Dev iblis alevler içinde yanıyordu, gecenin aç gözlü karanlığında, bir meşale gibi parlayan devasa bir yangın. Parlak zırhı, yansıyan ışıkla alev alev parlıyor, her yöne kör edici yansımalar saçıyordu. Yanan yağ damlaları, kül grisi kuma düştükçe patlayıp etrafa parlak ışıklar saçıyordu.
Bir anlığına zaman durdu sanki. Sunny, gözleri fal taşı gibi açılmış halde o kavurucu ateşe bakıyordu, yaptıklarına hala inanamıyordu. Nephis’te elindeki basit meşaleyi fırlattığı andan itibaren eli hala havada asılı kalmıştı ve tıpkı Sunny gibi olanları donakalmış bir şekilde izliyordu.
Ama evet… gerçekten başarmışlardı. Sunny, Kıskaçlı İblis’le doğrudan savaşmayı asla ciddi ciddi düşünmemişti — ki zaten, devasa bir ölüm makinesiyle üç Uyuyan insan arasında geçen bir savaşa “adil bir savaş” denilebilir miydi? Fakat zayıf olmaları, o iblisi öldüremeyecekleri anlamına gelmiyordu.
Mesele bunu yapmanın akıllıca bir yolunu bulmaktı. Örneğin… bu işi daha güçlü bir varlığa yaptırmak.
İşte bu yüzden Sunny, Kül Tepesi’ne gizlice gelip geceyi beklemeyi, o dev canavarı ateşe verip karanlık denizden gelecek yaratıkların onu paramparça etmesini, seyretmeyi planlamıştı.
Ve şimdiden, planlarının yarısını başarıyla tamamlamışlardı.
Elbette, en tehlikeli kısıma hala vardı — çünkü karanlık sulardan gelen yaratıkların saldırısından da sağ çıkmaları gerekiyordu. ama ondan önce…
Kıskaçlı İblis öfkeyle kükredi. Sunny’nin kulaklarını neredeyse kanatacak bir sesle. O kükreme, dev pençelerin paslı metalleri parçaladığı kulak tırmalayıcı bir gürültü gibi yankılandı. Alevlerin ortasında, iki kızıl göz parladı, ölümcül bir nefret ışını gibi Sunny’i delip geçti.
…işte en tehlikeli kısma ulaşmak için bile yani deniz yaratıkları gelinceye kadar, dayanmak zorundaydılar.
Azgın iblis, kana susamış bir haldeydi. Karanlık denizin yaratıkları Kül Tepesi’ne ne zaman ulaşırdı bilinmez, şu an Sunny, iblisin uzaktan saldırı yeteneği olup olmadığını merak ediyordu. Eğer yoksa, belki ağacın gövdesine tırmanabilir ya da onları tahmin edemedikleri bir şekilde öldürmeyi deneyebilirdi. Bu çıldırmış varlığın öfkesine ne kadar süre katlanmak zorunda kalacaklardı, merak ediyordu.
Dev yaratığın gözlerindeki kinci bakışı gördüğünde Sunny, onun da aynı şeyi düşündüğünü hissetti. İblis, ağacın obsidyen rengi gövdesine baktığında Sunny’nin kalbi bir an duracak gibi oldu.
Ama sonra, Kıskaçlı İblis’in zihninde yanan öfke yerini soğukkanlı bir mantığa bıraktı. Üç küçük insana ulaşmaya çalışarak vakit harcamak yerine, aniden yere yuvarlandı ve gövdesini saran alevleri kumla söndürmeye çalıştı.
Ada bir anda sarsılmaya başladı, yaratık yerde döndükçe herşey titriyordu. Sunny neredeyse daldan düşecekti.
‘P*çe bak.’
Lanet yaratık neden bu kadar zekiydi ki?
Bir an için, lanetli deniz yaratıkları ateşi fark etmeden önce, iblisin alevleri söndürebileceğini sandı…
Ama endişeleri anlamsızdı.
Nephis aniden başını denize çevirdi. Yüzü solmuştu. Sunny bir saniye geç fark etti ama hemen ardından o da havadaki değişimi hissetti.
Bu hissi kelimelere dökmek zordu. Kızıl yaprakların hışırtısı daha sessizdi, dalgaların çarpışıysa çok daha gürültülü. Görünmez bir baskı sanki dünyanın üzerine çökmüştü, her şey farklı hissettirmeye başlamıştı.
Sonra hava birden soğudu. Karanlık suların üstünde yoğun bir sis ortaya çıktı.
Kıskaçlı İblis de bu değişimleri fark etti. Debelenmeyi bıraktı ve doğruldu. Gövdesindeki yağlar hala azar azar yanmaya devam ediyordu ama yaratık hiç aldırmadan denize doğru döndü, duruşuyla kasvetli bir kabulleniş yayıyordu.
Sonra, o teslimiyet yerini kararlılığa ve kana susamışlığa bıraktı.
Sis yoğunlaşarak yaklaşıyordu, adanın üstüne doğru hafifçe savruldu. Sunny’nin tüyleri diken diken oldu — sis rüzgara karşı ilerliyordu. Dalgaların sesi bile boğulmuştu artık, tuhaf bir şekilde yankılanıyordu.
Ve aşağıda… sisin içinde… bir şey hareket ediyordu. Belli belirsiz bir şeyin varlığı fark ediliyordu.
O… O…
Cassie’nin küçük elleri bir anda Sunny’nin gözlerini kapattı. Sesinde gergin bir titremeyle fısıldamaya başladı.
“Bakma. Ne olursa olsun, sakın gözlerini açma.”
Sunny dondu kaldı. Hemen dediğini yapıp gözlerini sımsıkı kapattı. Kalbine buz gibi bir korku çöktü. Cassie’nin sesinde daha önce hiç böyle bir korku hissetmemişti — o korkunç kehanetini anlatırken bile.
Cassie elini yavaşça çekti. Sunny, artık sadece işitme duyusuna güvenebilirdi…
En azından öyle sanıyordu. Ta ki soğuk sis tenini okşayana kadar.
Ve o uğursuz sessizlikte, Cassie’nin sesini yeniden duydu.
Ama bu kez sesi garipti… ve farklı bir yönden geliyordu.
“Bakma… bakma… bakma…”
Sunny yutkundu. Tüyleri diken diken olmuştu. Kör kızın garip sesi sisin içinde yankılanıyordu, her taraftan sesini duyuyordu. Azalacağına daha da çoğalıyor, birbirine karışarak yankılanıyordu.
“Bakma, bakma, bakma, bakma!”
Ses bir anda daha garipleşti, gürültü artıyordu… ve artık insan sesi olmaktan çıkmış çığlıklar haline geldi.
“BAKMA! BAKMA! BAKMA! BAKMA!!!”
Sunny donup kaldı. Bayılmamak için tüm gücüyle direndi. Ve tam da dayanma gücü tükenmek üzereyken…
Bir anda her şey sustu. Dünya yeniden sessizliğe gömüldü. Sunny rahat bir nefes verdi. Bitmişti.
Birkaç saniye sonra Cassie’nin sesi kulaklarında yankılandı.
“Gözlerini aç.”
Sesi net ve tanıdıktı. Sunny, tam yapacakken duraksadı.
Sesi ne kısıktı ne de korkmuş. Tam tersi o tatlı, melodik ses tonuyla konuşuyordu. Üstelik bu kez Cassie’nin olduğu yönden de geliyordu. Ama… yine de bir şeyler yanlıştı.
‘Bu ses… ne oluyor?’
Gözlerini kapalı tutmaya devam etti.
Sesi neden bu kadar sakindi? Ve eğer kulağına eğildiyse, neden nefesinin sıcaklığını falan hissetmiyordu?
Bu arada… kulağına nasıl fısıldayacaktı ki… Sunny ondan uzundu.
Sunny’nin kanı dondu. Kıpırdamaya bile cesaret edemedi.
Cassie’nin tanıdık sesi yine fısıldadı.
“Aç artık gözlerini… Aç…”
Ve sonra, sadece birkaç santim öteden, o ses insanın ruhunu bile ürpertecek bir kudretle patladı.
“AÇ GÖZLERİNİ!”
Ama açmadı.
Bir saniye geçti. Sonra bir saniye daha. Bir saniye daha. Her biri bir ömür kadar uzundu. Sunny titremeye başladı, sanki vücudu yaşlanmaya başlamıştı.
Sonunda ses tekrar konuştu. Ama bu kez uzaklaşıyordu.
“Önemi yok… Fark etmez…”
Bir süre sonra yaprakların hışırtısını ve dalgaların sesini yeniden duydu. Cassie ve Nephis’in korkmuş haldeki nefes alış sesleri de yakından geliyordu. Belli ki onlar da aynı korkunç varlığın saldırısına uğramıştı.
Ve sonra…
Aşağıdan Kıskaçlı İblis’in öfkeli kükremesi duyuldu. Devasa oraklarını birbirine vuruyordu. Çeliğin çarpma sesleri adayı dolduruyordu, sanki dalgalar halinde yayılan bir güç gibi. Doğaüstü sisi adadan itiyordu, yoğunluğu azalıyordu.
Sunny hala gözlerini açmadı.
Bir sonraki anda ada sarsılmaya başladı. İblis, sisin içinden gelen bilinmeyen korkunç varlıkla çarpışıyordu. Kulakları sağır eden bir gürültüyle bir şey parçalandı ve yer tekrar tekrar sallandı. Yerden gelen sarsıntılar ağacın dallarını bile titretiyordu.
Sunny elleri titreyerek arkadaşlarına uzandı ve onları kendine çekti. Üçü de birbirine sarılarak dehşet verici savaşın sesini dinlemekten başka bir şey yapamadılar.
***
Sonsuzluk kadar uzun süren savaşın sonunda, Kıskaçlı İblis ile derinlerden gelen misafirin savaşı sona erdi. Kül Tepesi’ne yine sessizlik çöktü. Sunny zaman kavramını yitirmişti. Her sarsıntıya, her gürültüye karşı duyarsızlaşmıştı. Derken ani çöken sessizlik, Sunny’i ürküttü. Hafifçe irkildi ve kulak kabarttı.
O uğursuz sessizliğin ardından, Nephis boğuk bir sesle fısıldadı.
“Artık gözlerimizi açabiliriz.”
Sunny önce biraz bekledi, sonra da dediğini yaptı ve gözlerini araladı. Bir iki kez kırpıştırdı, görüşü yavaş yavaş aydınlandı.
Doğudan şafağın solgun ışığı yükseliyor, adayı loş bir aydınlığa bürüyordu. Aşağıda, adanın yüzeyi tanınmaz haldeydi, darmadağın olmuştu. Sanki Kül Tepesi’ne ağır toplarla bombardıman yapılmış gibiydi.
Ve orada…
‘Lanet olası!’
Kıskaçlı İblis, adanın kenarından yalpalayarak uzaklaşıyordu. Arkasında mavi kan izleri bırakıyordu. Vücudu paramparçaydı, birçok uzvu kopmuş, kusursuz kabuğu çatlaklar içindeydi.
İki kolu eklem yerlerinden kopmuştu, sadece bir orağı ve bir kıskacı kalmıştı. Arka bacaklarının çoğu da öyleydi, kırılmış yada kopmuştu bu yüzden sendeleyerek yürüyebiliyordu.
Ama hala hayattaydı. Daha da kötüsü, hayati organlarını koruyan zırh parçaları öyle aman aman bir zarar görmemişti. Metal kabuğu hala çok sağlamdı ve delinemeyecek kadar kalındı.
Sunny yumruklarını sıktı, Nephis’e baktı. Yüzünde kasvetli bir ifade vardı.
“Ne olacak… ne yapacağız şimdi?”
Değişen Yıldız aşağıya baktı. Gri gözlerinde soğuk bir parıltı vardı.
Kolunu yana uzattı, kılıcını çağırdı.
“İşini bitireceğiz.”
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.