General Yüksek Sesle “Kaptan Eva, beni Thorne’a bağlayın.“ diyerek emir verdi Birkaç saniyelik dijital cızırtının ardından Kaptan Thorne’un yüzü masanın üzerinde belirdi.
“Kaptan,“ dedi Eisenhower. “Yeni bir emrim var. Ekibindeki Leo ve Dev Brakk’ın ’Yaşam-Bağ’ üniformalarını birbiriyle değiştirmesini istiyorum. Derhal.“
Thorne’un profesyonel ifadesi bir anlığına çatlasa da, kendini hemen toparladı. “Anlaşıldı, Generalim. Derhal uygulanacak.“
Thorne’un görüntüsü kaybolurken, Merkez Komuta Üssü’nde zaman yavaşlamış gibiydi. Herkesin gözü, kararacak olan altı veri akışını gösteren holografik ekrana kilitlenmişti.
“Veriler geliyor, Generalim.“ Teknisyen Arden’in sesi, odadaki gergin bekleyişi bir bıçak gibi kesti.
Ve sonra, zaman durdu.
Beklenen olmadı. Ekranda ne “sağlıklı“ anlamına gelen yeşil ne de “hasta“ anlamına gelen sarı bir veri vardı.
Altı veri akışının tamamı, aynı anda, aynı saniyede, kan kırmızısına döndü. Ekranları kaplayan bu uğursuz renk, odadaki herkesin yüzüne cehennemi bir parıltı vurdu. Her bir veri akışının üzerinde, soğuk, net ve dijital harflerle tek bir kelime yanıp sönüyordu:
“Ne?!“ diye kükredi Dr. Vance, sandalyesini gürültüyle geriye iterek fırlarken. “Bu da ne demek oluyor?!“
Odanın üzerine ölümcül bir sessizlik çöktü. Bir anlık şokun ardından, kontrol odası tam bir kaosa sürüklendi.
“THORNE! RAPOR VER!“ diye gürledi Tümgeneral Eisenhower, sesinin tüm odayı titretmesine engel olamayarak.
Ama kanaldan sadece statik bir cızırtı geldi. Cevap yoktu. Masanın üzerindeki Kaptan Thorne’un canlı video akışı, tam o anda, yüzünde anlamsız bir ifadeyle donmuştu.
“Bağlantı koptu, Generalim! Tüm iletişim kanalları sustu!“ diye bağırdı bir operatör.
Herkes bir çözüm bulmaya çalışırken, Teknisyen Arden bembeyaz bir suratla, gözlerini kırpmadan ekrana bakıyordu. “Generalim...“ diye fısıldadı titrek bir sesle.
Eisenhower’ın çelik gibi bakışları ona döndü. “Nedir, Teknisyen?!“
“Görüntü ve ses bağlantısı tamamen kesildi,“ dedi Arden yutkunarak. “Ama... ama ’Yaşam-Bağ’ verileri hâlâ geliyor. Üniformalar ana merkeze hâlâ veri gönderiyor ve... ve hepsi, içindeki askerlerin öldüğünü söylüyor.“
Bu, basit bir teknik arıza değildi. Bu, mantığın iflas ettiği andı. Bu bir hata değil, bir uyarıydı.
Tüm bu Kaosu yüksek bir çıklıkla kaptan Eva bölmüştü ve “GENERALİM!“ diyerek ekranı işaret etti
Kaptan Eva’nın çığlığı, herkesin endişesni artırmıştı. Tüm oda, nefesini tutarak Eva’nın baktığı ana ekrana dönmüştü. Genç kaptan, sandalyesinden geriye doğru kaymış, yüzünde saf bir dehşetle ekrana bakıyordu.
Eisenhower, bakışlarını ekrana çevirdiğinde, kanının damarlarında gerçekten donduğunu hissetti.
Ekranda yeni bir veri penceresi açılmıştı. Başlıkta yazıyordu. Yapay zeka, Patriot’un ağa yaptığı müdahale sırasında yaydığı zayıf, neredeyse fark edilemez mana izlerini analiz etmiş ve bir tahminde bulunmuştu.
Otuz üç.
Bu bir rakam değildi. Bu, bir hükümdü. Bir kıyametin ilanıydı.
Tümgeneral Eisenhower, hayatı boyunca sayısız savaş görmüştü. Ama ilk defa, o ilkel, içgüdüsel korkuyu iliklerinde hissediyordu. Sentinel-7’nin lanetli bir huyu vardı: Tahminleri genellikle yanlıştı... çünkü her zaman hedefin gerçek gücünün altında bir tahmin yapardı.
“Bu imkansız,“ diye fısıldadı kendi kendine. “Böyle bir varlık hakkında nasıl hiçbir şey bilmeyiz?“ Bakışlarını Kaptan Eva’ya çevirdi, sesi çelik gibiydi. “Sentinel-7’ye tam yetki verin. Patriot kod adlı bu hedefin kökeniyle ilgili her şeyi bulmasını istiyorum. Şifreli dosyalar, mühürlü kayıtlar, en derin arşivler... Nerede saklanıyorsa bulun onu.“
Emirle birlikte odadaki teknisyenler hummalı bir çalışmaya başladı. Sentinel-7’nin işlemcileri uğulduyor, holografik ekranda sayısız veri akışı birbiri ardına açılıp kapanıyordu. Ama sonuç hep aynıydı: HİÇLİK.
“Hiçbir şey yok, Generalim,“ dedi Kaptan Eva, sesindeki çaresizlik açıkça belli oluyordu. “Geçmişi yok, doğum kaydı yok, askeri sicili yok. Sanki bu adam bir hayalet. Sistem, varlığına dair hiçbir köken bulamıyor.“
Eisenhower, yumruğunu masaya dayadı. Aklı almıyordu. Bu kadar güçlü bir varlık, sistemde nasıl bir kör nokta olabilirdi? Tam pes edip başka bir strateji düşüneceği sırada, Teknisyen Arden’in sesi duyuldu.
“Generalim, bekleyin... Bir şey buldum.“
Herkesin bakışları Arden’in konsoluna döndü. Ekranda, diğer tüm modern verilerin arasında duran tek bir dosya vardı. Eski, bozuk ve neredeyse okunaksız bir dosya. Adı: .
“Ekrana yansıt,“ diye emretti Eisenhower.
Dosya, holografik masada açıldığında, içinde bir biyografi ya da tarihçe yoktu. Bu, bir suç dosyasıydı. Eisenhower, elindeki tabletle dosyayı senkronize edip okumaya başladı.
İlk satırlardan itibaren kanının damarlarında donduğunu hissetti.
Rapor, duygudan arındırılmış, soğuk ve klinik bir dille yazılmıştı. Ve bu, dehşeti bin kat artırıyordu. Bir kasabanın su kaynaklarının, sakinleri acı içinde eriyene dek nasıl zehirlendiğini anlatıyordu. Bütün bir askeri taburun, tek bir kurşun atılmadan, sadece zihinlerine fısıldanan kabuslarla nasıl deliliğe sürüklendiğini detaylandırıyordu. Şehirlerin cam gibi erimesi, orduların çığlık bile atamadan küle dönmesi, biyolojik ve zihinsel işkence protokolleri... Okuduğu her kelime, insan aklının sınırlarını zorlayan bir vahşeti belgeliyordu.
Eisenhower, aniden tableti masanın üzerine fırlattı. Metalin metale çarpma sesi, odadaki ölümcül sessizliği böldü. Birkaç adım geriledi, nefes almaya çalıştı. Gözlerinin önünde, raporun anlattığı cehennem sahneleri canlanıyordu. Kendine gelmek için zihnini zorladı, tekrar masaya yürüdü ve titreyen elleriyle tableti aldı.
Bu... diye düşündü. Bu bir canavar. Bir insan değil.
Ve sonra aklına dank etti. Mantığı isyan ediyordu.
“Bu imkansız,“ diye mırıldandı. “Böyle bir canavar nasıl... nasıl olur da A-Seviye bir tehdit olarak sınıflandırılır?“
Bu soru, odadaki herkesin aklını kurcalayan çelişkiydi. Eisenhower, dosyayı tekrar okumak için tableti kendine çevirdi. Ve o an, ilk baktığında dikkatini çekmeyen küçücük bir detayı fark etti. “A-Seviye Tehdit“ yazısının hemen yanında, neredeyse silinmiş, minicik bir kod vardı:
Sıfır. Nokta. Sıfır. Nokta. Sıfır. Nokta. Bir.
Eisenhower’ın gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Bu, mümkün olamazdı. Bu, Sentinel-7’nin atası olan, yüzlerce yıl önce kullanılan ilk tehdit değerlendirme yazılımının sürüm numarasıydı. Bir prototip.
“Eva!“ diye seslendi, sesi odada yankılandı. “Bu sürüm verisini al. Mevcut Sentinel-7 sistemiyle çapraz kontrol edip derhal güncelle!“
Kaptan Eva, emri anında uyguladı. Parmakları konsolun üzerinde uçuşurken, ekrandaki eski sürüm numarası titremeye başladı. rakamları bir anlığına bulanıklaştı ve ardından inanılmaz bir hızla değişmeye başladı. Rakamlar ve harfler, sistemin yüzlerce yıllık teknolojik sıçramasını saniyelere sığdırarak ekranda aktı.
Sonunda, güncelleme durdu. Eski, basit kodun yerinde şimdi yeni ve karmaşık bir sürüm numarası parlıyordu:
Rakamlar, holografik masanın üzerinde son kez titreşip bu anlamsız, karmaşık diziye kilitlendiğinde, odayı uğursuz bir sessizlik kapladı. Bu bir sürüm numarası değildi. Bu, bir şifre, bir koordinat, belki de bir hata mesajı olabilirdi. Ama kesinlikle bir sürüm numarası değildi.
Kaptan Eva, kaşlarını çatarak konsoluna eğildi. “Generalim, bu... bu bir sürüm numarası mı? Anlamlı bir veri gibi görünmüyor. Sistem bir tür döngüye girmiş olabilir.“
Tümgeneral Eisenhower cevap vermedi. Donup kalmıştı. Gözleri, ekrandaki rakamlara değil, onların temsil ettiği o akıl almaz zaman uçurumuna bakıyordu. Etrafındaki sesler uğultuya dönüşürken, zihninde iki farklı bilgi, iki ayrı gerçeklik, korkunç bir gürültüyle birbiriyle çarpışıyordu: gördüğü o ilkel sürüm numarası ve okuduğu o canavarca suç raporu.
Sessizliği, buz gibi bir sesle o bozdu. “Eva.“
“Evet, Generalim?“
“Sentinel’in ilk prototipi... ne zaman hizmete girdi?“
Soru o kadar alakasızdı ki, Kaptan Eva bir an duraksadı. Generalin ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordu. Hızla konsoluna döndü, parmakları klavyenin üzerinde gezindi. “Tarihsel arşivleri kontrol ediyorum, efendim... Sentinel Programı’nın ilk prototipi, ’Proje Gözcü’ adı altında... tam 347 yıl önce aktif edilmiş.“
Eisenhower’ın yüzündeki ifade değişmedi ama gözlerinin derinliğinde karanlık bir şey parladı. “O ilk prototipin sürüm numarası neydi, Kaptan?“
Eva’nın parmakları yeniden klavyeye gitti. Birkaç saniye sonra ekranda beliren bilgiyle yüzü bembeyaz kesildi. Başını yavaşça kaldırdı, sesi neredeyse duyulmayan, zehirli bir fısıltı gibi çıktı.
“Sıfır... nokta sıfır, nokta sıfır, nokta bir.“
İşte o an, Savaş Odası’ndaki herkesin kanı dondu. Teknisyen Arden, sandalyesinde geriye doğru kaykıldı. Dr. Vance, inanmaz bir şekilde başını iki yana sallamaya başladı. Yapbozun parçaları yerine oturmuştu ve ortaya çıkan resim, aklın alabileceği her türlü dehşetin ötesindeydi.
Eisenhower, bakışlarını Eva’dan alıp odadaki diğerlerine çevirdi. “Anlamıyor musunuz?“ dedi, sesi bir anlığına titredi, sonra tekrar o çelik gibi sertliğine kavuştu. “Patriot’u A-Seviye olarak sınıflandıran sistem, bu işin daha emekleme çağında olan ilkel bir yazılımdı.“
“Ama bu saçmalık!“ diye atıldı Dr. Vance, mantığı bu korkunç gerçeği reddediyordu. “Sistemler veriyi günceller! Bir anomaliyi yüzlerce yıl nasıl fark etmez? Bu imkansız!“
“İmkansız değil, Doktor,“ dedi Eisenhower, sesi şimdi bir jilet kadar keskindi. “Eğer o ilk veri ’mühürlenmiş’ ise imkansız değil. O ilkel yazılım, o canavarın yaptıklarını gördü, analiz etmeye çalıştı ve sonra...“ Duraksadı, kelimeleri bulmakta zorlanıyor gibiydi. “...ve sonra kapasitesinin sonuna dayandı. Çünkü o yazılımın tehdit ölçeğinde... A-Seviye’nin üstü yoktu. O, ölçebildiği, anlayabildiği, isimlendirebildiği en yüksek sınırdı.“
Odanın üzerine, bir mezarlığın sessizliği çöktü.
“Ve Sentinel-7...“ diye devam etti Eisenhower, sesi şimdi buzdan bir mengeneydi. “...bu eski, mühürlü veriyi sorgulamadan devraldı. Onaylanmış, değiştirilemez bir kayıt olarak kabul etti ve dosyayı dijital bir mahzene kaldırdı. Biz geldik, o ’A’ etiketini gördük ve daha derine hiç bakmadık. Bürokrasinin ve kibrin en ölümcül hatası.“
Eisenhower, bakışlarını holografik masadaki kan kırmızısı yazılarında gezdirdi. Zihninde, o canavarın işlediği suçların listesi yanıp sönüyordu. Bir şehrin çığlıkları, bir taburun deliliği...
Son sözlerini söylerken sesi, fırtına öncesi sessizlik gibiydi.
“Biz yüzlerce yıldır, yürüyen bir kıyameti, basit bir sokak serserisi olarak etiketlemişiz.“
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.