Hemen ardından Nephis’in dengesini bozmak için onu itti, genç kız geriye doğru düşerken Caster onu eşofmanının yakasından yakalayıp düşüşünü yavaşlattı ve zarar görmeden sırt üstü yatmasını sağladı.

Nephis sırt üstü yatarken birkaç kez gözlerini kırptı ve yukarı baktı. Tüm dövüş iki saniyeden kısa sürmüştü.

Sunny odasında şaşkınlıkla oturuyordu.

‘Demek Yükselmiş bir Yönelim gücü böyle oluyor ha? Bu… bu resmen hile!’

Bir Uyuyanın bu kadar hızlı olması mümkün değildi. Büyü’nün onlara verdiği güçlerin henüz emekleme aşamasında olması gerekirdi. Ama… Caster bir Mirasçıydı sonuçta.

Akademi’ye katılmadan önce onun kaç tane ruh parçacığı yediğini kim bilebilirdi ki?

Dojo’da, Eğitmen Rock homurdandı ve Caster’a başını salladı. Nephis yavaşça ayağa kalktı.

Diğer Uyuyanlar, Caster’a hayranlıkla bakıyor, aralarında fısıldaşıyorlardı. Görünen o ki bu performans onları derinden etkilemişti.

Ama Caster pek mutlu görünmüyordu. Nephis’e belli belirsiz bir ifadeyle bakıyordu.

Çünkü, diğerlerinin aksine, gerçeği fark etmişti. Bu gerçeği sadece o, Nephis, Eğitmen Rock ve dikkatli gözlemciliği sayesinde Sunny fark etmişti.

Uyuyanların fark etmediği şey şuydu: Nephis dövüş sırasında Yönelim Yeteneği’ni hiç kullanmamıştı. Aslında o günkü hiç bir testte yeteneklerini kullanmamıştı. Hatta hiç kimse onun yeteneğinin ne olduğunu bile bilmiyordu.

Yine de, güçlü Yönelimine rağmen, Caster zar zor galip gelebilmişti.

‘Tam bir canavar,’ diye düşündü Sunny, huzursuzlanmıştı.

Dojo’nun köşesinde gizlenen gölgesi de bu fikre tamamen katılıyor gibiydi.


***


Son dövüşle birlikte tanıtım niteliğindeki dövüş dersi sona erdi. Yedikleri dayaktan sızlayan Uyuyanlar duşlara yöneldi. Sunny biraz daha bekledi, sonra gölgesine erkek soyunma odasına sızmasını emretti.

Soyunan gençleri izlemeye gitmiyordu elbette. Fakat Caster’ın Nephis’le  olan dövüşü hakkında yorum yapmasını umuyordu ya da daha iyisi Yönelim Yeteneği’ne dair fark ettiği şeyler hakkında bilgi edinme olasılığı vardı.

Beklendiği üzere, Caster çoktan bir grup hayranıyla çevrelenmişti. Onu övüyor, zaferini coşkuyla kutluyorlardı. Ancak Caster’ın yüzü asıktı; gözlerinde kasvetli bir ağırlık vardı.

Hatta aldığı her övgüyle yüzü biraz daha kararıyordu.

“Caster, bu inanılmazdı!”

“Yönelim’in gerçekten aşırı güçlü, değil mi?”

“O hatunun hiçbir şansı yoktu!”

“Gerçek İsim falan hikâye! Abartılmış biri!”

Sonunda Caster başını kaldırdı ve son konuşanı buz gibi bakışlarıyla deldi. Baktığı çocuk da kendisi gibi, Mirasçı’lardan biriydi. Bu tepki karşısında belli ki bozulmuştu.

“Ne var?” dedi.

Caster dişlerini sıktı.

“Onlardan böyle davranmalarını beklerdim ama sen… sen bunu anlamalıydın.”

Diğer Mirasçı kaşını kaldırdı.

“Nedenmiş? O köylü kızda özel olan ne var ki?”

Caster’ın gözleri büyüdü.

“Sen ciddi misin… köylü kız mı? Gerçekten kim olduğunu bilmiyor musun?”

‘Yo bilmiyorum!’ diye atıldı Sunny sabırsızca. ‘Söyle de öğrenelim artık!’

Neyse ki, o kibirli Uyuyan da aynı fikirdeydi.

Caster birkaç kez konuşacakmış gibi ağzını açtı ama sonra kararsızca sustu. En sonunda başını iki yana sallayıp cevap verdi:

“O kız, Ölümsüz Alev Klanı’ndan Nephis.”

Duyduklarından sonra kibirli Mirasçı’nın yüzü kireç gibi bembeyaz oldu. Caster ise ona aldırmadan devam etti.

“Eminim dedesini iyi biliyorsundur. Annesi, Cennetin Tebessümü ve babası da Kırık Kılıç idi.”

Sunny, sandalyeden düştü.

O bile kim olduklarını biliyordu! Ölümsüz Alev, İkinci Kâbus’u fethedip ’Usta’ olan ilk insandı. Kırık Kılıç ise Üçüncü Kâbus’u fethedip ’Aziz’ olan ilk kişiydi.

Onlar yoldaşlarıyla birlikte, insanlık tarihini şekillendiren tanınmış efsanevi kahramanlardı. Eğer Caster’ın söyledikleri doğruysa, Nephis’e soylu demek yetmezdi… o kraliyet ailesine mensuptu!

Demek o yüzden “Leydi” diyordu. Bari “Prenses” deseydi. Bu kadar beklemezdik.

Ama bu hiç mantıklı değildi!

Sunny’nin düşünceleriyle aynı anda, solgun yüzlü Mirasçı titrek bir sesle sordu:

“O zaman neden… neden bu halde?”

Caster iç çekti.

“Çünkü hepsi öldü. Ölümsüz Alev Klanı yok oldu.”

Bir süre soyunma odasında derin bir sessizlik sürdü. Caster başını eğdi.

“O, klanından geriye kalan tek kişi.”


***


Gecenin ilerleyen saatlerinde, herkes uyuduktan sonra Sunny gizlice dojo’ya girdi. Etrafına bakındı, kimsenin olmadığından emin olduktan sonra Nephis’in dövüştüğü ringe girdi. Ortasında durdu, gözlerini kapattı ve o anı anımsadı — Nephis onlarca Uyuyanı tek başına alt etmişti, ta ki Caster onu düşürene kadar.

“Canavar… ikisi de canavar!” diye sızlandı, hem üzgün hem de ezik hissetmişti.

Başını iki yana sallayıp ringden indi, ardından gölgesine baktı.

“Sen de öyle mi düşünüyorsun?”

Gölge birkaç saniye durdu, sonra göğsünü şişirip kollarını kavuşturdu; kibirli, kayıtsızmış gibi görünmeye çalıştı. Ama pek inandırıcı değildi.

“Evet, haklısın. Aynen öyle! Ne varmış bunda bu kadar abartılacak?”

Nephis’in dedesi Ölümsüz Alev ve babası ise Kırık Kılıç… ikisi de insanlık tarihindeki en kudretli varlıklardan ikisiydi. Ama ailelerini koruyamamışlardı. Demek ki güç her şey demek değildi.

Krallar bile dünyanın zalimliğinden muaf değildi.

Sunny iç çekti, sonra yumruğunu sıktı ve ölçüm makinesine yaklaştı. Ve bütün gücüyle vurdu.

Makine birkaç saniye boyunca uğuldadı ve nihayetinde tek bir rakam gösterdi: Dokuz.

“S*ktir ya! Bari on gelseydi!”

Sinirle bir kez daha vurdu, parmaklarını acıtmıştı. Ama sonuç yine aynıydı.

“Lanet! Lanet! Lanet olsun!”

Bir süre ileri geri yürüyüp öfkesini bastırmaya çalıştı. Demek ki kaderinde zayıf olmak vardı. Sonuçta saldırı gücü, kütleyle ivmenin çarpımına bağlıydı. İvme antrenmanla artabilirdi ama kütle… ona yapacak pek bir şey yoktu.

Artık boyu da uzamazdı zaten. Ne kadar çalışırsa çalışsın, hep hafif sıklet biri olacaktı.

‘Bu nasıl adalet şimdi?’

O anda, içinde garip bir içgüdü uyandı.

Bu içgüdüyle, gölgesi bedenine doğru süzüldü ve yumruğuna sarıldı; sanki simsiyah bir eldiven gibi tenine yapışmıştı. 

Ve yumruğunu bir kez daha savurdu.

Makine bu kez sarsıldı. Sunny acıyan elini tuttu, sonra ekrana baktı.

Bu sefer dokuz değildi.

On da değildi.

On sekizdi.

Uzun süre ifadesizce ekrana baktı.

Sonra yüzüne yavaşça geniş bir gülümseme yayıldı.

“Anlıyorum. Demek böyle oluyor. Elbette!”

Yumruğunu tekrar sıktı ve siyah gölge eldivenine baktı.

Ah, gerçekten de eşsiz bir yardımcıymış.

“İşte şimdi oldu!”

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

26   Önceki Bölüm