Yukarı Çık




65   Önceki Bölüm 

           
Bölüm 66 - Planın İlk Aşaması
— Çeviri: Raban —

Unutulmuş Kıyı’da akşam oluyordu. Güneş, ağır ağır ufka doğru süzülürken, labirentin solgun kalıntılarından tuhaf bir yaratık çıktı. Gri kumların üzerinde salına salına yürüyordu. Gerçi “yürümek” kelimesi tam olarak doğru bir ifade sayılmazdı.

Hareketsiz ayaklarını kumda sürüyerek sanki havada süzülüyordu. Görünüşü bir Muhafızı andırıyordu — daha doğrusu kötü bir taklidini.

Her parça yerli yerindeydi; siyah üzerine kızıl desenli bir kabuk, insansı bir gövde, sekiz eklemli bacak ve uçları ölümcül kemik oraklara benzeyen iki kol. Ama bütün bu parçalar garip bir şekilde uyumsuz görünüyordu — sanki beceriksiz bir sanatçının elinden çıkmış gibiydi.

Üstelik, yaratığın hareketleri de içler acısıydı. Kabuğu dengesizce yana doğru savruluyor, ara ara kuma sürtünüyordu. Gövdesi sebepsizce ileri geri sallanıyor, orak kolları da sırtında çapraz duruyordu. Bir süre sonra, kollarından biri yere düştü. Muhafız durdu, bir an ne yapacağını bilemez gibi bekledi. Sonra da geride bıraktığı koluna aldırmadan yoluna devam etti.

Dikkatli bir göz, yaratığın iki gölgesi olduğunu fark ederdi. Birincisi olması gerektiği gibiydi — yaratığın kendisiyle aynı şekle sahip. Ama ikincisi... insana benziyordu. Yaratığın kopan kolunu düştüğü anda, büyük gölgenin üzerinde belirdi. İnsansı gölge düşen kola baktı, ardından yüzünü ellerinin arasına aldı ve küçümseyerek başını iki yana salladı.

Manzara tam anlamıyla saçmalıktı. Ama neyse ki ya da ne yazık ki, bu garip sahneye tanık olacak hiç kimse yoktu.

Yaratık ağır ağır, boş, cansız kül rengindeki ovada süzülmeye devam etti. Kül Tepesine doğru gidiyordu. Bir süre sonra, devasa tepenin eteklerine ulaştı.

Güneş batmak üzereydi.


***

Tuhaf Muhafız, tepenin dibinde yere yığıldı ve hareketsiz kaldı. Eğri büğrü ve orantısız duruşuyla, birkaç gün önce aynı noktaya diz çökmüş o asil canavarın işe yaramaz bir varyantı gibiydi.

Üstelik, yanında bir Ruh Parçacığı bile getirmemişti. Hürmetsiz ve saygısız bir reverans, Muhafız için ölüm sebebiydi. 

Belki de asıl niyeti… intihardı.

Tepenin üstünde oturan, Kıskaçlı İblis hareketlendi. Kül rengindeki kumun üzerinde doğruldu, parlayan zırhı batmakta olan güneşin ışığını yansıtıyordu. Başını süsleyen boynuz tacıyla, göz kamaştırıcı metalin içinde hem görkemli hem de şeytani görünüyordu. Aşağıya doğru bakarken bir süre öylece durdu.

O anda, gözlerinin derinlikleri iki kızıl kor gibi parladı. Devasa oraklara benzeyen kollarını savurarak tepeden inmeye başladı.

Her adımıyla, toprak sarsılıyordu. Ama garip Muhafız, yerinden kıpırdamadı. Hatta hiç tepki vermedi.

Kıskaçlı İblis, şüpheli yaratığın karşısına geldi ve biraz uzakta durarak garip muhafızı dikkatle izlemeye başladı. Zavallı bir görünüme sahip olan bu şeyin bir tuzak olabileceğini açıkça fark etmiş görünüyordu. Labirent, bilinmeyen tehlikelerle doluydu — ve Uyanmış bir İblis, bu tehlikelerin farkında olacak kadar zekiydi.

En azından, üç Uyuyan böyle olmasını umuyordu.

Ama yanılmışlardı.

Saniyeler sonra Kıskaçlı İblis, yıldırım hızıyla atıldı. Orak kollarından biri havada parladı ve garip Muhafız’ı göğsünden vurarak ikiye ayırdı. Sert kabuğunu, tereyağı gibi kesmişti. Canavarın üst kısmı havaya uçtu — ama içi... boştu.

Tepenin diğer tarafında, Sunny küfürler ederek, bütün gücüyle yamaca tırmanıyordu.

Niye bu kadar hızlı oldu!

Planın ona biraz daha zaman kazandıracağını düşünmüştü. Kim bilebilirdi ki, Kıskaçlı İblis’in bu kadar kızacağını? Tereddüt bile etmeden saldırmıştı.

Sunny sırtında Cassie’yle beraber, dişlerini sıkarak daha da hızlandı. Artık B Planına geçme vaktiydi.

Aynı anda, sahte Muhafız’ın zırhı parçalanmış, altında gizlenmiş olan Yankı ortaya çıkmıştı. Kıskaçlarını kullanarak kabuk parçalarını kenara itti ve hızla ileri atıldı. Hedefi, dev iblisin bacaklarının arasına girmek ve dengesini bozmaktı.

Sunny’nin planının ilk aşaması aslında oldukça basitti; ölmüş bir Muhafız’ın kabuğunu kullanarak Yankı’yı, yani Kıskaçlı Avcı’sını, bir Muhafız kılığına sokmak. Sonra onu tepenin dibine gönderip iblisi tepeden uzaklaştırmaktı. Bu sırada da üçü, tepenin diğer tarafından tırmanıp, gri kumun altına saklanacaklardı ve iblis aşağı iner inmez koşup dev ağaca tırmanacaklardı. Plan buydu. Yankı’nın görevi ise sadece zaman kazandırmaktı. Sunny onun savaşmasını istemiyordu çünkü Yankı’nın İblis’e karşı hiç bir şansı yoktu.

Ama Kıskaçlı İblis’in beklenmedik saldırısı her şeyi altüst etmişti. Sahte yem fark edildiğinde onlar daha yolun yarısına bile varamamıştı.

Başka çaresi kalmayan Sunny, Yankı’ya saldırı emri verdi. Bu, onu büyük bir tehlikeye atmak demekti — ama başka seçenek yoktu artık.

Tepenin zirvesine yaklaşırken Yankı, iblisin dev gövdesinin altına saklanmaya çalıştı. Tıpkı Nephis’in ilk Kıskaçlı Muhafız’la savaşırken yaptığı gibi, düşmanın boyutunu kendi avantajına çevirecekti.

Bu sefer küçük olan taraf bir insan değil, dayanıklı kabuğa sahip bir yaratıktı. İblis tüm ağırlığıyla üstüne çökse bile muhtemelen onu ezemezdi.

Ama iblis bunu da anlamıştı.

İnanılmaz bir hızla gövdesini çevirdi ve kıskaçlarından biriyle saldırdı. Yankı, sinek gibi havaya savruldu. Hatta havada birkaç kez döndü, sonra yere çakıldı. Zırhı tek hamleyle çatlamanın eşiğine gelmişti.

Sunny, koşarken yüzünü buruşturdu. Yankı’sını geri çağırmak istiyordu ama henüz erkendi. Biraz daha oyalaması gerekiyordu, biraz daha…

Önde, Nephis çoktan dev ağacın köklerine ulaşmıştı. Hiç vakit kaybetmeden sırtındaki yosundan yapılmış çantasını çıkardı, yere bıraktı ve ağacın obsidyen renkli kabuğundaki çatlaklarından tutunarak tırmanmaya başladı.

Bu sırada Yankı da sendeleyerek ayağa kalkmaya çalışıyordu. Gözlerinde inatçı bir parıltı vardı. Kulakları tırmalayan bir çığlık atarak kıskaçlarını havada şaklattı ve iblise doğru hücuma geçti.

Haydi oğlum, yaparsın sen! Sunny içinden haykırıyordu, Yankı’ya şans diledi.

Küçük yaratık tüm cesaretiyle çelik devin üzerine koştu. Kıskaçlarını kaldırdı, saldırıya geçti.
Arkasında iki gölge vardı — biri vahşi, diğeri insansı.

Sunny ağaca doğru koşarken mesafeyi hızla kapatıyordu…

Tepenin dibinde, Kıskaçlı İblis ağır adımlarla ilerledi. Dört kolunu birden hareket ettirdi.

Bir anda Yankı’nın kolları Dev iblis kıskaçlarının arasındaydı, onları kavradı ve küçük yaratığı havaya kaldırdı. Sunny daha tepki bile veremeden, iblis diğer iki kolundan birini hareket ettirmeye başlamıştı bile…

Hatta Yankı’yı ikiye ayırmıştı bile. Üst gövdesiyle alt kabuğunu birbirinden koparıp her iki parçayı da ezerek kanlı bir lapaya çevirdi.

Tepenin üstünde koşan Sunny sendeledi.

Kulaklarında yankılanan tanıdık bir ses rahatsız edici bir çan gibi çınladı:

[Yankın yok edildi…]

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

65   Önceki Bölüm