Kıskaçlı İblis, ölümcül orağını vücudunun ağırlığını taşımak için kullandığından, Sunny bir süreliğine güvendeydi. Elbette, yaratık başka şekillerde de saldırabilirdi. Her biri kuşatma koçbaşı gibi devasa olan o bacakları, yıkıcı bir güce sahipti.
Ama şu anda pozisyonu, onları kullanamayacak kadar dengesizdi. Sunny’nin, tehlikeye girmeden istediğini yapabilmesi için en az bir saniyesi vardı.
Kaçınması gereken tek şey, doğrudan o devin altına girmekti — çünkü o zaman, İblis’in altında kalırdı.
Ne tesadüf ki, şu an tam olarak bunu yapıyordu.
‘S*ktir, s*ktir, s*ktir!’
Zırhlı deve baktı ve ardından Kıskaçlı İblis’in altına daldı, kendini yoğun gölgelerin içine bıraktı.
Bir anda, soğuk terler içinde kaldı. Artık üzerinde sadece parlayan metal dev ve onun öldürme arzusu vardı. Yaratığın tek yapması gereken şey, gövdesini kuma bırakmaktı — o kadar.
O ezici ağırlığın altında Sunny pestil olurdu. Ondan geriye hiçbir şey kalmazdı, sadece yere yayılmış kanlı bir tabaka. Hiç de hoş olmazdı.
Gerginlikten beyni erirken, gözleri Kıskaçlı İblis’in bacak eklemlerine kilitlenmişti. En ufak bir hareketi bile gözlüyordu. Bekliyor, odaklanıyor, en doğru anı kolluyordu. Tek bir hata yapma şansı bile yoktu.
‘Korkuyu unut, şüpheyi unut hatta fazla düşünmeyi de bırak.’
Tüm gereksiz duygularını zihninin en uzak köşesine itti, bir saniyenin binde biri kadar bile yavaşlamaya tahammülü yoktu. Zaman acı verici bir yavaşlıkla akıyordu. Saatler geçmiş gibiydi, ama aslında yalnızca birkaç saniye geçmişti.
Sonunda, iblisin duruşunda neredeyse fark edilmeyecek kadar küçük bir değişikliği yakaladı. Eklemin gerginliği biraz azalmıştı — bu, canavarın hareket etmek üzere olduğuna işaretti.
Bu, hem beklediği hem de korktuğu şeyin işaretiydi. Artık hayatta kalması tamamen hızına bağlıydı.
Yaratığın duruşundaki değişimi görür görmez, Sunny tek bacağı üzerinde döndü ve yana doğru atıldı, zırhlı yaratığın altından çıkmaya çalışıyordu. Aniden savrulan kumlar, ne kadar şiddetle döndüğünü gösteriyordu.
Ama iblis inanılmaz hızlıydı. Gövdesini aşağı bastırdı, o iğrenç istilacıyı bir böcek gibi ezmeye kararlıydı. Küçük bedeniyle sıçrayan Sunny, kendini daha kenara atamadan hemen önce, metal zırhın başının üstüne doğru indiğini hissedebiliyordu.
Ölüm korkunç bir hızla yaklaşıyordu.
Bir adım, iki a… yetişebilecek miydi?!
Kıskaçlı İblis yere indiğinde, gök gürültüsünü andıran bir çarpma sesiyle yer sarsıldı, kum bulutları havaya savruldu. Etki o kadar güçlüydü ki tüm adayı titretmişti.
Yere düşen o öfkeli metal yığını Sunny’yi sadece birkaç santimle ıskalamıştı. O da son anda, umutsuz bir sıçrayışla devin altından dışarı fırlamıştı.
Kuma çakıldı, birkaç kez yuvarlanarak uzaklaştı ve ardından sendeleyerek ayağa kalktı. Dev düşüşün yarattığı şok dalgası hala kemiklerini titretiyordu.
‘Hah… yaşıyorum.’
Ne büyük bir olay.
Ama şaka bir yana, bu durum onu pek şaşırtmamıştı. Her ne kadar ölümcül olsa da yaptıkları kasıtlı ve hesaplıydı. Sunny, kurtulma şansı olmasa asla böyle riskler almazdı.
Hem yaptığı her şeyin bir amacı vardı.
Bu durumda amaç, Kıskaçlı İblis’i yere indirmekti.
Devasa yaratığı yere indirmeden, onu öldürmeleri mümkün değildi.
Bu açıdan bakıldığında, hayatını koyduğu bu tehlikeli kumar mükemmel bir başarıyla sonuçlanmıştı. O alçak yaratık şimdi karnının üzerinde yatıyordu ve tüm hayati organlarının bulunduğu insanımsı gövdesi, Değişen Yıldız’ın saldırı menziline girmişti.
Artık Sunny’nin tek yapması gereken, onun ölümcül darbeyi indirebilmesi için bir açık yaratmaktı… gerçi iblisin kırılmaz zırhını Neph’in nasıl deleceğini hala bilmiyordu.
Ancak o açığı yaratmak kolay olmayacaktı. Yaratığın hareket kabiliyeti azalmış olsa da aralarındaki mesafe de artık daha kısaydı. Bu da saldırılardan kaçmayı daha zor hale getiriyordu.
Sunny bunu bizzat deneyimlemek üzereydi.
Ayağa kalkar kalkmaz, korkunç orak havayı yararak vınladı — bedeni ikiye bölünmek üzereydi. Sunny, Nephis’in diğer tarafta o devasa kıskaçla nasıl baş ettiğini bilmiyordu, ama bu orakla uğraşmak demek her an ölüm demekti.
İblis’in, her hareketi takip eden parlayan gözü durumu daha da kötüleştiriyordu.
Tepki vermek için çok az zamanı vardı. Sunny aklına gelen tek şeyi yaptı — olabildiğince yükseğe sıçradı ve bacaklarını karnına çekerek beceriksizce öne doğru takla attı.
Gölge parçacıkları ve gölgesinin bedenini güçlendirmesiyle, sıçrayışı insan sınırlarını aşmıştı. Orağın sivri ucu yüzünü sıyırarak geçti ve rüzgarıyla yüzünü yaladı.
Yere iner inmez fırladı. Orak tekrar gelmeden yaratığın önüne geçmeliydi ama en fazla iki saniyesi vardı.
Nephis’i rahat bırakması için yaratığın dikkatini tamamen kendi üzerine çekmesi gerekiyordu. Bunun için de hem orağın hem de kıskacın menziline girmeliydi.
Ne güzel, ne güzel!
Zamanın hızla tükendiğini hisseden Sunny döndü ve Gök Kılıcını kaldırdı.
Tam tahmin ettiği gibi, Kıskaçlı İblis orağını yeniden savuruyordu — bu kez yatay bir şekilde, acımasızca doğrudan bedenini doğrayacaktı.
Ama Sunny, iblisin tepki hızını hafife almıştı. Artık kaçmak için çok geçti.
Unutulmuş Kıyı’da küçücük bir hata, yaşamla ölüm arasındaki farktı.
Sunny’nin zihninde, Muhafız’la kayalıkta yaptıkları o savaşın sahnesi belirdi. Durum neredeyse aynıydı — yıldırım hızında yaklaşan kaçınılmaz bir ölüm, kurtuluşsa imkansız.
Ve bir kez daha, orakla.
Ama Sunny o zamanki Sunny değildi. O berbat günde yaşanan savaştan bu yana her gün eğitim yapmış, deneyim kazanmış, güç toplamıştı. Bu cehennem diyara girdiği günden beri attığı her adımı kanla ödemişti.
Artık kolay biri değildi ve kolay da ölmeyecekti.
Orak, yumuşak bir et yerine Gök Kılıç’ın sert çeliğine çarptı. Sunny yalnızca darbeyi durdurmakla kalmamış, kılıcı açılı tutarak darbenin gücünün çoğunu da saptırmıştı.
Bir eli kabzada, diğeri eli kılıcın bıçağındaydı — keskin kenarının parmaklarını kesmesini önleyecek kadar sıkı kavramıştı.
Yine de darbenin geriye kalan kuvveti bile onu havaya fırlatmaya yetti… neyse ki gölgesinin bedenini sararak direncini artırması sayesinde kolları kırılmadı.
…Fakat Gök Kılıcı bu darbeyi kaldıramamıştı.
Kederli bir çınlamayla, kılıç kabzasının hemen üstünden kırıldı. Parlayan mavi çelik parçaları yere savruldu.
Sunny dişlerini sıktı, şimdi ne olacağını biliyordu.
Büyü de onu haksız çıkarmadı ve sadık kılıcının yok oluşunu ilan etti.
[Hatıran yok e…]
Cümlenin sonunu duyamadı, çünkü bir sonraki an vücudu yere çakıldı. Birkaç kez sekip yuvarlandı ve kemiklerinden yayılan acı dalgalarıyla inledi, güçlükle durabildi.
Nispeten iyiydi.
Ayağa kalkarken sendeledi, zorlandı ama ayakta kalmayı başardı. Etrafına bakındığında, dev ağacın biraz ilerisinde olduğunu fark etti.
Yirmi metre kadar ileride ise Kıskaçlı İblis öfkeyle bakınıyordu — şimdi odağı Nephis’e dönecekti. Bu, Sunny’nin kesinlikle izin veremeyeceği bir şeydi.
Yaratığın dikkatini bir şekilde yeniden kendi üzerine çekmesi gerekiyordu.
Ama nasıl?
Elinde kalan Gök Kılıcın kabzası solgun bir ışıkla parlamaya başlamış, kıvılcımlara dönüşerek yok olmak üzereydi. Sunny, elindeki kırık kılıcı olanca gücüyle fırlattı.
Ama hedefi iblis değildi.
Kılıcı, ulu ağaca doğru fırlatmıştı — asıl niyeti ağaca zarar vermekmiş gibi.
Uzaktaki iblis bir anlığına dondu. Kızıl bir kor gibi yanan gözü, parlayan Hatıra’yı izledi kılıç havada uçarak dev ağacın gövdesine doğru ilerliyordu.
Sonra kırık kılıç parçalara ayrıldı ve beyaz kıvılcımlar saçtı, ardından yok oldu. Hiçbir parçası obsidyen kadar siyah olan kabuğa dokunamamıştı.
Ama Gök Kılıç son ana kadar sahibinin amacına hizmet etmişti.
Yaratığın dikkatini birkaç saniyeliğine dağıtmıştı — bir kaç değerli saniye.
Ve bu birkaç saniye, Değişen Yıldız için fazlasıyla yeterliydi…
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.