Bölüm 82 - Bilinmeyenden Korkmak — Çeviri: Raban —
Sunny, bir çığlık atarak örümcek ağlarının yumuşak kucağına düştü. Tüm bedeni korkunç bir acının kasılmalarıyla titriyordu. Dayanılmaz ıstırap vücudundaki her bir zerrede yankılanıyor, zihni sonsuz bir işkence tufanında boğuluyordu.
Sanki her kası, her hücresi, her bir molekülü parçalanıyor sonra yeniden birleştiriliyor ve sonra tekrar parçalanıyordu. Özellikle gözleri… sanki içlerine kor halinde iki metal çubuk saplanmış gibiydi. Diğer tüm acılar, bu yanmanın yanında sönük kalıyordu. Belki de gözleri gerçekten erimiş metalden oluşan iki küreye dönüşmüştü…
Yüzünü tırmaladı, derin, kanlı çizikler bıraktı. Ama saniyeler içinde, görünmez bir güç tarafından silinip yok oldular. Çok geçmeden sesi de gitti, acısını haykırabildiği tek şeyi de elinden alındı.
Bu süreç, İlk Kabus’u bitirdiğinde yaşadığı yeniden doğuşun o hafif, yumuşak hissinin tam tersiydi. Bu seferki acımasız, korkunç ve anormaldi — Sunny’nin bedenini, asla olmaması gereken bir şeye dönüştürüyordu.
Var olmaması gereken bir şeye.
Elinden gelen hiçbir şey yoktu. Acıya direnmekten başka çaresi yoktu. Tek yapabildiği, aklını yitirmemeye çalışmaktı. Gözlerinden kanlı yaşlar süzülüyor, ardında soluk izler bırakıyordu. Bu işkencenin sonu gelmiyordu.
…Ve sonsuzluk kadar uzun gelen bir sürenin ardından, bitti. Acı gitgide hafifledi, azaldı ve nihayet yok oldu. Sunny, kalın örümcek ağlarının üzerinde bitkin halde yatıyordu.
Sessizliği yalnızca boğuk nefesinin sesi bozarken, Büyü’nün sesi bir kez daha fısıldadı.
[Yeni bir Nitelik kazandın.]
[Niteliklerinden biri evrimleşmeye hazır.]
***
Sunny uzun süre kıpırdamadan yattı. Bilinci yavaş yavaş gelirken yaşadığı vahşetin yankısı hala zihninde çınlıyordu, ara sıra titremesine neden oluyordu. Gözlerini açmaktan korkuyordu, bedenine bakmaktan korkuyordu. Ya artık tanınmaz bir hale geldiyse, iğrenç bir şeye dönüştüyse?
‘Canavara mı dönüştüm ben?’
İçini bir korku kapladı, gözlerini daha da sıktı. Açmak istemiyordu.
Ama kendini… canavar gibi de hissetmiyordu. Aslında, hiçbir fark yok gibiydi. İki eli, iki bacağı, yumuşak insan derisi hala aynı gibi geliyordu. Gücü ya da dayanıklılığı da değişmemişti.
Sanki hiçbir şey olmamış gibiydi.
‘Hadi… sadece bak işte…’
Titreyerek bir gözlerini açtı ve kendine baktı. Her şey aynıydı. Gölgesiyle kendini bir daha inceledi.
Hala insandı.
Yine de… bir şey değişmişti. Ama ne olduğunu tarif edemiyordu. Görüşü biraz farklıydı sanki. Dünya… daha derin görünüyordu. Bu farkı gölgesiyle bakarken fark etmişti.
Eskiden, dünyayı kendi gözleriyle yada gölgesi aracılığıyla görmek aşağı yukarı aynıydı.
‘Dokumacı’nın gözünden gelen o ikor damlası…’
Dikkatle elini kaldırıp gözlerine dokundu. Aynı hissediyordu. Ama bir şekilde aynı değillerdi. Sadece farkın ne olduğunu kavrayamıyordu.
Elini indirirken avucuna bir damla kan bulaşmış olduğunu fark etti. Yanağında, diğer çizikler gibi iyileşmemiş küçük bir yaradan sızmıştı.
Ve o anda, kanının derinliklerinde zar zor fark edilen altın bir parıltı gördü. Sanki o parlak altın damla hala oradaydı, içindeydi, artık onun bir parçası olmuştu. Yoğun bir şekilde seyrelmiş, kanına karışmıştı. Parıltı o kadar soluktu ki, zar zor fark ediliyordu.
Sunny, bunun gündüz vakti hiç görünmeyeceğini düşündü.
‘Ben… kendime ne yaptım böyle?’
Altın parıltıyı düşünürken başka bir şeylerin daha değişmiş olduğunu hissediyordu. O sırada, gözü Kuklacı’nın Pelerini’ne kaydı ve Hatıra’yı farklı bir şekilde gördüğünü fak etti.
Gördükleri karşısında gözleri büyüdü.
Gri kumaşın yüzeyinin altında, beş tane kor misali parlayan ışık topu görünüyordu. Her biri, zırhın farklı kısımlarına uzanan sayısız elmas iplikle birbirlerine bağlanmışlardı. İplikler karmaşık, ayrıntılı, ve son bulmayan bir döngüyle akıl almaz bir desen oluşturarak zırhın dokusuna işlenmişti.
Görünüşü, Büyü’nün iç boşluğunu andırıyordu… ama boyut olarak sonsuz derecede daha küçüktü.
Sunny daha çok şaşırtansa o karmaşık örgüyü bir şekilde anlamasıydı. İçinde uyanan yeni bir içgüdüsel algıyla, o düzensiz görünen örgünün ardındaki karmaşık düzeni, her bükümün ve her kıvrımın belli bir amaca hizmet ettiğini kavrayabiliyordu. Bu iplikler dayanıklılık, direnç… ve çok daha karmaşık bir koruma türü sağlamak için dokunmuştu.
Bu sezgi ona o kadar doğal geliyordu ki sanki doğuştan sahip olduğu bir yetenekti.
‘Bunu… daha derinlemesine incelemem gerek.’
Hem merakla hem de tedirginlikle Ruh Denizi’ne girdi. Karşısında, durgun sularla kaplı tanıdık karanlık bir boşluk belirdi ve tabii diğer şeyler, Gölge Çekirdeği, çekirdeğin etrafında dönen Hatıralarının parlak küreleri ve görüş alanının kenarında bir şeyler hareket ediyormuş gibi gelen o his…
Alışkanlıkla başını çevirip bir şeyler görmek istercesine bakındı — her zamanki gibi hiçbir şey göremeyeceğini biliyordu.
Ama bu kez, gördü.
Bir anlık korkuyla irkildi ve dengesini kaybedip geriye doğru düştü.
‘Ne… ne oluyor lan! Bunlar ne böyle?!’
Karanlığın içinde, Hatıraların yaydığı loş ışığın zar zor ulaştığı yerde, hareketsiz duran karanlık siluetler vardı. Bunlar… gölgelerdi. Sunny’nin bu zamana kadar öldürdüğü herkesin gölgesi.
Geniş omuzlu, sırtı kanlar içerisinde olan bir kölenin gölgesi vardı — adını bile bilmediği. Bedeni korkunç ve çarpıktı, Dağ Kralı’nın Larvası’na dönüştükten sonra kana susamış bir yaratığa dönüşmüştü, sonra da Sunny tarafından öldürülmüştü.
Onun hemen arkasında, Dağ Kralı’nın devasa gölgesi yükseliyordu. Hayattayken ne kadar dehşet verici ve korkutucuysa şimdi de aynı öyle görünüyordu. Sunny, o korkunç yaratığın pençelerinden kaçtığı zamanları hatırlayınca ürperdi.
Kölelerin başındaki o komutanın gölgesi de oradaydı — hani Sunny’yi kamçılayan adam. O kendi elleriyle öldürdüğü ilk ve tek insandı, şimdilik. Hatta cesedinden çizmelerini ve pelerinini de almıştı.
Başka gölgeler de vardı. İri Kıskaçlı Avcılar sessizce duruyordu, kıskaçları yere inikti. Aralarında vahşi bir Kıskaçlı Muhafız’ın silueti de seçiliyordu, devasa kırkayaklar, etobur solucanlar ve birkaç garip, insan yiyen çiçeğimsi yaratıkla çevrili halde.
Sunny’nin elleriyle öldürdüğü her varlık oradaydı — ya da daha doğrusu, gölge parçacıklarını aldığı her varlık.
Hiçbirinin görünürde gözleri yoktu ama… hepsinin ona baktığını hissedebiliyordu.
Sessiz ve hareketsiz… sadece izliyorlardı.
Boynundan aşağı soğuk bir ürperti indi. Sunny yutkundu, titreyen bacaklarıyla ayağa kalktı. Ruh Denizi’nin içinde ölü gölgelerden oluşan küçük bir orduyla karşılaşmak — hele de bunların hepsi kendi elleriyle öldürdüğü varlıklar olunca — bu hiç de hoş bir karşılaşma değildi.
Dişlerini sıktı.
‘Tekrar söylüyorum… ne oluyor lan! Bunlar ne böyle *mk?!’
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.