Sunny bir anda gözlerini açtı. Uykusu tamamen kaçmıştı. Hızla doğrulup gözlerini ovuşturdu, sonra da kör kıza dönüp dikkat kesildi.
Nephis sessizce yanlarına gelip oturdu, tan yeri ağarmaya başlarken yüzü zar zor seçilebiliyordu.
“Geçmişten mi yoksa gelecekten mi?”
Sunny gözlerini kırpıştırdı.
‘Ben diyecektim… lafı ağzımdan aldın.’
Cassie kısa bir süre düşündü, sonra kararsız bir sesle yanıt verdi:
“Geçmiş… sanırım.”
Bir an duraksadı, ardından yüzündeki ifade kararlılığa dönüştü.
“Hayır, eminim. Geçmiş.”
Değişen Yıldız başını hafifçe yana eğdi.
“Güzel. Peki… ne gördün?”
Cassie derin bir nefes aldı. Birkaç saniye sessiz kaldı, hatırladığı şeyleri düşünüyordu. Ama bu kez korkusuyla yüzleşmeye hazırdı.
“Gece vaktiydi. Kül Tepesi’nin üzerinde, korkunç bir fırtına kopuyordu. Rüzgar, o devasa ağacın dallarını kırılacak kadar büküyordu. Gök gürültüsü hiç susmuyordu, şimşekler aralıksız düşüyor her yeri aydınlatıyordu, yağmur gökyüzünden bir sel gibi akıyordu.”
Nefes aldı, sonra devam etti:
“Kıskaçlı İblis de oradaydı. Fırtınanın ortasında, parlayan çelikten yapılmış yıkılmaz bir kale gibi dimdik duruyordu. Zırhındaki dikenlerin arasında şimşekler dolanıyordu ama o hiç aldırmıyordu. Sunny’nin tarif ettiği gibiydi… kibirli, uğursuz ve dehşet verici.”
Cassie gözlerini kapadı.
“Gözlerine baktığımda… sadece boşluk ve yozlaşmışlık hissettim. Fırtına dinene kadar öylece dikildi. Rüzgar dindi, yağmur kesildi. Devasa ulu ağaç hala ayaktaydı, eskisi kadar görkemliydi. Ama… bir şimşek gökten düşüp ağacın yanındaki toprağa çarptı.”
Sunny büyük bir dikkatle onu dinliyordu, işe yarar bir bilgi duymayı umuyordu.
‘Demek ki o lanet yaratık şimşekten korkmuyor. Kötü oldu. Fırtınada ağacın altından uzaklaştırmak gibi bir fikrim de vardı.’
Ama belli ki o fikir işe yaramayacaktı.
Cassie’nin sesi yeniden yükseldi:
“O şimşek Kıskaçlı İblis’e ya da ulu ağaca zarar vermedi. Ama düştüğü anda, Kül Tepesi’nin üzerindeki kuru yapraklar alev aldı. Kısa sürede adanın büyük kısmı yanmaya başladı. Gece karanlığında, ada bir deniz feneri gibi parlıyordu.”
Sunny, dev heykelin üzerinde kalırken gördüğü bir şeyi hatırlayıp doğruldu. Kızlar, Unutulmuş Kıyı’ya ilk geldiklerinde bir gece ateş yakmışlardı. Ama o gece ateş yakmak büyük bir hata olmuştu. Çünkü Unutulmuş Kıyı’da geceleri yanan her ışık, denizin karanlığında pusuda bekleyen canavarlar için bir çağrı gibiydi. O yüzden o zamandan beri, gün batımından sonra asla ateş yakmamışlardı. Karanlığa katlanmak, derinliklerdeki dehşeti çekmekten çok daha iyiydi.
Sunny, Cassie’nin kehanetinin nasıl devam edeceğini az çok tahmin etmişti. Kör kızın sesi titredi:
“Alevler sönmeden önce, karanlık deniz kabardı… ve sudan bir şey çıktı. Çok büyüktü, neredeyse Kül Tepesi’nin tüm yamacını kapladı. S-sanki siyah deniz yosunlarıyla birbirine bağlanmış kemik ve çürümüş et yığını gibi… Binlerce korkunç gözü bana bakıyordu, altından uzanan korkunç dokunaçlarıyla tepeye tırmanıyordu.”
Cassie’nin yüzü yeşile döndü. Hatırladığı görüntü bile midesini bulandırmaya yetmişti ama dişlerini sıkarak anlatmaya devam etti:
“Şimdiye kadar gördüğüm en iğrenç yaratıktı. Ama sanki sudan çıkınca zayıflamış gibiydi, ağır ve hantal görünüyordu. Kıskaçlı İblis ise bir anda çılgına döndü. Tepeye gelen bu o şeye karşı bir anda aklını yitirmiş gibi saldırdı. Üstelik Gelen yaratık İblis’in on katı kadardı ama İblis hiç tereddüt etmedi.”
Nephis araya girdi,
“İblis nasıl hayatta kaldı peki?”
Kör kız duraksadı.
“Bilmiyorum. Savaşı görmedim. Sadece başlangıcını ve sonunu gördüm. Şafak sökerken deniz çekiliyordu, Kıskaçlı İblis ağacın gölgesine doğru sürünerek ilerliyordu. Ağır yaralıydı. Birkaç bacağı kopmuştu, oraklarında çatlaklar vardı. Ateş sönmüştü, denizden çıkan yaratık kayıptı.”
Bir an sustu, sesi alçaldı:
“Göğsünde korkunç bir yarası vardı. Zırhı patlamış, çelik zırhının bir kısmı parçalara ayrılmıştı. İçinde atan kalbini bile görebiliyordum. Mavi kanı nehir gibi akıyor, kül rengindeki kuma bulaşıyordu. İblis sürünerek ağacın dibine geldi… ve köklerinin arasına yattı.”
Cassie derin bir nefes daha alıp verdi.
“Zaman aktı. Ne kadar geçti bilmiyorum ama sonunda yaraları iyileşti. Eksik bacakları yeniden çıktı, vücudundaki kollarındaki tüm çatlakları kapandı. Göğsündeki çatlak en son iyileşen yerdi. İyileşmişti ama tamamen değil, görünmese de zırhının o kısmı zayıf kaldı.”
Uzun bir sessizlik oldu. Sunny de, Nephis de düşüncelere dalmıştı.
“Fena değil. Az çok bir fikrim vardı zaten ama Cassie’nin kehaneti bana ilham verdi.”
Nephis kaşlarını kaldırdı.
“Öyle mi?”
“Evet, biraz çılgınca ama işe yarayabilir. Şey… yani umarım. Her halükârda riskli olacak. Hazırlık yapmamız gerek.”
Cassie temkinli bir şekilde sordu:
“Peki planın ne? İblisi nasıl kandıracağız?”
Sunny kollarını kavuşturdu.
“Çokta afilli değil. Aslında Neph’in bahsetmeyi sevdiği şu tarih öncesi adamın fikri diyebilirim. Tıpkı onun gibi…”
Kısa bir gerilim havası verdi, sonra gizemli bir sırıtmayla devam etti:
“…Truva kıçı yapacağız.”
Ama beklediği tepki gelmedi. İki kızda anlamamış gibiydi, yüzlerindeki garip ifadeyle ona bakıyorlardı. Gerçi Cassie kördü ama yüzündeki ifade Nephis’inkiyle birebir aynıydı.
Tuhaf.
“…Ne dedin?”
“Truva kıçı mı?”
Sunny kafasının arkasını kaşıyıp biraz utanarak boğazını temizledi.
“Şey… yanlış mı oldu acaba? Odysseus denen adamın tahtadan yapıp içine saklandıkları o şeye ne deniyordu? Şey… ah… eşek?”
Nephis elini alnına götürüp gözlerini kapadı.
‘Garip. Başı mı ağrıyor acaba?’ diye düşündü Sunny.
“Şey… iyi misin Neph?”
Nephis derin bir iç çekti.
“Truva atı deniyor. Atı.”
***
Ertesi gün, kıskaçlılarla ve kırkayaklarla savaştıkları yere geldiler. Birkaç gün önce bir Muhafız’ı burada pusuya düşürmüşlerdi ama sonunda iki farklı Kâbus Yaratığı kabilesi arasında büyük bir çatışmaya neden olmuşlardı.
Bazı yaratıkların cesetleri çamura gömülmüş halde hala orada duruyordu. Labirentteki yaratıkların çoğunluğu leş yiyiciydi, bu yüzden ölen yaratıklar kemiklerine kadar yenmişti.
Üç Uyuyan da buraya et için gelmemişti zaten. Başka bir şey için gelmişlerdi.
Sunny, üzerindeki eti tamamen sıyrılmış olan muhafızın sert kabuğunun önünde durdu. Siyah ve kızıl renklerden oluşan zırha memnuniyetle baktı.
Nephis yanına geldi, yüzü yine ifadesizdi.
“Aradığın şey bu muydu?”
Sunny sırıttı.
“Aynen. Bu kabuğu parçalayacak kadar korkunç bir yaratık olmayacağını biliyordum ama… yine de belli olmaz.”
Muhafızın zırhlı kabuğu, gayet iyi durumda görünüyordu.
Hatta… mükemmeldi.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.