Yukarı Çık




90   Önceki Bölüm 

           
Bölüm 91 - Kurtuluş
— Çeviri: Raban —

Dudaklarını yalayan Sunny, kelimelerini dikkatle seçerek konuştu.

“Neph… düşündüğün gibi değil. Ruh Ağacı’nın tuzağına düştük. Bu ağaç sandığımız gibi cömert bir ağaç değil… bizi korumuyor. Aslında tam tersini yapıyor. Eğer bu adadan gitmezsek sonsuza kadar onun kölesi olarak kalacağız. Ya da daha güçlü bir şey geldiğinde onun yemi olacağız!”

Nephis başını yana eğip ifadesiz bir yüzle ona baktı.

“Hadi Neph! Hatırla! Bunları daha önce konuştuk seninle! Zaten tüm bunlar da senin fikrindi!”

Sunny bir anlığına sözlerinin onun aklından çalınan hatıraları uyandırdığını düşündü. Ancak Nephis’in cevabı o umudu paramparça etti.

“Ulu ağaçtan… ayrılmayı mı düşünüyorsun? Sen iyice aklını yitirmişsin Sunny.”

‘Hay ben senin…!’

Değişen Yıldız kılıcını yukarı doğru kaldırdı. Sunny’i ne yapacağını bilemez halde titretti.

“Cassie’yi bırak.”

Kararsızdı, en iyi hamleyi hesaplayarak bir süre düşündü. Sonra kör kızı dikkatlice yere bıraktı.

“Tamam. Bıraktım. Gördün mü? Şimdi beni dinle. Sana söylemem gereken çok önemli bir şey var…”

Sunny daha sözünü bitirmeden Nephis bir anda gözden kayboldu. Saldırı için hamle yaptığını fark edince hemen kendini savunmaya geçti…

Ancak tepki veremeden gümüş kılıcın ucu boğazına dayanmış halde yerde yatıyordu bile. Değişen Yıldız tepesinde dikiliyordu, gözlerinde solgun ışıklar dans ediyordu.

‘Kendimden hiç bu kadar utanmamıştım.’

Onca eğitim, kanlı savaşlarda kazandığı o kadar tecrübe, elde ettiği bütün güç… Sunny gerçekten Nephis’e karşı durabileceğini, hatta berabere dahi kalabileceklerini düşünmüştü. Ama sonuç olarak sadece bir saniye sürmüştü.

Bunu erken bir teslimiyet olarak nitelendirmek bile fazla mütevazı kaçardı.

‘Aferin gerizekalı! Şimdi salaklığı bırak ve odaklan!’

Soğuk çelik tenine değince mümkün olduğunca az hareket etmeye çalıştı. Değişen Yıldız’ın onu öylece öldürmeyeceğinden emindi, neredeyse. Ama yine de ona ani bir şey yaptıracak nedenler vermemek en iyisiydi.

Sonuçta şu anda Neph’in düzgün düşünebildiği söylenemez.

Sunny, onun soğuk ve umursamaz yüzüne bakarak olanca gücüyle ve umutsuzca bağırdı.

“Aster, Song, Vale!”

Nephis’in o an eli titredi ve Sunny’nin boynundan bir damla kan aktı. Nephis’in gözleri şaşkınlıkla kocaman açılmıştı. Ardından yüzüne kasvetli bir ifade çöktü.

Kılıcını biraz daha bastırıp öne doğru bir adım attı, delici bakışları Sunny’i delip geçiyordu. Konuştuğunda sesi bastırılmış duygularla titriyordu.

“Bu isimleri… nereden biliyorsun? Kimsin sen?”

Sunny anlam veremez bir şekilde gözlerini kırpıştırdı, Nephis’in tepkisine o da şaşırmıştı. Bu tuhaf kelimelerin hafızasını canlandırmak için bir tür kod falan olduğunu düşünmüştü. Ama görünen o ki başka birşeydi…

‘Aster, Song, Vale… Ne anlama geliyor acaba? Neph’i böylesine sarsacak kadar önemli ne olabilir ki?’

Mümkün olduğunca kıpırdamamaya çalışarak dikkatli bir şekilde kılıca baktı ve dürüstçe cevap verdi.

“Bunların isim olduğunu bile bilmiyordum. Eğer unutursan, sana hatırlatmam için söylemiştin. Bunları söylersem beni dinleyeceğini söylemiştin.”

Nephis ona bakarken, yüzünde anlık bir şüphe belirtisi oluştu. Ama hemen kayboldu, yeniden kararlı bir ifadeye büründü. Dişlerini sıkarak hırladı.

“Kime hizmet ediyorsun?!”

Sunny’nin ne demesi gerektiği hakkında hiç bir fikri yoktu. Bu yüzden sadece sordu.

“Hizmet etmek… derken?”

Nephis gözlerinde delice bir parıltıyla sırıttı. Bu görünüşün sakin ve soğukkanlı Nephis’le hiç alakası yoktu. Sanki Sunny’nin karşısında tamamen başka biri vardı.

Çok daha tehlikeli ve öngörülemeyen biri.

Bu sırada Neph konuştu.

“Bana numara yapma… o…”

Duraksadı ve ardından kaşları çatıldı. Sunny’nin sorusu sanki Değişen Yıldız’ın zihninde bir şeye dokunmuş, zincirleme bir reaksiyona sebep olmuştu. Birkaç saniye geçti, kaşları daha da çatıldı ve bakışları giderek daha da derinleşti.

Sonra gözlerine yavaşça o tanıdık dinginlik geri geldi. Her şeyi hatırlamış gibi görünmüyordu ama Nephis’in söz verdiği gibi — en azından onu dinleyecek gibi görünüyordu.

Çünkü hemen ardından kılıcını Sunny’nin boğazından çekti ve ona ayağa kalkması için yardım bile etti.

Nephis, tuhaf bir ifadeyle Sunny’e baktı ve sordu.

“Gerçekten sana bu sözleri ben mi söyledim?”

Sunny hafifçe kesilmiş boynunu ovuşturarak sadece başını salladı. Kan Dokuması derisini çoktan onarmaya başlamıştı.

Nephis başını eğdi, birkaç saniye gözlerini kapadı. Tekrar açtığında bakışları kararlılıkla doluydu.

“Ne yapmam gerekiyor?”

Sunny üç gizemli ismin anlamını sormayı çok istiyordu ama sırası değildi. Acele etmeleri gerekiyordu.

“Cassie’ye asasını çağırmasını söyle ve onu tekneye bindir.”

Kılıcını geri yollayan Değişen Yıldız, son kez ona baktı ve arkadaşına doğru yürüdü.


***


Bir şekilde Nephis, Cassie’yi ikna edip onu tekneye bindirmeyi başarmıştı. Muhtemelen birçok konuda ona yalan söylemek zorunda kalmıştı ama Sunny Kusurunun her şeyi mahvetmesinden korktuğu için ne söylediğini sormak istemedi.

Kızlar teknenin içindeyken, Sunny artık tükenmek üzere olan bedenine gölgesini sardı ve ellerini metal gövdenin üzerine koydu. Her bir yanı ağrıyordu, vücudundaki her zerre acı içindeydi.

Zihni ise tamamen tükenmiş durumdaydı.

‘Hadi Sunny. Artık bitiyor.’

Çarpık bir sırıtışla kaslarını zorladı ve tekneyi kara sulara itmeyi başardı.

Ufuktaki son ışıkta kaybolurken ve dünya sonsuz bir karanlığa boğulurken, iblis kemiklerinden yapılma bir tekne kül rengi kumlardan kayarak simsiyah denizin soğuk kucağına doğru süzüldü.

Sunny’nin talimatıyla, Cassie asasını doğrulttu ve güçlü bir rüzgar teknenin basit yelkenini doldurdu.

Başta ağır ağır ilerlediler, doğrudan bir baskı teknenin gıcırdamasına sebep oluyordu ama Değişen Yıldız’ın el işçiliği titiz ve özenliydi. İblisin omurgasından yapılan direk sağlamdı. Küçük tekne git gide hız kazanmaya başladı.

Sunny dümen küreğinin başına geçti. Önlerinde ufka kadar uzanan karanlık deniz vardı. Derinliklerinde ise tarif edilemeyecek kadar korkunç varlıklar saklanıyordu.

Arkalarında kalan Ruh Ağacı ise yavaş yavaş uzaklaşıyordu.

Sunny dönüp baktığında, yüreğinde boğucu bir pişmanlık vardı. Bir gün onu yok edebilecek kadar güçlü olmayı diliyordu. Böyle çekip gitmek… kadim ağaçtan intikam almadan adayı terk etmek… içinde öfke kabarıyordu.

En azından ona küçük bir hediye bırakabilmişti.

Kül Tepesi’nde küçük bir oyuk vardı, etrafı rüzgardan korunması için kumlarla biraz yükseltilmişti ve içinde de bir mum yanıyordu. Oyuğun hemen yanında kuru yapraklardan oluşan yüksek bir yığın vardı.

O yığını toplamak uzun zamanını almıştı. Adanın büyük kısmını dolaşmıştı, olabildiğince yüksek olmasını istemişti. Kuru deniz yosunu ve Kıskaçlı İblis’in kalan yağını da yapraklara karıştırmıştı.

Bir süre sonra mumun ömrü sona yaklaştı. Neredeyse tamamı erimişti, mumun aleviyse sönmek üzereydi. Tam o anda kuru yapraklar tutuştu. Birkaç saniye içinde adanın ortasında devasa ve parlak bir alev yükseldi, zalim ağacın kızıl yapraklarını aydınlattı. Neredeyse aynı anda adayı çevreleyen karanlık sular dalgalanmaya başladı.

Ama Sunny bunları görebilecek kadar yakında değildi.

Karanlık denizden gelen yaratıkların Ruh Ağacını yok edip edemeyeceğini bilmiyordu. Pek mümkün de görünmüyordu. O kadim musibeti yenmek kolay olamazdı. Ancak Kıskaçlı İblis ölmüş ve yerini alması gereken üç insan adadan gitmişti. Doyumsuz ağacı koruyacak kimse kalmamıştı. Beki de en azından ciddi şekilde zarar görecekti.

Şimdilik yapabileceği en iyi şey bu olmuştu.

Kül Tepesi’nin olduğu yöne bakarak yumruklarını sıktı.

‘Bir gün… o ağacı, o yaratıkları ve yoluma çıkacak her şeyi yok edebilecek kadar güçlü olacağım. Bir gün… kimseden, hiçbir şeyden korkmayacağım. Aksine… onlar benden korkacaklar!’

Sunny bunları düşünürken, Cassie aniden başını kaldırıp ona doğru döndü.

Kızın yüzünde karanlık bir ifade belirdi. Hemen sonra ifadesi değişti, yerini belirsizliğe ve şüpheye bıraktı.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

90   Önceki Bölüm