Hastane koridoru, floresan ışıkların soğuk parıltısı altında sessiz bir kasvetle doluydu. Antiseptik kokusu havada asılı kalırken, iki doktor, Dr. Evelyn Warrick ve Dr. Marcus Hale, ağır adımlarla yürüyor, ellerindeki dosyaları karıştırıyorlardı. Botlarının zeminde çıkardığı ritmik sesler, koridorun sessizliğini bölen tek şeydi.
“Dr. Hale,” dedi Evelyn, sesinde yorgun bir endişe, gözleri dosyalardan birine sabitlenmiş. “Son zamanlarda çok fazla yaralı asker geliyor. Güney şeridindeki çatışmalar mı bu kadar şiddetlendi, yoksa başka bir şey mi dönüyor?”
Marcus, kaşlarını çatarak başını kaldırdı, dosyasını kapattı. “Dr. Warrick, sadece güney şeridi değil. Daha geçen gün Akademi’den Komutan Eryon geldi, hatırlıyor musun? Bir öğrenciyle talim yapmış, ama sonuç… pek iyi değil.”
Evelyn’in adımları yavaşladı, gözleri merakla Marcus’a kaydı. “Eryon mu? Durumu ne? O çocukla talim yaptığını duymuştum, ama bu kadar ciddi mi?”
Marcus, derin bir nefes aldı, sesi alçaldı, neredeyse bir fısıltıya dönüştü. “Ciddi. Öğrencinin vurduğu yerde, Eryon’un eski bir yarası varmış – büyük bir buz yarası. Çocuk tam oraya isabet etmiş. Yara tetiklendi, şimdi iç organlarının bazıları donma geçiriyor. Durumu kritik, Evelyn. Doktorlar her an her şeyin olabileceğini söylüyor.”
Evelyn’in gözleri faltaşı gibi açıldı, adımları tamamen durdu. “Buz yarası mı? Bu nasıl bir yara, Marcus? Eryon’un böyle bir şeyi olduğunu hiç duymamıştım.”
Marcus, koridorun boş olduğundan emin olmak için etrafına bakındı, sonra sesini daha da alçalttı. “Komutan Eryon, Buz Katliamı olayından sağ çıkanlardan biri. O korkunç olayı biliyorsun, değil mi? Lord Valthor’un işi. O iğrenç katliamda, Valthor’un lanetli gücüyle herkesin iç organları donarak, acı içinde öldürüldü. Eryon, Valthor’un elinden o yarayla kurtulmuş. Yara, göğsünde, kalbine yakın bir yerde. Normalde kontrol altında, ama öğrencinin kılıcı tam oraya saplanınca… Donma tekrar başladı.”
Evelyn, yüzü solgun, bir an sustu. “Buz Katliamı… Herkesin iç organlarının donarak öldürüldüğü o korkunç olay mı?” Sesi titriyordu, zihninde o katliamın hikayeleri canlanıyordu; Valthor’un adını anmak bile tüylerini diken diken ediyordu.
Marcus, başını ağır ağır salladı, gözleri uzaklara dalmıştı. “Evet, o olay. Eryon, o katliamdan sağ çıkan nadir insanlardan. Ama o yara… Sanki Valthor’un laneti hâlâ içinde yaşıyor.”
---
Koridorun diğer ucunda, başka bir odada, Leo hastane yatağında gözlerini açtı. Bedenini bir demir ağırlık gibi saran yorgunluk, kemiklerini sızlatıyordu. İlk kez bu kadar bitkin hissediyordu. Floresan ışıklar gözlerini kamaştırdı, antiseptik kokusu genzini yaktı. Odada serum torbası, metal bir sandalye ve pencereden sızan gri gökyüzü vardı. Neredeyim? Zihninde, komutan’la olan talimin parçaları flaş gibi geçti: kılıcının Eryon’un göğsüne saplanışı, kan, ve öğretmeninin yere yığılışı. komutan iyi mi acaba? Düşünce, zihninde kısa bir an parladı, sonra yorgunluk onu bastırdı.
Kapı hafifçe açıldı ve bir hemşire içeri girdi. Leo’nun uyanık olduğunu görünce irkildi, sonra hızla iletişim cihazına uzandı. “Albay Ferid, Leo uyandı!” Sesi telaşlıydı, koridorda yankılandı. Leo, başını yastığa gömerek gözlerini kapattı.
Dakikalar sonra, kapı yeniden açıldı. Albay Ferid, ağır adımlarla içeri girdi. Üniforması kusursuz, ama yüzü yorgun ve düşünceliydi. Gözleri, Leo’nun üzerine kilitlendi; sorgulayıcı, ama tehditkâr olmaktan çok merak dolu bir bakış. Sandalyeyi yatağın yanına çekti, yavaşça oturdu. Sessizlik, odada bir ağırlık gibi çöktü.
“Leo,” dedi Ferid, sesi sakin, ama altında bir kararlılık vardı. “Uyanman iyi. Ama konuşmamız lazım. Eryon’la talim sırasında, savunma yapabilecekken neden risk aldın? Neden tam göğsüne, o hassas noktaya saldırdın? Neden öyle bir hamle yaptın?”
Leo’nun kalbi sıkıştı. Yeteneğim… Hafızalara girme. Talimde, Eryon’un anısına sızmış, Buz Katliamı’nı görmüş, Lord Valthor’un bıraktığı yaranın yerini hissetmişti. Ama hükümete güvenmiyordu. Dr. Elara’nın günlüğü, Svıtra deneyleri, Kızıl Veba… Bunları Ferid’e açıklayamazdı. “Bilmiyorum, Ferid,” dedi, sesi çatallı, yalanla karışık. “O an… İçgüdü. Talimde kontrolümü kaybettim. Kızıl Veba zihnimi bulandırıyor bazen.”
Ferid’in kaşları hafifçe kalktı, gözleri kısıldı. “İçgüdü mü? Leo, sen dördüncü seviye bir enfektesin. Yeteneklerin olduğunu biliyoruz. O yaranın yerini nasıl bildin? Savunma yerine neden öyle riskli bir saldırı? Bir şey mi gördün? Zayıflıkları görme yeteneğin mi var?”
Leo, zihninde bir fırtına kopuyordu. Hafızalara giriyorum, Ferid. Ama bunu sana söyleyemem. “Hiçbir şey,” dedi, sesi kararlı ama titrek. “Sadece bir hata. Yorgundum, Veba… Belki o etkiledi.”
Ferid, bir an sustu, gözleri Leo’yu süzüyordu. “Hata mı? Bunun hata olmaması için çok fazla soru var, Leo. Eryon’un yarasını nasıl buldun? O hamle… Tesadüf olamaz. Yeteneğin mi bu?”
Leo, gözlerini kaçırdı. “Bilmiyorum,” diye mırıldandı. “Sadece… O an bir düşman gibiydi. Veba, zihnimi karıştırdı.”
Ferid, sandalyesinde geri yaslandı. “Eryon yaşıyor, ama kritik. O yara… İç organları donuyor, Leo. Senin kılıcın bunu tetikledi. Eğer bir yeteneğin varsa, bu üs için değerli olabilir. Ama saklarsan… Seni barındıran hükümete ihanet etmiş olursun. Bak leo hükümet tamamen masum demiyor daha bu gün Güney şeridinde Yarı Svıtra ırkına mensup yaratıklarıyla çarpıştık. Bunlar Hükümetin deneyleri ama Pandora, Pandora bundan korkuyor. Pandora gibi bir gücün tehlikesi ve varlığını biliyorsun değil mi?”
Leo, başını iki yana salladı. ““Pandora mı? Adını ticaret raporlarında duymuştum. Ama ben okulda eğitim alan bir askerim, daha fazlasını bilmiyorum. Komutana yaptığım saldırı ise Bir kazaydı.”
Ferid, bir süre Leo’yu süzdü, sonra ayağa kalktı. “Dinlen, Leo. Ama bu konuşma bitmedi.” Kapıya yöneldi, ama çıkmadan önce döndü. “Eryon ölürse, bunun sonuçları olur.”
Kapı kapanınca, Leo yalnız kaldı. Yalan söyledim. Ama hükümete güvenemem. Zihni, Dr. Elara’nın günlüğündeki sırlarla çalkalanıyordu: hükümetin deneyleri, Svıtra ırkı, Kızıl Veba… Yeteneğim… Hafızalara girmek. Ama bu mu, yoksa daha fazlası mı var? Bedeninin yorgunluğu onu uykuya çekiyordu, ama zihni uyanıktı.
Dışarıda, Ferid koridorda durdu, yüzü soğuk ve kararlıydı. Yanındaki askere döndü. “Bu çocuk yalan söylüyor,” dedi.
Ferid, başını iki yana salladı, dudaklarında hafif bir gülümseme. “Hayır. Henüz değil. Ama her konuşmasını kayda al. Bir deftere yaz, her kelimesini, her nefesini. Eğer bir açık verirse, yakalarız ve konuştururuz. Açık vermezse… Defteri biraz düzenler, ona bir suç uydururuz. Hükümetin düşmanlara ihtiyacı var, ve Leo mükemmel bir aday. Üstüne git, ama çaktırma. Gizlice yap, fark etmesin.”
Asker, “Emredersiniz, efendim,” dedi ve gölgelerin arasında kayboldu.
Ardından Albay Ferid alçak keskin bir sesle. “Eğer suçlu bulamıyorsam, suçlayacak birilerini bulurum. Leo’nun sırrı, hükümetin işine yarayacak.”
Ferid, koridorda yalnız kalınca içinden düşündü: Leo, ne saklıyorsun? Bu sır, seni ya kahraman yapar ya da hepimizi yutar.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.