İblis, ulu ağaca yapılan sahte saldırıya odaklanır odaklanmaz, Nephis hemen atıldı. Düşmanının savunmasını indirdiği o kısacık anla, onun saldırısı arasında bir anlık bir duraksama, tereddüt yada şüphe dahi yoktu…
Tıpkı Sunny’nin savaş boyunca yaratığın her hareketini gözlemlediği, her hareketine odaklandığı gibi, Nephis de bu saldırı anını kolluyordu. O fırsatın geleceğini biliyordu, geldiğinde de yalnızca bir saniye süreceğini de biliyordu.
Ve o tek saniye Sunny’nin canına bile mal olabilirdi. Ama Nephis, böyle bir fırsatı ziyan edecek biri değildi.
Zarif bedeni tıpkı yaydan fırlamış bir ok gibi havada süzüldü ve uzun kılıcının gümüşi parıltısı, şafağın yoğun ışığını yansıtarak etrafa saçıldı. Siyah beyaz zırhıyla, artık gözle görülemeyecek kadar hızlıydı.
Tüm gücüyle, tüm iradesiyle saldırmıştı. İkinci bir şansa yer bırakmadan.
‘Ne…’
Öylesine hızlı bir tepkiydi ki Sunny’nin zihni tam olarak algılayamamıştı. Sadece izlemişti, zaman ağırlaşmıştı ve yoğun duygu fırtınası zihnine çarptı.
İblis hemen tepki verdi, fark etmişti. Ama “hemen” savaş alanında pek bir şey ifade etmiyordu. Bir anlık dikkat dağınıklığı, her şeyi mâl olabilirdi. Küçücük bir hata kaderini mühürlemeye yetmişti.
…Eğer Nephis gerçekten de yaratığın zırhını delebilecek kadar güçlüyse tabii. Aksi halde, herşey boşunaydı ve ölecek olanlar da onlar olacaktı.
Devasa yaratık orağını savurdu, Nephis’i vurmaya çalıştı. Diğer yandaki kıskaç, bedenini hamur gibi ezmeye de hazırdı. Ama bir an, sadece bir anlık bir gecikme olmuştu.
Değişen Yıldız ondan bir tık daha hızlıydı.
Koşarken, adımlarının ritminde bir değişiklik oldu. Sunny, miğferin ardındaki yüzünü göremiyordu ama görebilseydi, Neph’in porselen yüzünün acıyla çarpılmış bir halde olduğunu görürdü.
Ellerinde hafif, beyaz bir ışık parladı. Fakat bu kez alev, elinden süzülerek kılıcının kabzasına, oradan da gümüş bıçağa aktı.
Kılıç bir anda gözalıcı bir beyazlıkla ışıldadı, alev alev yanan kor gibi parladı. Sunny gözlerini açık tutmaya çalıştı.
Ama bu ışık artık hafif ve gözalıcı değildi. Dokunduğu her şeyi kül edecek kadar yakıcı, gökyüzünü yırtacak kadar keskin görünüyordu.
Belki de kaderleri bağlayan ipleri dahi kesebilecek kadar.
Sunny, Nephis’in Yönelim Yeteneği’ni nasıl tanımladığını hatırladı… “İyileştirme için kullanılabiliyor,” demişti. O zaman bile, bu sözün altında daha derin bir anlam olduğunu sezmişti. Böylesi bir yeteneğin ne kadar nadir ve kıymetli olduğunu da düşünmüştü.
Haklıydı. Değişen Yıldız’ın mucizevi alevi hem iyileştirebiliyor hem de yok ediyordu. Onun yeteneği, silajlar üzerinde de en az Sunny’nin Gölge Kontrolü kadar güçlendirici bir etkiye sahipti. Kim bilir, daha neler yapabiliyordu?
Gerçekten de olağanüstü bir Yetenekti.
Şimdi geriye dönüp bakınca Sunny, Nephis’in kendine neden bu kadar acı çektirdiğini, tüm bu acıların boşa olmadığını anladı. Günlerce “meditasyon yapıyor”muş gibi görünerek çektiği işkenceler, hep bu an içindi. Bu yeteneği savaşta da kullanabilmek içindi, bu acıya savaşta da dayanabilmek içindi.
Ve başarmıştı, kullanıyordu işte. Yine de bu… yeterli gelecek miydi?
Kılıcı, Uyanmış bir iblisin kırılmaz zırhını delecek kadar güçlü müydü? Nihayetinde, ne kadar harika görünürse gürünsün, o güç hala düşük seviye bir Uyuyan’ın zayıf Ruh Çekirdeği’nden besleniyordu.
…öğrenmek üzerelerdi.
Kıskaçlı İblis’in birkaç adım önünde Nephis dizlerini bükerek havaya sıçradı. Kılıcı bir anlığına saf, beyaz bir güneş ışığı gibi göründü. Sonra da çok hızlı ve şiddetli bir hamleyle savruldu.
Ve nihayet, devasa parlayan zırha çarptı… tam da kalbinin olması gerektiği yere.
‘Hadi lan!’
Bir vakit, ölü leviathanın boş omur kemiğinde saklanırlarken, Cassie onlara bir kehanetini anlatmıştı. O kehanette, geçmiş bir zamanda Kıskaçlı İblis’in karanlık denizin derinliklerinden gelen korkunç bir yaratıkla savaştığını görmüştü. Savaşın sonunda neredeyse ölmek üzereydi, ağır yaralanmıştı.
En kötü yarası ise göğsündekiydi. Göğüs zırhının o kısmı neredeyse kalbini açıkta bırakacak kadar etiyle birlikte parçalanmıştı. Zamanla vücudundaki tüm yaraları iyileşmişti ama…
…Bu kalmıştı.
Yaratığın zırhı dışarıdan tamamen sağlam görünüyordu ama içeriden hiçbir zaman tam olarak iyileşmemişti. O nokta gizli zayıflığıydı. Ve Nephis tam da oraya hedef almıştı.
Kılıcının gerçekten zırhı delecek kadar güçlü olup olmaması önemli değildi. Çünkü iblisin bedenindeki tek zayıf noktaya saldırmıştı — o zırhın bir zamanlar kırıldığı yere.
…Beyaz bir ışık parladı. Kılıç, metal kabuğu delip yaratığın bedenine saplandı ve içerisinde bir ateş fırtınası koptu.
Bir anda dev yaratığın içinden güneş çıkmış gibi parladı. Zırhındaki çatlaklardan beyaz ışık huzmeleri sızdı. Bu manzara Sunny’nin zihnine unutamayacağı bir anı olarak kazındı.
Değişen Yıldız’ın kılıcı İblis’in kalbini kesmişti. Kılıç göğsünü yakıp kavururken, yaratığın gök mavisi kanı fokurdayarak buharlaşıyordu.
Sunny’nin dizlerinin bağı çözüldü, yere yığılmıştı.
‘Ne — oldu mu… öldürebildik mi yani?’
İblis sarsıldı. Kollarını havaya kaldırdı, sanki Nephis’i son bir kez kucaklamak ister gibiydi. Ama vücudu titredikçe, canı çekildikçe kollarını tutacak gücü kalmadı ve o da yere yığıldı.
Neph kuma düştüğü anda hemen geriye sıçradı, savunma pozisyonunu aldı.
Ama gerek yoktu artık.
Kül Tepesi’nin azametli iblisi ölüyordu. Tek gözündeki kızıl alev sönüyordu, bilinci yok oluyordu.
Devasa gövde çökmüştü, bütün kudretini yitirmişti. Başını zorlukla çevirip ulu ağaca doğru baktı. Sonra, bakışını Sunny’ye çevirdi.
Artık o bakışta ne öfke vardı ne de kana susamışlık. Tuhaf ama sakinleşmiş, dinginleşmiş gibiydi… belki de nihayet huzura kavuşmuştu.
Sunny, daha o bakışın anlamını çözemeden, Kıskaçlı İblis’in gözündeki son ışık da söndü. Başı geriye düştü.
Kazanmışlardı.
Devasa bedenin önünde, Nephis miğferini çıkarmış, dikiliyordu. Yüzü solgun, bitkindi, saç telleri terli alnına ve yanağına yapışmıştı. Beyaz ışığın parıltısı sönmüş, gözleri yeniden griye dönmüştü.
Değişen Yıldız diz çöktü, sonra sırtüstü uzandı, artık kımıldayacak hali kalmamıştı.
Savaş bir dakikadan az sürmüştü ama ikisini de tamamen tüketmişti.
Sunny de onun gibi yere uzandı, sadece nefes alıp veriyordu.
Gerçekten kazanmışlardı. İnanamıyordu.
‘Bir hafta uyumak istiyorum — Ah, Cassie!’
Sonra Cassie’yi hatırladı. O hala ulu ağacın üstündeydi, öldüler mi kaldılar mı, zavallı kız habersizce bekliyordu. Sunny iç çekti. Birkaç saniye sonra derin bir nefes aldı.
Ve tüm gücüyle bağırdı.
Sessiz sabahta, kül rengi tepenin üzerinde, devasa ulu ağacın gölgesinde yankılanan o tuhaf bir çığlık…
“Bir porsiyon iblis bifteğiniz geliyor!”
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.