Yukarı Çık




72   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   74 

           
Bölüm 73 - Ölüm Döngüsü
— Çeviri: Raban —

Biraz sonra, Sunny yukarılardan gelen bir ses duydu. Başını kaldırdığında, Cassie’nin kalın dalın kenarında durduğunu ve elinde de altın halatı tuttuğunu fark etti.

Daha tepki veremeden, kör kız çoktan kendini bırakmıştı. İpten aşağı kayarken oldukça beceriksiz görünüyordu ama görme yetisi olmayan birine göre fazlasıyla çevikti.

Sunny gözlerini kırpıştırdı.

‘Kafayı mı yedi bu kız? Bu çok tehlikeliydi!’

Ama endişesi yersizdi. Cassie kısa sürede indi, halatı bıraktı ve sapasağlam bir şekilde yere ayak bastı. Ardından asasını çağırdı ve tereddütlü bir adım atarak, Sunny’nin sesinin geldiği yönü bulmaya çalıştı.

Sunny bağırarak yerini belli etti.

“Buradayım!”

Kör kız başını o yöne çevirdi ve asasını önünde yere dokundurarak dikkatli adımlarla ilerlemeye başladı. Adanın yüzeyi geceden beri devam eden savaş yüzünden çukurlar oluşmuştu ve düzensizdi, Sunny’ye ulaşması biraz uzun sürdü.

Tam önünden geçerken Sunny konuştu.

“Hey, Cas.”

Cassie şaşırmış bir ifadeyle başını eğdi.

“Niye yerde yatıyorsun?”

Sunny güçsüzce gülümsedi.

“Çünkü çok rahat.”

Cassie birden kaşlarını çattı, endişeyle sordu.

“Yaralı mısın?”

Sunny başını iki yana salladı ve iç çekti. Esprilerine beklediği takdiri pek alamıyordu. Çok mu kendine hastı, yoksa… neyse zaten geçmişte esprileri yüzünden başı epey derde girmişti.

“Sadece morluklar. Ciddi bir şey yok ve çok yorgunum… bu savaş gerçekten çok zorluydu.”

Cassie hala endişeli bir yüzle bakmaya devam ediyordu. Sunny kısa bir süre durdu ve sonra fark etti.

“Ah, Neph de iyi. Biraz ilerde dinleniyor.”

Sonunda nazik kız rahatladı. Yüzü gevşedi, hafif bir tebessüm belirdi.

“İblis, gerçekten de öldü mü?”

Sunny bakışlarını devasa cesede çevirdi, sonra gözlerini kapadı.

“Baya ölü görünüyor. Yani, evet.”

İkisi de bir süre sessiz kaldı. Sunny neredeyse uykuya dalacakken Cassie temkinli bir sesle sordu.

“Eee… orada öyle yatacak mısın?”

Sunny’nin gözleri açıldı, bir an neler olup bittiğini hatırlamaya çalıştı.

‘Ah, evet. Sabah oldu. Yeni bir gün. Yapılacak işler var…’

Son yirmi dört saat dayanılmaz derecede uzun ve yorucuydu. Planları için hazırlanmış, tepeye kadar tırmanmış, ulu ağaca çıkmış, dalların arasında gizlenmiş, sonra da hayatlarını riske atarak iblisi ateşe vermişlerdi. Sonrasında yaşanan garip şeyler… ve en nihayetinde o kısa ama dehşet verici bir savaş.

Ama hala dinlenmeye vakit yoktu. En azından temel önlemleri almaları gerekiyordu.

Bitap düşmüş vücudunu zorlayarak ayağa kalktı, Cassie’ye omzunu uzattı. Cassie elini onun omzuna koyduğunda, Sunny onu Kıskaçlı İblis’in cesedine doğru yönlendirdi. Biraz ilerde, Nephis kumun üzerine uzanmış yatıyordu.

Kız onları yorgun bir bakışla selamladı.

“Günaydın.”

Alışkanlıkla, Değişen Yıldız zar zor bir gülümseme takındı. Ama bugün o gülümseme pek inandırıcı değildi.

‘Hmm… 10 üzerinden 3,6 veriyorum. İyi değil ama çok kötü de sayılmaz.’

Kısa süre sonra üçü bir daire oluşturmuştu. Serin ve ferahlatıcı su dolu cam şişeyi elden ele dolaştırıyorlardı. Sunny, Kıskaçlı İblis’le yaptıkları savaşı anlatıyordu,

“... sonra birkaç saniyeliğine dikkati dağıldı. İşte o anda Neph saldırıya geçti. Yönelimini kullanarak kılıcından alevler saçtı ve senin söylediğin, zırhın o zayıf noktasından vurdu. O kısmı gerçekten de zırhın diğer kısımları kadar sağlam değildi ve kılıç zırhı delip iblisin kalbine saplandı.”

Sunny, Değişen Yıldız’ın yeni numarasını söylediğinde Cassie’nin hiç de şaşırmadığını fark etti. Ya Nephis ona daha önce anlatmıştı ya da Cassie bunu bir kehanette görmüştü. Her halükarda, konuyu kurcalamamaya karar verdi.

“İblis zaten denizden gelen o şeyle dövüştükten sonra ağır yaralanmıştı, bu yüzden bu darbe onu bitirmeye yetti. Birkaç saniye sonra ölmüştü.”

Cassie başını şaşkınlıkla iki yana salladı.

“Bu… inanılmaz. İki Uyuyan, uyanmış bir iblisi öldürüyor! Böyle şeyler sadece çizgi romanlarda olur sanırdım.”

Nephis düzeltti.

“Üç Uyuyan. Senin kehanetin ve yönlendirmen olmasaydı hiçbir şey yapamazdık.”

Kör kız utanarak başını eğdi.

“Üç yada iki… Yine bu inanılmaz bir başarıydı.”

Sunny iki kıza sırayla baktı, sonra Cassie’ye döndü.

“Evet, öyleydi. Ama neyse… sana iblis eti pişireceğime söz vermiştim. Benim inanılmaz aşçılık yeteneklerim için hazır ol, Cas.”

Yüzünde bir sırıtma belirdi, sulu ve yumuşak etin tadını neredeyse ağzında hissediyordu. Ancak Cassie’nin kaşları çatıldı, tereddütlü bir ifade belirdi.

“Ben… bilemiyorum.”

Sunny kaşlarını kaldırdı.

“Ne? Neden?”

Cassie kısa bir sessizlikten sonra konuştu.

“Yani, zeki bir canlıyı yemek bana biraz garip geliyor. Kötü bile olsa. Daha önce hiç düşünmemiştim ama şimdi, uh… bilemiyorum, doğru gelmiyor.”

Sunny gözlerini kırpıştırdı. Aslında o da pek kofa yormamıştı. Geriye dönüp bakınca, zeka olarak insana yakın bir bilince sahip bir varlığın etini yemek gerçekten de tuhaf gelmişti. Tabii o varlık, onları eline geçirseydi hiç affetmezdi ama…

Rüya Diyarı’nda işler genelde böyle yürüyordu. Yaratıklar insanları yer, insanlar da yaratıkları. Bu yaşam döngüsüydü… ya da ölüm döngüsü?

Ama Kıskaçlı İblis yalnızca zeki değildi. Kendi düşünceleri, kendi kişiliği vardı. Kâbus Yaratıkları her ne kadar delilikle ve yıkım arzusu ile yoğrulmuş olsalar da, onun içinde başka bir şeyler de vardı.

Gururluydu, korkusuzdu, hatta yiğitti. Karanlık denizin korkunç canavarlarına karşı savaşırken hiç geri adım atmamış, hiç teslim olmamıştı. Böyle birinin etini pişirmek… evet, tuhaf kaçardı.

‘Julius hocam, düşman yemenin etik olup olmadığı hakkında bana hiç bişey demedin. Çok ayıp!’

Sunny’nin sessizliğini yanlış anlayan Cassie yüzü kızararak mırıldandı.

“Üzgünüm. Saçma geldiğini biliyorum ama böyle hissettim. Siz bana aldırmayın, yiyebilirsiniz.”

Sunny başını salladı.

“Yok, sana hak veriyorum. Az çok anlıyorum hatta… Sadece yanımızda hiç erzak yok, avlanmazsak aç kalacağız.”

Cassie iç çekti, ardından yüzü aydınlandı.

“Peki ya ulu ağacın meyveleri? Ne zamandır meyve yemedim, eminim çok lezzetlilerdir!”

Sunny ona hayretle baktı.

“Ciddi misin?”

Cassie belirgin bir şekilde şaşırmıştı.

“Evet… neden?”

Sunny biraz düşündükten sonra yanıtladı.

“Bu ağaç güzel görünüyor ama bana göre fazlasıyla şüpheli. Burada diyarda hiçbir şey büyümezken bu ağaç nasıl bu kadar büyüyebilmiş? Eminim Kül Tepesi’nin etrafındaki bütün mercanların ölmesinin sebebi bu ağaç. Labirenti etkileyen başka bir şey gördün mü sen?”

Sunny hem Cassie’ye hem Nephis’e ciddi olduğunu göstermek istercesine baktı.

“Her neyse, yani bilmeden… o meyveleri yememeliyiz bence. Neye sebep olacakları belli olmaz.”

Cassie gülümsedi.

“Bence biraz paranoyakça davranıyorsun. Sonuçta ağaç, sadece ağaçtır. Bence bu korkunç yerde bile hayatın her şeye rağmen var olabileceğini gösteren harika bir örnek. Eminim meyveleri de gayet yenilebilir.”

Sunny dondu kaldı. Cassie’nin bu kadar umursamaz olması şaşırtıcıydı. Cassie’den böyle bişey duymayı beklemiyordu. Hoşnutsuz bir ifadeyle Nephis’e döndü, ondan destek bekliyordu.

Değişen Yıldız bir süre düşündü, sonra ölçülü bir sesle konuştu.

“Sunny haklı. Bu ağaçla ilgili bir şey bilmiyoruz. Meyvelerini yemek riskli olur.”

‘Sonunda, beyniyle konuşan birisi!’

Sunny derin bir nefes alıp rahatladı.

Ama içindeki sıkıntı bir türlü geçmedi.

Cassie hayal kırıklığıyla iç çekti. O sırada Nephis ona dönüp sordu.

“Yankın… ne oldu?”

Sunny’nin yüzü karardı. Sadık avcısını kaybetmek hala içini acıtıyordu.

“Şey, İblis beklediğimden hızlı davrandı. Ben daha tepki bile veremeden öldürdü.”

Nephis kaşlarını çattı.

“Kötü oldu. Artık hareket hızımız ciddi manada düşecek.”

‘Hiç mi duygun yok be kadın! Kalpsiz. En azından üzülmüş gibi yapsaydın! Zavallı Yankım ölmüş gitmiş zaten!’

Gölgesi, efendisinin çocukça tavırlarına başını iki yana sallayarak güldü. Sunny ise kendi tepkisine aslında şaşırmıştı, sonuçta Yankı öldüğünde üzüldüğü ilk şey, onu satamayacağı için hiç onun olmamış paralarıydı.

“Evet, uh… şey… yazık oldu.”

Nephis başını salladı, sonra sordu.

“Kılıcını da mı kaybetmiştin?”

Sunny dişlerini sıkarak bir kez daha iç çekti.

“Evet. İblisin saldırısını karşılarken… parçalandı.”

Bu kayıp, Yankı’nın ölümünden bile fazla acıtmıştı. Gök Kılıcı, onun ilk silahıydı. Uzun süre onunla savaşmış, onunla antrenman yapmıştı. Çok alışmıştı artık bir parçası gibiydi.

Ve yok olmuştu.

Nephis elini kaldırdı.

“Şansın varmış. Kıskaçlı İblis’i öldürdüğümde bir Hatıra kazandım. Bir silah…”

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

72   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   74