Bölüm 13: Zevkin hangi tadı olabilir? (TW: Tecavüz imaları bulunmaktadır!)
Ertesi sabah erkenden, şehre girmeden önce, başrahip ve iki küçük keşişi aceleyle gömdüler.
Dün geceki olaydan sonra, Chen Gong, bir yayın telinin sesinden ürken bir kuş gibiydi. Daha fazla şehirde kalmak istemedi. Uzaktan Altı Ahenk Birliği’nin alt-salonunun tabelasını gördüğünde bile, ileri gitme gibi bir niyeti yoktu ve sadece daha hızlı yürümesi için Shen Qiao’yu sürüklemek istedi. Gülme ile ağlama arasında kalan Shen Qiao, ona, “Kimse bizi fark etmeyecek. İsimlerimizi bile bilmiyorlar ve yalnızca diğerlerinin peşinden gidecekler. Bu kadar endişelenmene gerek yok.” dedi.
Bitirir bitirmez, yanlarındaki duvarda birinin kıkırdamasını duydular. “Endişesinin gerekli olduğunu söyleyebilirim. Ama yine de, dün gece ışık o kadar loştu ki, bu beyefendinin ne kadar büyüleyici bir yüze sahip olduğunu bile fark etmedim. Neredeyse kaçırıyordum!”
Ses, tatlı ve sevimliydi. Ama en önemlisi, oldukça tanıdık geliyordu.
Chen Gong, sesi tanıdığını düşündü. Kafasını kaldırdığında, duvarın tepesinde oturan, onlara tatlı bir şekilde gülümseyen genç bir kız gördü. Kırmızı bir elbise giyiyordu; siyah saçları, iki altın halka ile iki topuz olarak tutturuluydu. Sesinin haricinde, üzerinde dün geceki keşişe benzeyen bir nokta bile yoktu.
Geçmişte, böyle güzel bir kadın sokakta yürüseydi, Chen Gon kesinlikle ona birkaç bakış atardı. Ancak, Bulutların Ötesi Manastırı’ndaki üç keşişin korkunç ölümünü düşündüğünde, üzerinde yalnızca soğuk bir ürperti hissetti ve ona bir bakış daha atmaya cesaret bile edemedi.
Bai Rong gülümsedi, “Neden bu kadar korktunuz ki? Eski bir arkadaşla tekrar karşılaştığınız için mutlu olamaz mısınız? Buraya sadece ikiniz için geldim!”
Shen Qiao göremiyordu, bu yüzden yalnızca ellerini sesin kaynağına doğru birleştirdi. “Bu leydinin neden bizi aradığını öğrenebilir miyim?”
Bari Rong dudak büktü, “‘Bu leydi’ ile ne demek istiyorsun? Kulağa yabancıymışız gibi geliyor. Aile adım Bai, Bai Rong. ‘Şakayık’ için başka bir isim, bu yüzden bana ‘Küçük Şakayık’ da diyebilirsin!”
Konuşurken bedeni hareket etti ve bir anda önlerinde belirdi.
Bai Rong, Shen Qiao’ya büyük bir ilgi duyuyormuş gibi görünüyordu, yüzüne dokunmayı bile denedi.
Tam, parmağı yüzünü okşamak üzereyken, Shen Qiao niyetini fark etmiş gibi göründü ve iki adım geri gitti.
Bai Rong kıkırdadı ve açık açık, “Dün gece, biriniz okurken diğeri her şeyi duydu; bu yüzden ikinizin de içeriğin bir çoğunu hatırlamış olması gerektiğini düşünüyorum. Şimdi onları aklımdan yazacağım, ama doğru hatırlayamadığım bazı yerler var; dolayısıyla, yardımınıza ihtiyacım var. Ödüle gelince… biz bitirdikten sonra, hanginiz ne tercih ederse, güzellik veya servet, ne isterse onu alacak~” dedi.
Son cümleyi uzattı. Cilveli sesinde altta yatan bir baştan çıkarma akımı vardı, her erkeğin kalbini sarsmaya yeterdi.
Chen Gong kulaklarının yandığını hissetti ve kabul etmek üzereydi, fakat aniden omzunda kıskaç benzeri bir tutuşu hissetti. Dağılmış halinden kurtuldu ve bir çıngıraklı davul gibi başını hızlıca sallamaya başladı. “Ama ben okuyamıyorum!”
Shen Qiao da, “Yanlış kişileri arıyorsunuz. O, okuma yazma bilmiyor ve ben körüm. Dün gece tek yaptığım kitabı kelimesi kelimesine okumaktı. Okumayı bitirdikten sonra her şeyi unuttum bile, bu yüzden maalesef yardım edemeyiz.” dedi.
Bai Rong gülümsedi, “Tabii ki hatırlayamıyorsunuz çünkü şu anda çok gergin ve panik halindesiniz. Benimle geldikten sonra düşünmek için zaman ayırabilirsiniz, belki o zaman daha fazla hatırlayabilirsiniz? Benim gibi güzel bir kızı reddetmeye gerçekten yüreğiniz var mı?”
Bitirdikten sonra cevap vermelerini beklemedi, onun yerine, elini onlara doğru tutmak için uzattı. Chen Gong’un kafasında alarmlar çaldı. Vücudu kaçmak istedi, fakat o ince elin kendisine doğru yaklaştığını görünce, tüm gücünü kaybetti ve sadece elin omzunu sürtüşünü izleyebildi. Bacakları yumuşadı ve tüm vücudu yere çöktü, felç oldu.
“Küçük kız savaş kardeş, ruh halin bayağı yerinde. Yine birini mi öldürmeyi planlıyorsun?” Oldukça yakışıklı bir yüz ama yaşlı bir sesle aynı anda ortaya çıktı.
Bir adam duvardan atladı ve yere bir tüy kadar hafif indi. Adam ona gülümserken, Bai Rong’un yüzü biraz solgunlaştı. “Birbirimizi sık görmüyoruz. Küçük kız savaş kardeş beni görmekten mutlu değil mi?”
Bai Rong, Chen Gong ve Shen Qiao’yu kenara koyup gözlerinin önündeki davetsiz misafirle uğraşmaya odaklanmak zorunda kaldı. “Kıdemli savaş kardeş ne hakkında konuşuyor? Az önce tepki veremedim çünkü sürprizden dolayı çok mutluydum. Sizi uzun zamandır görmedim.”
Hou Xijing ona zayıf bir gülümsemeyle baktı. Chen Gong’u geçtikten sonra, bakışları Shen Qiao’nun üzerine indi. İfadesi değişti, ona olan ilgisini belli ediyordu. “Ne güzel bir beyefendi. Küçük kız savaş kardeşi onu yine de öldürecek, neden önce bana onun yüzünü verip sonra öldürmüyorsun?”
Bai Rong, dikkat çekmeden Shen Qiao ve Hua Xijing’in arasına doğru yürüdü. “Kıdemli savaş kardeş kesinlikle şaka yapmayı seviyor, onları öldürmeyi hiç düşünmemiştim. Aklıma gelmişken, kıdemli savaş kardeş neden burada? Eski güzel günler hakkında benimle sohbet etmek için binlerce mil seyahat ettiğinizi söylemeyin bana?”
Huo Xijing cevapladı, “Küçük kız savaş kardeşinin dün gece aşırı derecede şans yakaladığını duydum. Geçiyordum, bu yüzden girip bir göz atmaya karar verdim.”
Bai Rong, “Kıdemli savaş kardeş ne tür bir bilmece hakkında konuşuyor. Anlamadım~” dedi.
Hou Xijing hafif bir kahkaha attı, “Dün gece, Altı Ahenk Birliği, şehrin dışındaki manastırda Vermillion Yang’ın Stratejisi’nin kalan kitabıyla beraber görülmüş ancak kitap, Yan Wushi tarafından imha edilmiş. Sen de oradaymışsın. Duyduğuma göre, kitap yok edilmeden önce, Yan Wushi birinden yüksek sesle okumasını istemiş. Küçük kız savaş kardeşi çok zeki birisi olduğuna göre, çoktan yazmış olup Efendi’ye vermek için hazırlamış olduğuna inanıyorum, haklı mıyım?”
Bai Rong, cilveli bir şekilde yapmacıktan öfkelenen küçük kızlar gibi dilini çıkardı. “Efendi’ye ne kadar saygı duyduğumu göz önünde bulundurursak, böyle bir şey için, elbette, onu doğrudan Efendi’ye teslim etmeli ve onunla ne yapacağına karar vermesine izin vermeliyim. Kıdemli savaş kardeş haberleri duyduktan sonra benim hakkımı çalmak istiyor olamaz, değil mi? Çünkü buna kesinlikle izin vermeyeceğim~”
Huo Xijing, “Kıdemli savaş kardeşinin aslında iyi bir fikri var. Neden senin için saklamama izin vermiyorsun? Efendi’ye birlikte gidip haber verebiliriz. Bu şekilde, onu kaybetmen konusunda endişelenmemize gerek kalmaz.”
Bai Rong güldü, “Kıdemli savaş kardeş, beni salak mı sanıyorsunuz?”
Huo Xijing de güldü, “Kıdemli savaş kardeşine bu kadar güvenmemen kalbimi kırıyor!”
Bu, erkek ve kız savaş kardeşi çifti, gülümseyerek gülüp konuşuyorlardı, fakat gerçek şuydu ki, her kelimelerinin arkasında gizli kılıçlar ve bıçaklar vardı. İkisi de konuşurken diğerinin korumasız zayıf noktalarına baktı.
Bai Rong, bir saniye bile olsa gardını indirmeye cesaret edemedi. Açıkça Shen Qiao’nun Chen Gong ile kaçtığını biliyordu, ancak onlarla ilgilenmek için çok meşguldü. Farkında olmadan onun tuzaklarına düşeceğinden korktuğu için tüm odağını Huo Xijing'a vermek zorunda kaldı.
Huo Xijing kaşlarını kaldırdı, “Gittiler. Küçük kız savaş kardeşi peşlerinden gitmeyecek mi?”
Bai Rong gülümsedi, “Bence, Kıdemli savaş kardeş onlardan daha önemli.”
Konuşma son derece sevgi dolu ve duygusal geliyordu, ancak her ikisi de içlerinde hiç de böyle olmadığını biliyordu.
…
Chen Gong, Shen Qiao’nun onu nasıl kaldırdığını, sürüklediğini ve birlikte kaçmayı başardığını bilmiyordu. Shen Qiao göremiyordu, sopasının yardımıyla bile hareket derken oraya buraya çarpıyordu. Chen Gong’un hiç gücü kalmamıştı ve yalnızca Shen Qiao’nun arkasından yön verebiliyordu. Chen Gong hızlı hızlı solumadan önce, ikisi bir saatten fazla koştu, “D-Dur, daha fazla koşamıyorum…”
Shen Qiao yavaşladı, ama en yakın hana doğru yürürken yüz ifadesi daha az ağırbaşlı hale gelmedi.
Chen Gong aceleyle sordu, “Şehirden ayrılmıyor muyuz? Acele edip gidelim ki o, şeytan kadın bizi yakalayamasın!”
Shen Qiao açıkladı, “İşte burada kalmamız için daha fazla neden. Kesinlikle bizim şehirden ayrılmamızı bekliyorlar. Şehirde çok fazla insan var, bu yüzden bizi bulmaları kolay olmayacak. İlk önce hana bir girelim, yarın şehirden ayrılmak için fırsat buluruz. O adamla bize bir süre dikkatini veremeyecek.”
Hana girdiler ve bir oda istediler. Chen Gong, Shen Qiao’nun epey hızlı yürümesine rağmen tamamen bitkin göründüğünü fark etti. Shen Qiao’nun bedeninin kendisininkinden çok daha zayıf olduğunu ve her biraz fazla yürüdüklerinde Shen Qiao’nun soluklanmak için nasıl normal olarak durması gerektiğini hatırladı. Onun için biraz üzgün hisseden Chen Gong, teklif etti, “Bu gece yerde uyuyacağım, sen yatağı alabilirsin.”
Shen Qiao, normalde yaptığı gibi alçakgönüllülükten teklifi reddetmedi çünkü gerçekten daha fazla dayanamıyordu. Dün gece Yan Wushi’nin vücuduna iç qi’yi döküp gözlerini zorlamasına neden olduğundan beri, tepeden tırnağa zayıf hissediyordu. Bundan önce yalnızca gerginliğine tutunuyordu, ve şimdi rahatlar rahatlamaz, hemen sersemledi ve yığılmak üzereydi.
Chen Gong çok meraklıydı, “Onlar savaş kardeşleri, nasıl oluyor da düşman gibi davranıyorlar? O adam da bir garip. Sesi yaşlı bir adamınki gibi geliyor ama yüzü çok genç!”
‘Bu isim kulağa bayağı etkileyici geliyor,’ diye düşündü.
Shen Qiao açıkladı, “Bir yüz-değiştirme sanatı. Sonsuza kadar genç ve güzel kalmak için başkalarının cildini soyup bir tür gizli sanatlar kullanarak kendisininkiyle kaynaştırıyor. O ikisine gelince, birisiyle bile başa çıkması çok zor olurdu. Eğer birbirleriyle iyi geçinemeselerdi, bugün başarılı bir şekilde kaçamazdık.”
Chen Gong dinlerken kanının donduğunu hissetti ve kendisini bağırmaktan alıkoyamadı, “Böyle şeytanca bir yetenek nasıl olabilir?!”
Shen Qiao daha fazla kendisini uyanık kalmaya zorlayamadı ve kıyafetleriyle yattı. Yana döndü, bedeni hafifçe kıvrıldı ve solgun yüzünde kaşları hafifçe çatıldı ⎻ neredeyse son günlerindeymiş gibi görünüyordu.
Chen Gong, Shen Qiao ile ilk kez seyahat etmeye başladığında, Shen Qiao’nun her an yıkılacağından endişe etmişti, ancak daha sonra Shen Qiao’nun her zaman böyle olduğunu görünce alıştı.
Ansızın bir şey düşündü ve sordu, “Hiçbir şey hatırlamadığını söylememiş miydin? Onun yüz-değiştirme sanatı uyguladığını nereden biliyorsun?”
“Ah, bazen biraz hatırlayabiliyorum.”
Chen Gong’un ağzı seğirdi.
“Hadi uyuyalım. Hala yarın erken kalkmamız gerek.” Shen Qiao açıkça daha fazla konuşmak istemedi. Sırtını Chen Gong’a döndü.
Chen Gong’un onun peşinden uzanmaktan başka çaresi kalmadı.
O gece bir kabus gördü. İçinde; yüzü, soyulmuş ve yaşlı bir adamın buruşuk yüzüyle değiştirilmişti. Aynada kendini bile tanıyamıyordu. Çok korktu ve bir şokla uyandı. Neredeyse öğlen olmuştu ve yatak çoktan boştu.
Shen Qiao gitmişti.
Chen Gong ürktü. Hala sersem bir haldeyken ayağa sıçradı ve yatağa dokundu. Çoktan soğuktu. Tam dışarı çıkıp Shen Qiao’yu arayıp aramamaya karar vermeye çalışırken, Shen Qiao’nun kapıyı açıp içeri girdiğini gördü.
Derin bir oh çekti, “Neredeydin?”
Günlerce beraber seyahat ettikten sonra, Chen Gong hiçbir söylemese de, kalbinin derinliklerinde farkında olmadan Shen Qiao’nun yoldaşı olmasına şimdiden alışmıştı.
Başkalarının gözünde, Shen Qiao kör ve sağlığı da iyi olmadığından, günlük yaşamında Chen Gong’un yardımının gerektirdiği pek çok sıkıntılar var olmalıydı. Ancak gerçekte Chen Gong, Shen Qiao’yu sık sık dinlerdi. Shen Qiao sayesinde birçok yanlış yoldan kaçınmışlardı.
Shen Qiao kapıyı kapadı ve yumuşakça, “Bugün burada ayrılalım.” dedi.
Chen Gong ifadesizleşti, daha sonra ayağa fırladı. “Neden?!”
Shen Qiao açıkladı, “Bai Rong, savaş kardeşiyle uğraşmayı bitirdikten sonra, dönüp bizi arayabilir. Altı Ahenk Birliği’ne gelince, dün gece bizimle seyahat etmeyi teklif ettiklerinde onları uzaklaştırmayı başarsam da, daha sonra pişman olmayacakları kesin değil.”
Bir saniye durdu ve nefes aldı, “Ayrıca, Murong Qing, imparatorluk mahkemesinden bir uzman olmalı. Bizi aramaları için hükümetten insanlar gönderirse, bizi yakalamak onun için bir çocuk oyuncağı olur. Birimizin kör, diğerimizin okuma yazma bilmediği doğru, fakat Vermillion Yang’ın Stratejisi’nin cazibesi basitçe söylemek gerekirse çok büyük. Birçok insanın hayatları boyunca delicesine isteyip ancak elde edemediği bir şeyi duyduk. Orada bulunan diğer kişilere göre, çocuk oyuncağıyız ⎼ herhangi bir dövüş sanatçısı canımızı alabilir.”
Chen Gong kekeledi, “O-o zaman ne yapmalıyız? Duymak istemedik ki. O şey kulağa çok karmaşık geliyor, kimse dinlemek istemez!”
“Bu, bir insanın suçu değil, taşıdığı zenginlik. Dün gece beraber göründük, ve çoktan diğerleri için bir izlenim yarattı. Tek çıkış yolumuz ayrılmak ve kendi yolumuza bakmak.”
Panik anından sonra, Chen Gong bunun gerçekten de tek çıkış yolu olduğunun farkına vardı. Sahiden bir yüzleşmeye karşılaşsalardı, diğer insanlar onları sadece bir yumrukta yere sererlerdi. Bu güçsüzlük duygusu içinde yükseldi ve daha büyük bir umutsuzluk duygusuna bile dönüştü ⎼ Chen Gong, yetersizliği nedeniyle kendisinden nefret etti, fakat yapabileceği hiçbir şey yoktu.
“...Peki o zaman.” İsteksizce kabul ederken Shen Qiao’ya baktı. “Ama sen tek başına iyi olacak mısın?”
Shen Qiao güldü, “Neden olmayayım? O zamanlar biz Funing Bölgesi’ndeyken, kendi başıma ne kadar iyi olabileceğimi gördün.”
Chen Gong kabul etti, ancak ne olursa olsun bunun hakkında mutlu hissedemedi. “Şehirden ayrıldıktan sonra tekrar görüşebilecek miyiz?”
“O zamanki kadere bağlı. Altı Ahenk Birliği’ne mi gideceksin?”
Chen Gong kafasını iki yana salladı. Bu konuda oldukça netti. “Başkan yardımcıları beni çoktan tanıyor. Oraya tekrar gitmek, doğruca bir tuzağa yürümek gibi olur. O aptal kitabı duyduğumu herkes biliyor ve kesinlikle bende bir şeyler deşmeye çalışacaklardır.”
“O zaman nereye gitmeyi planlıyorsun?”
Chen Gong’un cesareti kırılmıştı. “Gittikçe göreceğim. Belki parasız kaldığım bir zaman olur da o zaman bulduğum yere yerleşebilirim. Neyse, insanlar yemek zorunda.”
“Altı Ahenk Birliği büyük bir sekt sonuçta ve bu nedenle yüksek bir kriterleri var. Başarsan bile orada sana iyi davranılmayabilir. Dürüst ve adil ahlaki standartlara sahip küçük bir sekt bulmak daha iyi. Bilgeliğin ve yeteneğinle, yakında yeterince öne çıkacağını düşünüyorum.”
“Her neyse. Daha fazla güneye gitmek istemiyorum. Kuzeye, Ye Şehri’ne doğru gitmek istiyorum. Orasının oldukça refah olduğunu duydum, bu yüzden belki de izimi bırakmam için daha fazla fırsatlar vardır.”
Chen Gong söylerken çok canlı değildi. Toplayacak çok şeyi yoktu ⎻ yanında bohçasını bağlayıp ayrılabileceği sadece iki takım kıyafeti vardı. Ayrılmadan önce, geriye baktı ve Shen Qiao’yu orada sessizce, bambu sopası önünde, otururken gördü. Gözlerinin odağı olmasa da, sanki Chen Gong’un gidişini görüyormuş gibi ona karşı dönüktü.
Chen Gong nedenini söyleyemedi ama burnunun seğirdiğini ve sesinin titrediğini hissetti, “S-sen, kendine iyi bak.”
Shen Qiao başını salladı, “Sen de.”
Onlar; tesadüfen bir araya gelen, birlikte seyahat eden ve bir sebepten dolayı ayrılan ve sonunda kendi yollarına giden iki yabancıydı. Bu daha sıradan olamayacak bir şeydi, ama sadece genç bir çocuk olan Chen Gong, bunu nasıl kabulleneceğini henüz öğrenmişti.
Chen Gong gittikten hemen sonra, Shen Qiao da şehirden ayrılmaya hazırlanmak için kıyafetlerini toplamaya başladı. Güney kapısından ayrılacaktı böylece Chen Gong ile karşılaşmayacaktı. Ayrılığın hedeflerin dağıtacağı doğruydu, ancak bunun için başka bir nedeni daha vardı.
…
Chen Gong şehirden ayrılırken tüm yol boyunca alarmda ve gergindi. Ancak kimsenin peşinden gelmediğini ya da onu durdurmaya çalışmadığını gördükten sonra sonunda rahatladı.
Huai Eyaleti, Zhou Hanedanlığından uzakta değildi. Seyahat eden tüccarlar buradan sıkça geçerdi ve şehir kapılarının dışında bile gündüzleri mal taşıyan ve satan insanlar vardı. Orada burada müşteriler için olan çığlıklar duyulabiliyordu, oldukça canlı bir sahne ortaya çıkıyordu. Chen Gong o güçlü insanlardan kaçmaya odaklandığından yakından bakmaya vakti yoktu. Artık refah pazarın içinde olduğu için, hareketli sahneleri seven genç bir çocuğun zihniyeti yeniden su yüzüne çıktı.
Ancak, etrafa bakmak için fazla zaman harcamaya cesaret edemedi. Etrafta üstünkörü bir yürüyüş yaptıktan sonra, yolda yemek için iki taze pişmiş sıcak buğulama krep aldı ve resmi yol boyunca kuzeye doğru yol aldı.
Pazardan yaklaşık yüz adım attıktan sonra, arkasından atların çığlık ve feryatlarla karışık kaçış tufanının seslerini duydu. Chen Gong hızla arkasını döndü ve ellerinde yaylarla dörtnala koşturan büyük bir erkek topluluğunun takip ettiği birkaç kişinin şehirden kendisine doğru süratle koştuğunu gördü.
Ne olduğunu anlamadı ve olduğu yerde bir an hareket etmeden durdu, ancak yaklaşan ve hatta arkasından ateş etmek için yaylarını hazırlayan insanların görüntüsü onu delicesine korkuttu. Kafası halen bulanık olmasına rağmen, onlarla birlikte refleks olarak koşmaya başladı, böyle bir sahnenin neden birden bire ortaya çıktığını anlayamıyordu.
Sadece o değil, şehir kapısının etrafındaki tüm halk kargaşa halindeydi, her yöne kaçarken durmadan bağırıyorlardı.
Chen Gong kafasını çevirmeye cesaret edemedi. Kafasında şansının gerçekten daha kötü olmayacağını düşünürken olabildiğince hızlı ileriye doğru koştu. Nereye giderse gitsin olaylar olmaya devam ediyordu.
Bir süre koştuktan sonra, Chen Gong, aniden kulağını vızıldayarak geçip önündeki çalılıkta kaybolan havada delici bir okun sesini duydu.
Bacakları yumuşadı ve neredeyse öne doğru düşecekti.
Arkasında çığlık atan ve yere düşen insanların sesi duyulabiliyordu. Atları süren insanların kahkahaları uzaktan geldi, kendilerinden oldukça memnunlarmış gibi kulağa geliyordu.
Birisi övdü, “Kumandan Prens’in [2] okçuluk yetenekleri harika! Prens’in yüz adım mesafedeki bir hedefi vurup asla kaçırmayacağını söyleyebilirim!”
Kahkahalar aniden durdu. Kişi sesini yükseltti, “Kimse öndeki en hızlıya dokunmaya izni yok. Onu ben vuracağım!”
Chen Gong’dan hızlı koşan kimdi? Kimse!
Bir anda neler olduğunu anladı!
Yüksek memurların ve asil lordların çoğu avlanmaya düşkündü, fakat bazıları son derece sapkındı. Hayvan avlamaktan hoşlanmıyorlardı ama yaşayan insanları avlamaya özel bir ilgileri vardı. Esirleri ve köleleri serbest bırakıp olabildiğince hızlı koşmalarını emrediyorlardı, sonra onları oklarıyla vurup avlarının ölüp ölmeyeceğini umursamıyorlardı. Buna, insan-avı deniyordu.
Chen Gong bunu daha Funing Bölgesi’nden ayrıldıktan sonra duymuştu. O zaman, bunun nadir olduğunu düşündü ve diğerleriyle dinlerken dilini şaklattı. Şimdi, hikaye gerçekleşip onun başına geldiğine göre, hiç de ilginç değildi!
Neler olduğunu anladıktan sonra; kalbi, davul sesinden daha hızlı atıyordu ve göğsünden çıkmak üzereydi.
Chen Gong aniden durdu, arkasını döndü ve yüksek sesle yalvarırken yere kapandı, “Lütfen hayatımı bağışlayın, Ekselansları! Lütfen hayatımı bağışlayın! Ben bir oyun değilim! Ben, bir esir ve ya köle bile değilim! Ben iyi durumda bir kişiyim!”
“Ne olmuş yani? İstersem seni öldürebilirim!” Lider, gelişigüzel bir şekilde güldü, fakat Chen Gong’un yüzünü gördükten sonra, bir şaşırma sesi çıkardı. “Kaldır kafanı, göreyim.”
Chen Gong, kafasını kaldırmak için cesaretini topladı; yüzü, dehşet ve korku ile doluydu.
Fakat, Mu Tipo onu eğlenceli buldu. “Teni biraz koyu, ama yine de güzel. Uzuvları da esnek görünüyor. Hayatını bağışlarsam, bana neyle ödeyeceksin?”
Chen Gong şaşırdı. “Ekselanslarının emrinde mutlulukla her şeyi yaparım…”
Mu Tipo hafifçe güldü, “Peki o zaman. Biri onu alsın ve temizlesin!”
Chen Gong küçük yaşta evden ayrılmıştı ve toplum hakkında hiçbir şeyi anlamıyor değildi. Kenarda herkesin ona garip bir ifadeyle baktığını görünce, kişinin az önce söylediği sözlerle, aniden bu kişinin onu bir erkek-oyuncağı [3] olarak beğenerek aldığını fark etti!
Qi ülkesinde, özellikle üst sınıf asillerin arasında, bir erkek-oyuncak nadir bir şey değildi. Birkaç nesiller boyu, Qi’nin imparatorları iki cinsiyetten de hoşlanmıştı. Astların, üstlerini örnek olarak takip etme eğilimleri olduğundan eşcinsellik, aşağı seviyelerde de büyük ölçüde uygulanıyordu. (ÇN: Buraya bir açıklık getirmek istiyorum. Burada uygulanan eşcinsellikten kasıt, eşcinsel ‘dual cultivate’in yaygın olması; cinsel yönelim değildir. İngilizce böyle çevrildiği için başka seçeneğim yoktu. Ofansif gelebilir kulağa kusura bakmayın.)
Chen Gong, imparatorun favori memurları arasında en ünlü olanla tanıştığının farkında değildi, ancak bu, ne olduğunu fark ettikten sonra onun düşüncelerinden korkmasını engellemedi. Secde ederken bağırdı, “Lütfen hayatımı bağışlayın, Ekselansları! Ben, Ben iyi görünmüyorum. Sizinle gitmek istemiyorum!”
Mu Tipo’nun yüzü karardı.
Chen Gong’un kalbi güm güm atıyordu.
Shen Qiao’dan birkaç yumruk ve tekme hareketi öğrendi ama, diğer kişinin yanında bir grup insan vardı, her birinin parlayan gözleri ve yanlarında silah getirmişlerdi. Birkaç dövüş sanatları numarası onlara karşı kesinlikle faydasızdı. Asilzadenin yanına yaklaşamadan bile, kalbi binlerce okla çoktan delinmiş olurdu.
Chen Gong, bir zamanlar hiçbir şeyden korkmadığını düşünürdü, ancak şu anda, ne kadar naif ve masum olduğunu sonunda fark etti. Daha önce korkmamıştı çünkü böyle durumlarla başa çıkabiliyordu ve şimdi korkuyordu çünkü, gücendirmeye kesinlikle gücün yetmeyeceğini bilmesi için önündeki bu asillerin kim olduğunu anlamasına gerek bile yoktu.
Kenardaki hizmetçi tekrar gülmeye başladı, “Kumandan Prens, onun kadar bilinçsiz kimseyi görmedim!”
Başka biri tekrar etti, “Doğru. Çok da güzel değil. Prens’in onunla ilgilenmesi onun şansıydı. Reddetmeye nasıl cüret edebilir! Onu burada vurmak en iyisi!”
Mu Tipo’nun gözleri kısıldı. Yavaşça elindeki yayı kaldırdı.
“Ekselansları! Lütfen bu alçak kişinin size açıklamasına izin verin!”
Chen Gong’un başı bir vızıltıyla karardı. Söyleyivermeden önce düşünmeye vakti yoktu, “Bu alçak kişi iyi görünüme sahip değil ve bu yüzden Ekselansınız tarafından iyi muamele görmeye layık değil, ancak bu alçak kişi tanıyor, birini tanıyor! Benden çok daha güzel… Hayır! Getirdiğiniz tüm bu insanlardan bile daha güzel!”
Mu Tipo’yu takip eden insanların hepsi iyi görünümlü erkeklerdi. Chen Gong’un sözlerini duyduktan sonra, hepsi Chen Gong'un dünya hakkında ne kadar az şey bildiğini alay ederek kahkahalara boğuldu.
“Bak ne kadar köylü görünüyor, yine de bizden daha güzel birini gördüğünü söylüyor!”
Mu Tipo hiçbir şey söylemedi. Eli, beyaz tüylerle süslenmiş bir ok çıkardı ve yayı çekip vurmak üzere gibi görünüyordu.
Chen Gong, soğuk terlerle kaplanmıştı. Bir ölüm kalım krizinde, bağırmadan önce başka bir şey düşünemedi, “O kişi şu an şehirde. Az önce ayrıldık. Eğer Ekselansları bana inanmıyorsa, sizi oraya götürebilirim. İyi bir görünüşü var, sadece gözleri pek iyi değil. Ben-ben sadece kör olduğu için Ekselanslarının ondan hoşlanmayacağından korkuyorum!”
‘Kör’ kelimesini duyunca, Mu Tipo sonunda biraz ilgilendi. “Bununla beraber, daha önce hiç biriyle oynamadım. Sanırım onu yatağa bağladığında gözlerini bağlamaya gerek yok kalmıyor?”
Hafif sesi, bir sürü kirli kahkaha patlattı.
Chen Gong sonunda bu memurların kesinlikle hiçbir ahlaki prensibinin olmadığına tanık olmuştu. Fakat sözleri çoktan söylenmişti ve onlardan pişman olması için çok geçti. Kendi kendine Shen Qiao’nun becerisinin kendisininkinden daha iyi olduğunu, belki de bu insanlarla savaşabileceğini söyledi. Ya da belki de oraya vardıkları zaman, Shen Qiao çoktan gitmiş olurdu.
Hareket etmeden boş boş orada otururken her türlü düşünce akıl almaz bir karmaşa içinde kafasında parladı. Bir hizmetçi atının üstündeyken Chen Gong’a yaklaştı, çenesini kaldırarak emretti, “Çabuk ol bizi oraya götür!”
Chen Gong dişlerini sıktı, “Ekselansları. Aslında… aslında o kişinin sağlığı iyi değil. Güzel olsa da, korkarım hayal kırıklığına uğrayacaksınız…”
Mu Tipo alay etti, “Hasta görünmesi… bu daha iyi. Onunla oynaması bambaşka bir his olacak. Oynarken ölse bile, bu kendi sorunu olur ve kimse bunun için beni suçlayamaz! Bize yolu göstermek istemesen de sorun değil. Neden onun yerine seni koymayalım? Vücudun güçlü, bu yüzden muhtemelen, seninle kim oynarsa bir sorun olmaz. Kıyafetlerini çıkarıp av köpeklerimle beraber oynamaya ne dersin? Şu anda yanıyor olmalılar ve onlara eşleşecek bir şey bulamadığım için endişelenmiştim!”
Chen Gong’un gözleri büyüdü. Bu dünyada bu kadar acımasız ve vahşi insanların olduğunu asla hayal edemezdi. Mu Tipo’nun açıklamasından dolayı tepeden tırnağa titriyordu ve artık direnmek için dayanamıyordu.
‘Beni suçlama, Shen Qiao. Başka seçeneğim yok.’ Kendi kendine düşündü.
…
Chen Gong büyük birliği şehre götürdü ve kaldıkları hana getirdi. Gitmesinden bu yana sadece yarım gün geçmişti.
Hancı hala onu hatırlıyordu. Arkasında bütün bir toplulukla döndüğünü görünce, hancı ona aşağılık bir şekilde davranmaya cesaret edemedi. Hemen onu karşılamaya geldi, “Oda ister…”
Chen Gong arkasını dönüp Mu Tipo’ya bakmaktan kendini alamadı. Diğer kişi, hanın basit iç görünümden kaşlarını çatarak burnunu kapattı. Girmeye isteksizdi, bu yüzden sadece birkaç astlarından Chen Gong ile araştırması için girmelerini emretti.
“Benimle birlikte kayıt yaptıran kişi hala burada mı?” Chen Gong eliyle bir hareket yaptı. “Gözleri kötü ve elinde bir bambu sopa taşıyor.”
Hancı hemen cevap verdi, “Evet, evet. Hala odasında. Henüz aşağı inmedi.”
Chen Gong’un kalbi neşeyle attı, ancak içinde bir suçluluk duygusu yükseldi. Ancak, bu suçluluk duygusu birisi onu bölmeden önce çok sürmedi.
Mu Tipo ile gelen ast kaşlarını çattı ve Chen Gong’a bağırdı, “Neyi bekliyorsun? Çabuk ol bizi yukarı çıkar!”
Astın yüzünde makyaj vardı. Tavrı biraz doğal olmayan bir şekilde etkili ve çiçeksiydi. Chen Gong, ona ikinci bir bakışı atmak istemedi. Ancak, sözlerine itaat edememezlik yapamazdı, bu yüzden, Shen Qiao’nun çoktan gitmiş olduğunu ve yine de orada olduğunu umarak, onu yukarı çıkarmaktan başka seçeneği yoktu.
Chen Gong onu yukarı çıkardı ve kapıyı çaldı.
Üçüncü tıklamada, içeriden cevap veren tanıdık bir sesi duydu. “Kim o?”
Chen Gong o anda kalbindeki hissi tarif edemeyecek haldeydi. Cevap vermeden önce sert bir şekilde yuttu, “Benim.”
“Chen Gong? Neden geri döndün? İçeri gir.” Shen Qiao biraz şaşırmıştı, fakat sesi her zamanki gibi nazikti.
Chen Gong’un duyguları son derece karmaşık bir hal aldı, içinde bir anda suçluluk duygusu oluştu.
“Neden içeri girmiyorsun?” Mu Tipo’nun astı sabırsızlandı ve onu sertçe itti.
Chen Gong ileri doğru sendeledi ve kapıyı açmak için itti.
Shen Qiao cam kenarında oturuyordu, yüzü dışarıdaki manzarayı değerlendiriyormuş gibi hafifçe dışarı doğru dönüktü .Ancak Chen Gong, o geceden sonra görüşünü tamamen kaybettiğini biliyordu.
“Ha. Demek bahsettiğin güzellik bu? O kadar da…”
Ast, cümlesinin ortasında durdu ve Shen Qiao yüzünü döndüğünde nasıl devam edeceğini bilemedi.
Mu Tipo, alt katta beklemekten sabırsızlandığı için tek başına yukarı çıkarken gözleri parladı.
Fakir bir aileden geliyordu, fakat annesi güç kazanıp ardından imparatorla takılmaya başladıktan sonra aşırı savurgan bir hayat sürmeye başladı. Bu nedenle insanların kıyafetlerine son derece dikkat ediyordu ve giyinme şekli yeterince muhteşem olmayan kimseye aldırış etmiyordu.
Shen Qiao’nun kıyafetleri iyi malzemeden yapılmış değildi ve saçları sadece basitçe yukarıdan topluydu. Yeşim saç tokası bile yoktu. Yalnızca kıyafetleriyle aynı gök mavisi renge sahip bir bez parçasına sarılıydı.
Shen Qiao ona ifadesizce 'bakarken' bile ağzının kuruduğunu hissetti. Yürüyüp onu aşağı bastırma ve kıyafetlerini parçalayıp iradesini ihlal etme isteğini zar zor tutabiliyordu.
“Chen Gong, yanında kimleri getirdin?”
Bihaber olan sesini duyduktan sonra, Mu Tipo daha da heyecanlandığını hissetti.
Bu kişi kaşlarını çatarak ağlarken zevkin tadı ne olurdu? Hayal dahi edemiyordu.
Mu Tipo detaylıca bile düşündü, ilk önce bu kişiyle oynamaktan bıkana kadar Huai Eyaleti’nde tutacak, sonra Qi’nin imparatoru Gao Wei’ye verecekti. Tıpkı onun gibi, Gao Wei de farklı şeylerle oynamaktan hoşlanırdı. Böyle kör bir güzelliği gönderebilseydi, imparator kesinlikle memnun olurdu.
“Adın ne?” Shen Qiao’ya sordu.
Shen Qiao hafifçe kaşlarını çattı, fakat cevap vermek yerine, sadece tekrarladı, “Chen Gong?”
————————— Çevirmen: arythsea Çevirmen Notları: [1] ⎼ Solar Planı: Kelimenin tam anlamıyla gökyüzünü çalıp sahte bir güneş koymak veya devasa bir sahtekarlık/planı koymak anlamına gelir. [2] ⎼ Komutan Prens: Normalde soyluların gerçek veya sözde şefini belirten adın önüne konan bir yüksek asalet unvanı. Normalde İmparatorluk Prenslerinin oğullarına verilir, ancak bu durumda Mu Tipo İmparator tarafından çok beğenildiği için. (Mu Tipo’nun tam adı Chengyang Komutan Prensi veya Chengyang’ın Komutan Prensi idi) [3] ⎼ Erkek-oyuncak: Zengin ve güçlü olanlar tarafından tutulan ve cinsel nesne olarak kullanılan erkekler, genellikle genç erkekler.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.