Yukarı Çık




4   Önceki Bölüm 

           
Hayat Tarzında Köklü Değişiklik

Madem kitap yok...
O zaman ben de kendi kitabımı kendim yaparım!

Bu düşünceye vardığım anda, içimde bir umut ışığı yandı.
Hatta bayağı neşelendim.
Ama...
Ne yazık ki, evimizde kağıt yoktu.
Zaten kitap ararken her yeri didik didik etmiş ve bu gerçekle yüzleşmiştim.
Yani... kitap yapacaksam önce kağıt bulmalıydım.

Ama nerede satılır ki bu dünyada kağıt?
Burada ne market var, ne kırtasiye, ne de Japonya’daki gibi tek tıkla her şeyi bulabileceğin o konforlu dükkanlar...

Hani belki… sadece boş kağıt satan bir yer vardır?
Sonuçta o yaşlı amca her kitabın elle kopyalandığını söylemişti.
O halde belki içinde boş sayfalar olan defter tarzı şeyler vardır?

Eğer Japonya’da olsaydım; dosya kağıtlarını ciltler, defterlere yazılar yazar, fotokopi kağıtlarını zımbalayıp mini kitaplar oluştururdum.
Ama burası öyle bir yer değil.
Evde tek bir sayfa bile yoktu.
Bu yüzden, kitap yapmaya başlamadan önce bile kağıt arayışına çıkmam gerekiyordu.

Bu düşünceler kafamda dönerken, annemle birlikte pazardan eve döndük.
Tam o sırada Tuuli de ormandan dönmüştü.

Meğer odun, mantar, kuruyemiş ve etleri baharatlamak için bazı otlar toplamış.

“Hey, Tuuli! Neler buldun? Hadi, hadi, göster bakalım!”
Tuuli’nin taşıdığı sepetin içine kafamı sokar sokmaz, aradığım şeylerden birini gördüm!

Evde daha önce bulduğum, avokadoya benzeyen meyvelerden birkaç tane toplamış.
Annem bunları ezip yağını çıkarıyordu.
Yani emindim — bunlardan meyve yağı elde edilebiliyordu!

“Vaaaooov! Bunlardan birini alabilir miyim?”

Tuuli biraz düşündü, sonra başını salladı:
“Bir meryl mi istiyorsun? Olur, birkaç tane alabilirsin.”

“Çooook teşekkür ederiiim, Tuuli!”
Hemen bir tanesini aldım, yanağıma sürüp sevimli sevimli sürtündüm.
Sonra doğru depo odasına gittim. Hedefim: çekiç!

“Şampuan yapacağım ben! Şimdi göreceksiniz!”

Aşırı heyecanlı bir şekilde çekici kaldırdım ve…

BAM!

Meryl yere indiği anda, içindeki tüm o meyvemsi sıvı…
Fıııııışşşş!
Hem beni, hem de merakla peşimden gelen Tuuli’yi baştan aşağı sırılsıklam etti.

“...Hey, Myne. Neden böyle bir şey yaptın?”
Tuuli yüzüne sıçrayan meyve suyunu bile silmeden, parlak bir gülümsemeyle ama buz gibi gözlerle bana baktı.

Ürperdim. Korkudan vücudum bir anlığına titredi.
Tuuli… cidden çok sinirli.

“Ş-Şey, Tuuli... Yani... şey... Yağ istiyordum, o yüzden...?”

“Ama meyve yağı öyle çıkarılmaz ki! Ne yapıyorsun sen!?”

Offf... Yani... ne yapayım, düzgün bir yöntem bilmiyorum ki!
Hatırladığım Myne, Tuuli bir şey öğretmeye çalıştığında hep kafasını çevirirmiş.
Söylediklerini öyle çarpıtarak dinlermiş ki hiçbir şey anlaşılmaz hale gelirmiş.
Güçlü, sağlıklı ve her şeyi yapabilen Tuuli’ye karşı içinde sürekli bir “adaletsizliğe uğramışlık” hissi varmış.
Yani dürüst olayım, Myne’ın bu tarafı pek hoşuma gitmedi.
Çünkü Tuuli, gerçekten tatlı bir abla.
Sinirlense bile başkalarının hatasını açıklayıp, doğrusunu gösteren birisi.

Ben parçalanmış merylleri temizlemeye başlamıştım ki annem kuyudan döndü.
Duvardaki meyve izlerini görünce yüzü bir anda kıpkırmızı kesildi.
Yerler ne kadar kirli olursa olsun ses etmez ama… duvarlara çok kafayı takıyor galiba?

Sonradan öğrendim ki, burada kir ve is umursanmazmış, ama meyve suyu tahta duvarlara işleyip zarar verirmiş.
Yani mesele temizlik değil, duvarın ömrü.

Temizliği bitirince, gözüm sırasıyla meryl, annem ve Tuuli’ye kaydı.
Bir an önce yağa ihtiyacım vardı ama hangisinden yardım istesem bilemedim.
Az sinirli olanı seç. Bu hayatta bazen stratejik davranmak gerekir.

Sessizce Tuuli’ye fısıldadım:
“Tuuli, Tuuli... Meyveden nasıl yağ çıkarılıyor? Bana öğretir misin?”

Tuuli derin bir iç çekip doğrudan anneme döndü.
“Anne, Myne’a öğretebilir miyim?”

“Haaah. Öğretmezsen kim bilir ne haltlar yiyecek yine... Öğret hadi,”
dedi annem, depo odasını işaret ederek.

Yani... bana kimse öğretmedi ki zaten!
Eğer Myne’ın hatıraları daha net olsaydı, ben de bu kadar hata yapmazdım.

Tuuli’yle birlikte depo odasına geçtik. Orada yağ çıkarmak için gereken aletler vardı.

“Bak, meyve suyu ve yağı masaya bulaşırsa tahtaya işler. O yüzden önce bu metal sehpayı koyacaksın. Üzerine bez ser. Sonra meyveyi beze sar. Aksi halde her yere sıçrar. Zaten meryl’in çoğu yenir, biz yağı genelde çekirdeğinden çıkarırız. Onu çıkardıktan sonra nasıl yapıldığını gösteririm.”

“Sebebini biliyorum ama ne kadar çekirdek gerektiğini bilmiyorum. O kadar bekleyemem.
Ben meyvenin tamamını kullanarak yağ çıkaracağım.”

Dedim ve talimatlara uygun şekilde meyveyi beze sarıp çekicin altına koydum.
Çekiç o kadar ağırdı ki kaldırmak zor oldu ama… yavaş yavaş meyve dağılmaya başladı.
Vay... acaba ben... harika biri miyim?

“Böyle mi yapılıyor? Eheheh~”
Bezi iki elimle sıkmaya başladım.
Kumaşta karanlık bir leke oluştu ama...
Sadece bir damla yağ damladı.
Hepsi bu.
Hiç yeterli değildi.

“Myne, böyle olmaz. İsabetin kötü, yeterince sert vurmuyorsun, duruşun da berbat. Meyveyi ezmişsin ama çekirdek hâlâ sapasağlam.”

“Aaahhh... Tuuliiiii...”
Elimden geleni yaptım ama yetmedi işte...
Yardım isteyen gözlerle Tuuli’ye baktım. O da derin bir iç çekip çekici benden aldı.

Sıkıca kavradı, havaya kaldırdı ve...

BAM! BAM!

Her vuruşla meyve de çekirdek de parçalanıyordu.
Benden çok daha etkiliydi.
“Baba, sıkma taşlarıyla bolca yağ çıkarabiliyor ama onlar bize fazla ağır. O yüzden biz böyle parça parça yapıyoruz.”

O sırada Tuuli’nin karizması tavan yaptı.

“Çekirdek iyice kırıldıktan sonra böyle sıkarsın ve...”
Benim sıktığımda sadece bez ıslanmıştı ama Tuuli sıkınca, yağ düzenli şekilde küçük kaseye damlıyordu.

“Vaaaaay! Tuuli, sen harikasın! Teşekkür ederim!”

“Bitirince temizlemeyi unutma, Myne. Haydi, toparla.”

Yani... neyi tam olarak temizleyeceğim?
Biraz afalladığımı gören Tuuli başını sallayıp nasıl yapılacağını gösterdi.
Gerçekten... insanlara bakmayı seviyor bu kız.

Aletleri yerine koyarken içimden düşündüm:
“Ne kadar tatlı biri...”

İşimiz bitince kaseye göz gezdirdim.
Yoğun, beyazımsı bir yağ...
Derin bir nefes aldım.
Koku ne kadar yoğunsa, şampuan o kadar güzel olur.

“Hey, Tuuli. Biraz da bitki alabilir miyim? En güzel kokan ne varsa...”
“Birazcık alabilirsin, tamam mı?”

“Tamam!”
Tuuli izin verince, sepetten otları tek tek çıkarıp kokladım,
en güzel kokanları seçip parmaklarımın arasında ezdim ve yağın üzerine serptim.

Koku geçti mi... bir tutam tuz ekle!

Tam eski annemle “doğal yaşam” takıntısına girdiğimizde yaptığımız şampuanın tarifine benziyordu bu!

“Anne, biraz sıcak su alabilir miyim?”
Banyo için kullanılan su geçirmez örtüyü yere serdim, yağı koydum.
Sonra da annemin yemek için kaynattığı sudan bir kova getirmesini istedim.
Her gün o sudan istemeye alıştığımdan, annem sessizce kovayı doldurdu.

Her şey hazırdı.
Ama... ellerimi uzatıp saçımı yıkamaya başlayacakken durdum.
Şampuanı sürdükten sonra durulamak için ikinci bir kovam yoktu.
Bu nasıl olacak şimdi?
“Tamam!”
Tuuli izin verince, sepetten otları tek tek çıkarıp kokladım,
en güzel kokanları seçip parmaklarımın arasında ezdim ve yağın üzerine serptim.

Koku geçti mi... bir tutam tuz ekle!

Tam eski annemle “doğal yaşam” takıntısına girdiğimizde yaptığımız şampuanın tarifine benziyordu bu!

“Anne, biraz sıcak su alabilir miyim?”
Banyo için kullanılan su geçirmez örtüyü yere serdim, yağı koydum.
Sonra da annemin yemek için kaynattığı sudan bir kova getirmesini istedim.
Her gün o sudan istemeye alıştığımdan, annem sessizce kovayı doldurdu.

Her şey hazırdı.
Ama... ellerimi uzatıp saçımı yıkamaya başlayacakken durdum.
Şampuanı sürdükten sonra durulamak için ikinci bir kovam yoktu.
Bu nasıl olacak şimdi?
“Mmm… Şimdilik biraz sulandırmayı deneyeyim bari.”
Yapabileceğim tek şey, şampuanı sulandırmak ve böylece birazı saçımda kalsa bile sorun olmamasını sağlamaktı.
Elimdeki sahte-şampuanı rastgele kovaya boşalttım ve karıştırmaya başladım.

“Myne?! Ne yapıyorsun sen?!”

“Ha? Saçımı yıkıyorum?”

Tuuli’nin yüzü tam bir şaşkınlık ifadesiydi.
Buraya geldiğimden beri hiç kimsenin saçını şampuanladığını görmediğime göre, bu dünyada şampuan diye bir şey yoktu herhalde.
Ne dersem diyeyim anlamayacaktı. O zaman en iyisi göstererek anlatmak.

Tokamı çıkardım, saçlarımı kovaya daldırdım ve temizlemeye başladım.
Saçımı suyun içinde ovuşturuyor, köklere kadar ulaşsın diye kafama tekrar tekrar su döküyordum.

Sonra başımı yavaşça masaj yapar gibi ovalamaya başladım.
Ellerim güçsüz, kollarım kısa olduğundan zorlansam da, tatmin olana kadar hareketleri tekrar ettim.
Ardından saçımı sıktım, üstünkörü havlu niyetine kullandığım ince bir bezle kurulandım.

Şampuanı olabildiğince çıkarmak için başımı birkaç kez sildim. Sonra tarakla saçımı taradım.
Öncesinde neredeyse simsiyah olmuş saçlarım, artık orijinal koyu mavi rengine dönmeye başlamıştı.

Vay canına… Şu hale bak!
Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirip kokladım.
Hafif yasemin gibi kokuyordu.
Ter ve çamurla karışık beden kokusuyla geçen günlerin ardından, farklı bir koku hissetmek bile mutlu ediciydi.
Görev tamamlandı.

“Ne? Ha? Myne, saçların şimdi capcanlı ve koyu mavi olmuş! Gece gökyüzü gibi… Gözlerin de aylar gibi parlıyor!”

Hmm… O zaman gözlerim sarı ya da altın rengi demek.
Artık gözlerimin rengini öğrenince, Tuuli’nin mavi gözlerine baktım ve kısa süreliğine kalıtım hakkında düşündüm.
Ama sonra bu konuda kafa yormanın boşa olacağına karar verdim.

“Myne, bu ne böyle?”

“Mmm, (basit, her şeyi bir arada yapan bir şampuan). Denemek ister misin? İkimize de yeter.”
Tuuli’nin meraklı bakışlarını görünce kovayı ona doğru uzattım.
Zaten aynı yatakta yatıyoruz, ikimizin de temiz olması daha iyi olurdu.
Ayrıca, bu güzel yüzünün o kadar kirin altına saklanması yazıktı.
Tuuli’nin temizlenmesini istiyordum. Belki bu şampuan işi hoşuna giderse birlikte daha fazla yapardık.

“Meryl’leri ve bitkileri sen topladın, Tuuli. O yüzden kafana takma.
Yağı da sen çıkarmıştın.”

Tuuli, sözlerimle neşeyle gülümsedi ve saç örgüsünü çözmeye başladı.
Belli ki beni baştan sona izlemişti, çünkü hemen saçlarını kovaya daldırdı ve aynen benim gibi yıkamaya başladı.

...Aaah, bir yeri atladı.
Elimi kovaya soktum, sıcak sudan biraz alıp kafasının ulaşamadığı yerine döktüm.
Temizlen, temizlen, tertemiiiz ol.

“Tuuli, bence bu kadar yeter.”
Ona bezi verdim, başını defalarca sildikten sonra saçlarını taradı.
Yeşil saçları ipeksi olmuştu.
Doğal dalgalarla süzülen saçları ışıkta parıldıyor, adeta başında melek halkası gibi görünüyordu.
Yani, güzelliği bir anda 2 katına çıkmıştı.

“Vay be, saçların harika oldu. Çok da güzel kokuyorsun.”
Mhm. Tatlı kızlar temiz olmayı hak eder.

Ben memnuniyetle başımı sallarken Tuuli saçlarını taramaya devam etti.
Her gün onun saçını yıkayacak kadar malzememiz yoktu belki ama, ara sıra saçını yıkamak benim görevim olabilir artık.

İkimiz de işimizi bitirmiştik, ben de etrafı toparlamaya başlamıştım ki annem hızla gelip,
“Dur bakalım!” dedi ve şampuanı kullanmaya başladı!

Bu gidişle annemle Tuuli, meryl kullanarak şampuan yapmama hiç ses etmez artık.
Amacım ailemi tertemiz yapmak.

Kafam kaşınmadığı için mutlu bir şekilde uykuya daldım.

Buraya geldiğimden beri, her sabah gözümü açtığımda ilk gördüğüm şey bir örümcek ağıydı.
Kendimi temizledim. Sırada çevrem vardı.
Ama temizlik konusunda ne kadar hevesli olsam da, odamı tek başıma temizlemek çok zordu.
Zayıf bedenimle ancak kendi yatağımı toparlayabiliyordum.

Babam o gün evdeydi, tatildi.
“Baba, battaniye kuruyunca cam kenarına asalım mı?”

“Olur, kuruturuz.”

“Şey… sonra da o örümcek ağını temizleyebilir misin?”

“Örümcek ağı mı? Ne olmuş ona?”
Bu adam… örümcek ağlarını kir bile saymıyor ki!

Bir süre düşündüm, sonra paçasına hafifçe tutundum:
“Ş-şey… korkuyorum.”
Yalan değil.
Eğer bir sabah o örümcek yüzümün üstünde sallanıyor olsaydı…
Çığlığım “küçük çaplı bir Vast Glub felaketi” diye anılırdı.
Sadece düşünmek bile tüylerimi diken diken etti.
O ağ gitmeli.

“Sen örümceklerden mi korkuyorsun Myne? Tamam. Baba halleder.”

“Yaay! Teşekkürler baba! Etrafını da temizlersen daha da mutlu olurum~”

“Tamam tamam. Sen sadece örümceklerin gitmesini istiyorsun, değil mi? Hallederim.”

Tavan meselesi çözüldü.
Babamın fırçayı tavan boyunca gezdirip ağı temizlemesi, benim asla ulaşamayacağım o hedefi ortadan kaldırdı.
Şimdi geriye sadece yapabildiklerim kalmıştı.
Adım adım, parça parça.

“Anne, süpürge nerede?”

“Burada. Niye? Bir şey mi döktün?”

“Odamızı temizlemek istiyorum.”

“Tamam, istiyorsan temizle.”

Süpürgeyi sımsıkı kavradım ve yatak odasının zemininde süpürmeye başladım.
Tozlar havaya kalktı.
Ayakkabıyla içeri girilmeyen bir kültürde büyümüş biri olarak, zemindeki pisliği görmek gerçekten şok ediciydi.

Ne olursa olsun, temiz bir odada uyumak istiyorum.
Süpürgeyi ileri geri sürükledim, bütün tozları bir yığın haline getirdim.
Evde zaten eşya pek olmadığından süpürmek zor değildi.

Ngh…
Azıcık temizlik bile başımı döndürdü.
Bir kenara çöküp ara verdim.
Bu gidişle, ne zaman temiz bir evde yaşayabileceğim meçhuldü.

“Aman Myne. Yatak odasını süpürüp mutfağa toz taşıyacaksan, niye uğraşıyorsun? Tozları dışarı süpürmen lazım… Myne, senin rengin sapsarı olmuş.”

Annem mutfağa taşıdığım toz yığınını görünce başını içeri uzattı ve iç geçirdi.
Beni tekrar yatağa yatırdı, camdan aldığı battaniyeyi üzerime örttü.

“İsteğini anlıyorum ama önce dinlen. Zaten yine kirlenecek… Şimdi temizlemenin anlamı ne?”

Anne…
İşte tam da bu yüzden şimdi temizlemem gerek. Kir birikmeden önce.
Ama vücudum yine bana ihanet etti.
Her gün azar azar... gücümün yettiği kadar.

Yatakta yan döndüm.
Yüzüme dökülen saçlarıma dokundum.

Tamam… Saçım artık temiz.
Şimdi sıra: kâğıt bulmakta.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


4   Önceki Bölüm