Sunny, Nephis ve Cassie dev ağacın bir dalında oturmuş, güneşin batmasını bekliyordu. Dal o kadar genişti ki, üzerinde rahatça hareket edebilirlerdi. Bu yüzden yerden fark edilme gibi bir endişeleri yoktu. Yine de sessiz ve hareketsizdiler, çünkü bazen saklandıkları yerin hemen altında beliren devasa canavardan ister istemez çekiniyorlardı.
Ayak sesleri her duyulduğunda, üç Uyuyan’ın da bedeninden soğuk bir ürperti geçiyordu.
Unutulmuş Kıyı’ya geldikleri günden beri, Sunny ilk defa gecenin bir an önce çökmesini diliyordu. Her şeyin bir ilki varmış demek.
Planın bir sonraki adımına yalnızca karanlık çöktükten sonra geçebilirlerdi. Şu anda yapabilecekleri tek şey beklemekti. Sırtını Neph ile Cassie’ye yaslamış halde oturan Sunny, uzaklara bakıyor ve hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordu.
Geçmişteki hatalara ya da gelecekteki arayışlara takılmak, sadece az olan kararlılığını daha da zayıflatacaktı.
Planın bu kadar başında bir aksilikle karşılaşmak Sunny’nin moralini fena halde bozmuştu. O değerli Yankı’yı bir anda kaybetmenin sarsıntısını hala atlatamamıştı. Elbette, en baştan beri birçok şeyin ters gidebileceğini biliyordu… hatta kızları uyarırken, planın çok fazla belirsiz unsur içerdiğini, bu yüzden başarı şanslarını tahmin etmenin neredeyse imkânsız olduğunu bizzat söylemişti.
Yine de, grubun en güçlü üyesini daha ilk aşamada kaybetmeyi beklemiyordu. Oysa planın bu kısmı, en güvenli safha olmalıydı. Bundan sonrası çok daha tehlikeliydi.
Sunny, kalın yaprakların arasından zar zor görünen gökyüzüne baktı, yükselen denizin uğultusunu dinledi. Alacakaranlıkta Cassie hafifçe kıpırdandı, sonra elini usulca Sunny’nin elinin üstüne koydu.
O sıcak dokunuş, Sunny’yi germişti ama sonra kör kızın sadece onu teselli etmeye çalıştığını fark edince gevşedi.
‘Aptal kız… Çocuk muyum ben? El ele tutuşmanın ne anlamı var ki?!’
Ne kadar kendi kendine söylense de, içten içe ve hiçbir mantıklı sebep olmadan, biraz daha güvende hissettiğini fark etti.
Belki de bu işi gerçekten başaracaklardı.
Eğer bu onların iradesiyse… kim durdurabilirdi ki?
Kısa süre sonra gece çöktü ve dünya sonsuz bir karanlıkta boğuldu.
***
Kül Tepesi artık karanlık denizin dalgalı boşluğunda bir ada gibiydi. Dev ağacın dalları rüzgarla hafif hafif sallanıyordu, parlak kızıl yapraklarsa obsidyen rengindeki ağaçtan ayırt edilemiyordu. Yaprakların hışırtısı, kıyıya vuran dalgaların uğultusuna karışmış huzur verici bir melodi oluşturuyordu.
Sunny derin bir nefes daha alıp verdi. Vakit yaklaşmıştı. Planından emindi… en azından, bu lanetli yerde bir şeyden ne kadar emin olunabiliyorsa o kadar emindi işte. Ama riskleri de, ters gidebilecek şeyleri de gayet iyi biliyordu.
Sonuçta yaptıkları şey yazı tura atmak gibiydi, ya öleceklerdi yada hayatta kalacaklardı, bu kadar.
Sırt sırta otururken Neph’in kıpırdadığını hissetti. Başını çevirip ona baktı, kızın yüzü her zamanki gibi sakin ve ifadesizdi. Bugün, Nephis’in her koşulda soğukkanlı kalabilme yeteneği onu her zamankinden daha çok sinirlendiriyordu.
Değişen Yıldız’ın hiçbir şey göremeyeceği zifiri karanlıkta bile Sunny’nin kendine attığı o sorgulayıcı bakışlarını fark edeceğini biliyordu.
Sunny gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve yavaşça verdi.
“Başlayalım.”
Üçü birden, önceden defalarca prova ettikleri hareketleri yapmaya başladılar. Cassie dikkatlice yana kaydı, Sunny ile Nephis’e yer açtı. Sunny deniz yosunundan yapılmış çantasını ikisinin arasına koydu ve dikkatle açtı.
Yavaş ve temkinliydi.
Çantanın içinde, yumuşak yosun lifleriyle sarılmış iki büyük çömlek duruyordu. Bu çömlekleri Sunny kendi elleriyle yapmıştı, yani sağlamlıkları şüpheliydi. Ne de olsa bu ilk seferiydi — çömlekçilik hakkındaki tüm bilgisi, Julius Hoca’nın “medeniyetin gelişiminde kilin önemi” üzerine yaptığı sıkıcı söylenmelerinden geliyordu.
Yine de, bazı temel bilgileri hatırlıyordu.
Çömleklerin içinde, kırkayaklardan topladıkları yağlar bulunuyordu. Çalkalandıkça Sunny’nin kalbi tekliyordu. Bu yaratıkların bedeninde iki ayrı kese vardı ve her biri farklı bir yağ türü içeriyordu. Bu iki madde karıştırıldığında, birkaç saniye içinde bir Avcı’nın kabuğunu bile eritip yok edebilen ölümcül bir sıvı ortaya çıkıyordu.
Üstelik oldukça yanıcıydı.
Çömleklere, kırkayak yağının bileşenlerini ayrı ayrı koymuşlardı. Eğer koşarken kırılır ve karışırlarsa sebep olacağı şeyler… işte o yüzden çantayı Nephis taşıyordu, Cassie’yi ise daha zayıf dayanıklılığına rağmen Sunny taşımıştı.
Bu yağ, planın asıl noktasıydı.
Sunny çömlekleri dikkatlice dala yerleştirdi, sonra çantadan son bir şey daha çıkardı. Bu, kemikten yapılmış ve uç kısmı yosunla sarılmış ilkel bir meşaleydi. Normalde meşaleler tahta saplı olurdu ama Yasak Kıyı’da tahta bulmak kemik bulmaktan çok daha zordu.
Karanlıkta elini uzatıp Neph’in soğuk elini yakaladı ve tutup meşaleyi onun eline verdi.
O an, Değişen Yıldız’ın elini tutuğu anılar canlandı zihninde. İlki, kayalıklarda ilk defa bir Muhafız’la savaşırken olmuştu, Sunny’nin göğsü ezilmişti ve neredeyse ölmek üzereyken ona yetişmişti. Diğeri ise Yıldızışığı Lejyon Zırhı’nı Nephis’e verdiği ve onun acımasız Kusur’unu öğrendiği gündü.
İkisi de unutulmazdı — ama çok farklı nedenlerle tabii.
Bu günün de asla unutulmayacağını hissediyordu… yani kurtulabilirlerse.
Sunny derin bir nefes daha aldı.
“Hazırım.”
Nephis ayağa kalktı ve dimdik durdu, meşaleyi sıkıca kavrayıp gözlerini kapattı — sanki dua ediyormuş gibiydi. Beyaz zırhıyla ve rüzgarda dalgalanan gümüş saçlarıyla kutsal bir melek gibiydi.
Sonra gözkapaklarının altından beyaz bir ışık süzüldü. Bir anda, avuçlarından alev fışkırdı ve meşaleyi tutuşturdu. Değişen Yıldız gözlerini açtı, içlerindeki ışık sönmüştü. Sonra meşaleyi başının üzerine kaldırdı.
Işıksız dünyada yanan bu küçücük alev, karanlık denizde boğulan yalnız bir yıldız gibiydi.
O sırada Sunny’de dalın üzerinde ayağa kalkmıştı, derin bir nefes aldı ve… var gücüyle bağırdı:
“HEEEY, G*T HERİF! SIKIYORSA GEL LAN BURAYA!”
Ve cehennem koptu.
***
Ani bir ışık ve Sunny’nin çığlığıyla karışınca, İblis azgın bir boğa gibi saldırıya geçti. Devasa bacakları kül renkli kumu savuruyor, her adımında tozu dumana katıyordu. Kor gibi yanan iki gözü hemen yukarıdaki insana dikildi ve Sunny’nin dizlerini titretti.
“Evet, gel bakalım teneke adam! Çekinme gel, seni adi yengeç! Artık bu ada benim! Duydun mu!” diye bağırdı, korkuyordu ama bağırmayı da bırakmıyordu.
İblis yıldırım gibi atıldı. Boyu altı metreden uzundu ama yine de dev ağacın dallarına yetişemiyordu. Şimdilik güvendeydi.
Uzun sürmeyeceğini de biliyordu ama yine de planı uygulamak için yeterli zamanı vardı.
Yeter ki ıskalamasın…
Kıskaçlı İblis tam da onun bulunduğu dalın altına geldiğinde, Sunny nefesini tuttu, nişan aldı ve iki çömleği aynı anda aşağı fırlattı.
Yaratık yıldırım refleksleriyle korkunç orak kollarını savurdu ve çömlekleri havada parçaladı, her yana çömlek parçaları saçılmıştı sanki. Ama bu hamle nafileydi; çünkü içlerindeki sıvılar üstüne yağmur gibi yağmıştı.
Hatta bu sayede, sıvı daha fazla alana temas etmişti. Artık zırhının büyük kısmı bu karışımdan nasibini almıştı.
İki madde karıştı ve ölümcül bir sıvıya dönüştü. Sıvı cızırtıyla parladı, canavarın metal kabuğunu sarmaya başladı. Sunny’nin nefesi kesilmişti.
… Ancak, Avcıların ve Muhafızların kabuklarını bile eriten o yağ, Kıskaçlı İblis’in garip alaşım zırhına karşı tamamen etkisizdi. Tek bir çizik bile bırakmamıştı.
Sunny’nin yüzü karardı.
‘Bu…’
Nephis sessizce yanına geldi, kolunu kaldırdı.
‘…tam da tahmin ettiğim gibi oldu.’
Neyse ki Sunny, yağın aşındırıcı özelliğine pek güvenmemişti.
Onun asıl istediği şey yağın diğer özelliğiydi.
Yanıcılığı.
Nephis, yaratığın çıkardığı gürültüye doğru elindeki meşaleyi var gücüyle fırlattı. Dönen meşale gökyüzünde kayan bir yıldız gibi süzüldü ve tam canavarın sırtına düştü.
Bir sonraki saniye, dev yaratık alevler içindeydi.
Sunny ateşin iblise zarar vereceğini hiç düşünmüyordu. Böylesi bir ateşin üstesinden rahatlıkla gelebilirdi.
Ama Ksıkaçlı İblis cayır cayır yanan o yağla kaplıyken, karanlık denizin ortasında dev bir meşaleye dönmüştü.
Unutulmuş Kıyı’nın karanlık gecesinde ışıl ışıl yanan bu alev, karanlık denizde parlayan bir yıldız gibiydi —
ve bütün lanetli canavarları derinlerden dışarı çağırıyordu.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.