Yukarı Çık




58   Önceki Bölüm 

           
Bölüm 59 - Kızıl Kule’nin Gölgesi
— Çeviri: Raban —

Ölü Kıskaçlı Avcı’nın üstünden atlayan Sunny, kılıcını aldı ve Cassie’ye dışarı çıkmasının güvenli olduğunu haber vermek için ıslık çaldı. Kısa süre sonra kız, mercan duvarındaki küçük bir açıklıktan sürünerek çıktı ve dikkatlice ayağa kalktı. Asasına yaslanarak doğruldu, başını hafifçe yana çevirip Sunny’nin adımlarının sesini dinledi.

Sunny, Cassie’ye yaklaştı ve nazikçe kızın elini tutup omzuna koydu. Ardından, yerdeki kan gölcüklerinden dikkatle kaçınarak onu Yankı’ya doğru yönlendirdi. Yolda sohbet ettiler.

“Şu kırkayaklar tekrar geldi mi?”

Labirentte yaptıkları yolculuk sırasında, Kıskaçlı Avcıların orada yaşayan tek yaratık olmadığını keşfetmişlerdi. Kızıl ormanda farklı türde canavarlar yaşıyor, geceleri resiflerin içinde saklanıp gündüzleri avlanmaya çıkıyorlardı.

Kara çamurun altından saldıran etçil solucanlar, kurbanlarını boğan ve kanını emen, et yiyen sarmaşıklar vardı. Bir seferinde de çaresizce direnen bir Avcıyı karanlık bir yarığa sürükleyen garip, saydam dokunaçlar vardı…

Yarığın içinde ne tür bir yaratığın gizlendiğini hâlâ bilmiyorlardı. Sunny, bunu hiç hiç merak etmiyordu.

Kısacası, labirent en az Uyanmış rütbesinde olan türlü türlü vahşi yaratığa ev sahipliği yapıyordu. Bu yaratıkların hepsi leş yiyiciydi, karanlık denizden gelen canavarların ardında bıraktığı kalıntılarla besleniyorlardı. Fırsat bulduklarında birbirlerini de yiyorlardı — üç “lezzetli” insandan bahsetmeye gerek bile yok.

Neyse ki, kıskaçlı muhafız son derece bölgeciydi ve Kızıl mercanın bu kısmında üstünlüğü ele geçirmiş gibiydi. Zırhları, büyüklükleri ve fiziksel güçleri Kıskaçlı Avcıları korkunç rakipler haline getiriyordu ama sürekli bilinmeyen tehlikelerle karşılaşmak yerine tek bir yaratık türüyle uğraşmak, büyük bir nimet gibiydi.

Kırkayak benzeri canavarlar, Kıskaçlı muhafızın son düşmanlarıydı. Bu yaratıkların bazıları üç metreden uzundu; kırmızı renkte parlayan bir kabukla kaplı, yüzlerce kıpır kıpır bacağa sahiptiler. Dehşet verici bir hız ve çeviklikle hareket edebiliyor, çamurun içinde sürünebiliyor, mercan duvarlarına tırmanabiliyor, hatta yukarıdan fark edilmeyen bir hızla kurbanlarının üzerine atlayabiliyorlardı.

Daha da kötüsü, bedenlerinden birkaç saniye içinde en sağlam zırhı bile eriten siyah, aşındırıcı bir sıvı salgılayabiliyorlardı. Tek iyi yanları, kabuklarının pek dayanıklı olmamasıydı, basit bir kılıçla bile kolayca delinebilirdi.

Sunny, arkasına bakmadan Cassie’ye cevap verdi:

“Evet, altı tane. Birkaç tane de Avcı vardı. Birbirlerine dalmalarını bekledik, sonra da sağ kalanları indirdik.”

Cassie yutkundu.

“Yaralandınız mı?”

“Basit sıyrıklar.”

“Peki ya Muhafız?”

Sunny, yarı yenmiş cesede baktı ve gülümsedi.

“Bir daha peşimizden gelmeyecek.”

Bu, Rüya Diyarına girdiklerinden beri öldürdükleri ikinci Uyanmış canavardı. İlk karşılaşmalarına kıyasla bu savaş oldukça sorunsuz geçmişti. Ne ölen, ne de ciddi yaralanan vardı.

Üstelik Yankının, iki kıskacı da yerindeydi.

“Kaç tane Ruh Parçacığı topladık?”

Sunny saydı.

“On bir olmalı.”

Şimdi sırıtma sırası Cassie’deydi.

“Şimdiye kadarki en büyük ganimetimiz bu! Hem de açık ara farkla!”

Sunny başını salladı.

“Doğru.”

Yine de, herhangi bir Hatıra kazanmayı başaramamışlardı. Sunny, bunun kendi şanssızlığı mı yoksa Kâbus Büyüsü’nün onlara özel ayrıcalığı mı bilmiyordu. Ne Sunny ne de Nephis son iki haftadır tek bir Hatıra bile elde edememişti. Sanki Büyü, ’yeterince kazandınız zaten’ diyormuş gibiydi.

‘Yetmez, daha çok istiyorum!’

İç çekti.

Kamp yaptıkları zamanlarda Cassie’yle oynamayı sevdiği oyunlardan biri, gerçek dünyaya dönüp zengin olduktan sonra neler alacaklarını hayal etmekti. Ama bunun için önce birkaç Hatıra biriktirip açık artırmada falan satması gerekiyordu. Ama bu gidişle yine beş parasız kalacaktı.

Sunny’i açgözlülük ve hırs bürümüştü, Yankı’ya yaklaşıp memnuniyetsiz bir ifadeyle baktı.

“Lan, yeter! Kes çiğnemeyi!”

Kıskaçlı Avcı donakaldı, ağzında hala bir et parçası sallanıyordu.

“Tükür onu, tükür!”

Başını iki yana sallayan Sunny, Cassie’nin bineğine tırmanmasına yardım etti ve dizginleri ona uzattı.

“Bu gerzek, Muhafızın yarısını yemiş. Hayırdır oğlum? Koca diyarda o kadar Yankı var, en malı bana denk geldi, hâle bak?”

Gölgesi de, görünen o ki onunla aynı fikirdeydi çünkü ciddiyetle başını sallıyordu. Sunny gözlerini kısarak gölgesine baktı. Normal de hiç söylediklerine katılmazdı. Gölgenin de kendi Yankısı olmadığına göre…

Peki gölge kimden bu kadar muzdaripti acaba?

‘Seni p*ç, bana mıydı lan o…’

Cassie güldü.

“Hey, bineğime laf etme. O harika bir Yankı! Ben onu çok seviyorum. Değil mi oğlum.”

‘Oğlum, ha? Şimdi oğlum mu oldu?’

Sunny yine başını salladı ve Muhafız’ın kalan etlerini kesip çıkarmaya başladı. Ardından bu etleri, Avcı’nın yan taraflarına bağlanmış deniz yosunundan çantalara yerleştirdi. Bu çantaları kendisi yapmıştı, grubun taşıma kapasitesini artırmak için. Sonuçta Kıskaçlı Avcı oldukça güçlüydü — bu avantajı kullanmamak büyük bir kayıp olurdu.

Sonrasında Sunny iç çekti ve en mide bulandırıcı işe girişti, kırkayakların cesetlerinden yağ keselerini çıkarmaya. Her birinde, özel bir bezeyle bağlantılı iki kese vardı. İşlem tehlikeli değil ama tiksindiriciydi, keselerdeki sıvının aşındırıcı etkisi, ancak iki kesedeki sıvı karıştığında ortaya çıkıyordu.

Henüz bu yağları nasıl kullanacaklarını bulamamışlardı ama Nephis mümkün olduğunca çok toplamalarında ısrarcıydı. Bir gün işe yarar diye düşünüyordu.

En azından, oldukça kolay tutuşan bir sıvıydı.

Nephis’ten bahsetmişken, Sunny yağ keselerini çıkarırken o çoktan Ruh Parçacıklarını toplamıştı ve Yankı’nın önünde bekliyordu. Sunny, ganimetlerini gösterip dikkatlice ayrı bir çantaya yerleştirdi.

“Hepsi tamam mı?”

Nephis başını salladı.

Sunny, gökyüzüne bakıp zamanı çıkarmaya çalıştı. Güneş tam tepedeydi, hala zamanları boldu.

“Ne dersin? Düz Tepe’yle Kemik Sırtı’nın tam ortasındayız. Geri mi dönelim, yoksa bugün Kemik Sırtı’na kadar gidelim mi?”

Labirentin zemin seviyesi düzensizdi. Bazı kısımları diğerlerinden yüksekteydi. Şu anda bulundukları yer de onlardan biriydi. Karanlık deniz burada daha sığ olduğundan, geceleri su altında kalmayan doğal oluşumlar daha fazlaydı. Bu da aralarındaki mesafeyi kısaltıyordu.

Nephis bir süre düşündü, sonra cevap verdi:

“Kemik Sırtı’na kadar gidelim.”

Dün oraya kadar olan yolun büyük kısmını keşfetmişlerdi zaten; bu yüzden kaybolup karanlığa kalma tehlikesi düşüktü. Üstelik Kıskaçlı Muhafız da artık ölüydü, son birkaç gündür onlara zorluk çıkaran en tehlikeli etken ortadan kalkmıştı. Değişen Yıldız’ın kararı gayet mantıklıydı.

Sunny başıyla onayladı.

“Tamam.”

Bunun üzerine gölgesi önden keşfe çıktı.


***


Bir süre sonra Kemik Sırtı’na iyice yaklaşmışlardı. Güneş iyice alçalmıştı ama halâ güvenli bir yere ulaşmak için vakitleri vardı. Ama Sunny’nin içinde bir huzursuzluk vardı.

Bu his, kayalıklardan ayrıldıkları günden beri vardı. Bu his her akşamüstü ortaya çıkıyor, gün batımına kadar da sürüyordu, sonra da kayboluyordu — ama Sunny’yi tuhaf bir ruh hali içinde bırakıyordu. Batıya doğru ilerledikçe bu his daha da güçlenmeye başlamıştı.

Sanki dünyanın bir yerlerinde bir şeyler doğru değildi. Ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın, Sunny bunun neden olduğunu anlayamıyordu.

Sonunda, huzursuzluğunu diğerleriyle paylaştı. Kızlar şaşırmıştı. Görünüşe göre onlar hiçbir tuhaflık hissetmiyordu. Hatta aralarında sezgileri en keskin olan Cassie bile — hiçbir şey fark etmemişti.

Yine de bir teori öne sürdü. Bu hissi sadece Sunny yaşadığına göre, sebep onun algısıyla ilgili olmalıydı. Ve kızlara göre Sunny’yi onlardan ayıran tek fark, onun gölge duyusuydu.

Yani, bu garipliğin kaynağı muhtemelen gölgelerin davranışıyla ilgiliydi.

Cassie’nin tavsiyesiyle Sunny sonunda huzursuzluğunun nedenini keşfetti. Cassie gerçekten de haklıydı — gün batımına doğru, batı da güneş alçaldıkça, labirentin içinden devasa bir gölge geçiyordu ve Sunny’nin ürpermesine neden oluyordu.

Muhtemelen çok uzaktaydı ama yine de o kadar büyüktü ki gözle görülmese de düşen gölgesinden varlığı seziliyordu.

Sunny, o devasa gölgeden bahsedince Cassie her şeyi anlamışçasına başını salladı.

Sonra dedi ki:

“Evet bu, Kızıl Kule’nin gölgesi.”

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

58   Önceki Bölüm