Yukarı Çık




121   Önceki Bölüm 

           
Çeviri: Animeci_Reyiz

Bölüm 12: Cariye Lishu’nun İmtihanları

Jinshi, batıdan gelen haberciyle yaptığı gayriresmî görüşmenin ertesi günü Maomao’dan bir mektup aldı:

“Beyaz Hanım hakkında Altın Göl adlı bir köyde ipucu buldum.”

Bu onun için son derece elverişliydi—ya da belki de hiç de elverişli değildi.

“Batıdan gelen haberci” geçen yıl Li’yi ziyaret eden Shaoh elçilerinden biriydi, adı Aylin olan bir kadın. Yanındaki yol arkadaşıyla öylesine birbirlerine benziyorlardı ki neredeyse ikiz sanılabilirlerdi. Fakat öteki kadın, Ayla—işler onunla biraz karmaşık bir hâl almıştı.

Son ziyaretlerinde Ayla kırmızı bir saç bandı, Aylin ise mavi bir saç bandı takıyordu; bu sefer ise Aylin’in tüm kıyafeti maviydi. Görevinin gizli doğasından ötürü dikkat çekecek hiçbir şey giymemişti, yalnızca Li’de yaygın olan, kavisli etekli bir cübbe olan quju shenyi kuşanmıştı.

Gerçekte Jinshi’nin bu kadınla fazla samimi görüşmesi uygun değildi. Onu en son gördüğünde Jinshi kadın kılığındaydı ve Aylin utanç verici bir şekilde onu ay tanrısı sanmıştı.

Kaldı ki Jinshi’nin işleri başından aşkındı. Aylin’in bu sefer nelerden bahsedeceğini, kimin yönlendirmesi altında hareket ettiğini merak ediyordu; fakat bu kez Lahan’ın rehberliğinde olduğunu öğrendi. Jinshi, batı başkentinde Lahan’ın bir şeylerin peşinde olduğunu sezmişti ama onun gibi birinin şüpheli işlere bulaşmayacağından neredeyse emindi ve konuyu fazla kurcalamamıştı. Lahan’a güvenmesinden değil, adamın psikolojisini bir ölçüde çözmüş olmasındandı bu. Lahan’ın “güzel sayılar” ve “çirkin sayılar” diye tuhaf bir takıntısı vardı; Jinshi her ne kadar bu saplantıyı tam manasıyla anlayamasa da, Lahan’ın kendi “güzellik” ölçülerine aykırı bir şey yapmayacağını kestirebiliyordu.

Aylin’in söylediklerinin yarısını Jinshi zaten tahmin etmişti; kalan yarısıysa beklenmedik olsa da akıl dışı sayılmazdı. Dahası, Aylin’in dile getirdiği iki noktadan Lahan zaten haberdardı ve özel bir tepki göstermemişti.

Yalnızca bir şey Jinshi’nin başını ağrıtmıştı: ya gıda ihracatı, ya da siyasî sığınma.

Lahan daha önce kendisine ihracattan bahsetmişti; özellikle de tatlı patates denilen bir kök sebzeden. Bu umut vadeden bir mahsuldü—kötü toprakta bile yetişebiliyor, pirincin katbekat fazlası kadar ürün veriyordu.

Lahan’ın başkente döner dönmez böyle bir fikirle ona gelebilmesi, La klanının küçümsenecek bir güç olmadığını Jinshi’ye yeniden hatırlattı.

Sonuç olarak, Jinshi dönüşünden sonraki iki haftayı neredeyse uykusuz geçirmişti. Geri kalanı telafi etmek zaten yeterince zorken, şimdi yapılacak daha da fazla şey vardı. Arka sarayla ilgili kaygıları da bitmiş değildi—baş ağrısı yaratacak yeni bir mesele doğmuştu.

Shaoh’a yapılacak ihracatı bürokrasiye meşru gösterecek bir yol bulmalıydı; böcek istilasına karşı bir tedbir olduğunu iddia etmesi pek ikna edici olmayacaktı. Jinshi’nin zaten aldığı önlemler bu mesele için fazlasıyla yeterli görünüyordu. Bürokrasi üyelerinin alacağı her ihtiyati tedbir, ancak kendi başlarına bela geleceğini düşündüklerinde olurdu. Asılsız kaygılar yüzünden kendilerine fazladan iş çıkarmak istemezlerdi.

Gerçek buydu, bu yüzden Jinshi bir bahane buldu: Shi klanı isyanında yakalanan suçluların zorla çalıştırılması tarımsal işlerde kullanılacaktı. Bu amaçla yeni toprakların açılmasına kimse karşı çıkmazdı. Kaldı ki toprak boldu; Shi klanının hüküm sürdüğü Shihoku-shu bölgesi artık ellerinden alınmıştı. Bölgedeki Shi hâkimiyetinin kırılmasıyla pazarlıklar önceye kıyasla daha kolay ilerleyecekti. Üstelik suçluların arasında eski çiftçiler de çoktu. Klanın onları paralı asker olarak işe almadan önceki hayatlarına dönmeleri gerekecekti—hatta belki de o zamankinden biraz daha zor bir hayata.

Jinshi’nin bu planı bizzat yürürlüğe koymasına gerek yoktu; onun adına işleri yürütecek biri vardı. Shi klanının yok edilmesinden sonra Shihoku-shu’nun idaresine atanmış yüksek rütbeli bir yetkili. Hatta orada doğup büyümüş, bölgesel bir memur olarak çalışarak rütbelerde yükselmişti. Geçmişte kıtlık tecrübesi yaşamıştı ve Jinshi ona tatlı patates yetiştirmenin gelecekte açlığı önleyeceğini açıkladığında, sözleri iştahla dinlenmişti.

Gerekli personel Shihoku-shu’dan rahatça toplanabilirdi. Çiftçilerin toprak hakkı bulunmayan üçüncü oğulları boldu. Eğer arka saray, hüküm süren imparatoriçeye hizmet olarak kabul ediliyorsa, bu da öyle sayılabilirdi.

Jinshi’nin planlaması bu kadara varıyordu—becerikliydi ama dahi sayılmazdı. Hâlâ çözülmesi gereken pürüzler vardı ama ayrıntıları işi yürütecek olanlara bırakacaktı. Baskı olacaktı, evet, ama bunun üstesinden gelmeleri gerekecekti.

Jinshi işleri yalnızca başkasına devretmeyi seven biri değildi, fakat yapması gereken başka şeyler vardı. Her zaman biraz fazla çalışırdı, ancak görevlerinin kapsamını az çok bildiğini düşünürdü.

Jinshi’nin gerçekten güvenebileceği pek çok adamı yoktu, ama birkaç kişi vardı. Her birinin kendine özgü güçlü yanları, en uygun oldukları görevler vardı. Elindeki kupayı kaldırıp bu mektup hakkında ne yapacağına karar vermeye çalışırken, her daim dikkatli olan nedimesi Suiren kupasının boş olduğunu fark etti ve “Aman efendim,” diyerek içine taze meyve suyu doldurdu.

Jinshi ona bakarken aniden karar verdi ve Maomao’nun mektubunu gösterdi.
“Şu anda müsait kimse var mı?” diye sordu.

“Evet, az önce dönen birkaç kişi var.”

“O hâlde, uygun birini seç.”

“Pekâlâ.” Suiren elini yanağına götürüp düşünür gibi yaptı. “Neden bu kez yeni birini denemiyoruz? İlginç olabilir.”

“Bunun güvenli olduğundan emin misin?” diye sordu Jinshi, tedirgin bir sesle.

Ama Suiren gülümsemeye devam etti. “Benim şimdiye kadar yanıldığımı gördünüz mü?”

Bu kendinden emin tavır karşısında Jinshi sadece acı bir tebessüm edebildi. Suiren vaktiyle bizzat Dul İmparatoriçe’ye hizmet etmişti—Maomao bile ona galip gelemezdi. Zamanında, günahlarla dolu arka sarayda Dul İmparatoriçe’nin güvenliğini sağlayanlardan biriydi Suiren… Dul İmparatoriçe ki, mevcut İmparator’a hamile kaldığında henüz on yaşını biraz geçmişti. Jinshi, Suiren’in kendisine atanmış olmasının İmparatoriçe’nin annelik endişesinin bir göstergesi olduğuna emindi.

“Eğer bana hâlâ inanmıyorsanız, size küçük bir sır vereyim,” dedi Suiren, ardından Jinshi’nin kulağına eğilip fısıldadı.

Jinshi’nin gözleri büyüdü. “Bu… doğru mu?”

“Evet. Ufak bir ceza verirken fark ettim...”

Suiren’in bu “sırrı”, Jinshi’nin işine dair hiçbir şey ifade etmiyordu—ama şahsi hayatı açısından fazlasıyla değerli bir bilgiydi. Yine de aklına takıldı: Bahsettiği bu ceza neydi acaba? Şimdilik bu soruyu hiç sormamaya karar verdi.

“Genç Efendim’in arada bir galip gelmek istediğine eminim,” dedi Suiren; yaşına rağmen sevimli ve genç kızsı bir edayla yaptığı bu hareketin ardından, bir anda yeniden ciddi ve yetkin nedime kimliğine büründü. “Hemen ilgileneceğim.” Hafifçe eğildi ve ayak sesi bile çıkarmadan odadan ayrıldı.

Jinshi, Suiren’in gerekeni yapacağından emindi. Kendisi başka işlere yoğunlaşabilirdi.

Mesela Özel Elçi Aylin’in getirdiği diğer meseleye. Bu öyle bir şeydi ki, Lahan’ın bile ilk kez duyduğu izlenimini veriyordu. Jinshi bunu dinlemek istememişti; kulaklarını tıkamayı tercih ederdi. O kadar ağırdı ki, sahte tebessümünün ardındaki huzuru dahi yerle bir etmekle tehdit ediyordu.

Ne tür bir meseleydi bu?
“Beyaz Leydi” ile ilgiliydi.

Ve bu yüzden Jinshi, zevk mahallesindeki eczaneyi ziyaret etmek için bir fırsatı daha kaçıracaktı.

“Beyaz Leydi yakalandı.”

Köyde ve bataklıkta yaşanan olaylardan iki gün sonra bundan haberdar edildi. Mektubunun oraya ulaşmasının bir gün süreceğini düşünürsek, her şey insani ölçüde olabilecek en hızlı şekilde gerçekleşmişti.

Haberi getiren Basen’di; Basen’i geneleve getiren ise, onu Verdigris Köşkü’nün girişinde huzursuzca beklerken gören Ukyou olmuştu. Pairin’in o gün yanında birisi olduğunu ve içeride olmadığını öğrenince Basen’in gözle görülür şekilde rahatladığını fark etmişti Maomao.

Dükkan oldukça dardı, bu yüzden Maomao, Madam’dan onlar için bir oda hazırlamasını istedi. Genelevde özel konuşmalar için son derece uygun odalar vardı—tabii Çou-u onları bulmadığı sürece. Meraklı velet, herhangi bir konuşmanın içine kendini anında sokardı. Neyse ki Ukyou, onu oyalamaya gönüllü olmuştu.

Maomao, kendilerine sunulan çaydan bir yudum aldı.
“Öyle miymiş?”

“Daha fazla heyecan beklerdim,” dedi Basen.

“Sizi temin ederim ki, gayet şok oldum.”

Basen, belli ki hâlâ Maomao’nun yüz ifadelerini okumaya alışık değildi. Oysa Jinshi ya da Gaoshun, kaşlarının hafifçe çatıldığını elbette fark ederdi.

Beyaz Leydi’nin güvercinleri bilgi ağı olarak kullandığı keşfedildikten sonra, bu düzenek çabucak onun aleyhine çevrilmişti. Maomao, mektuplardan birini okuyabileceklerini, gelip alan kişiyi yakalayabileceklerini ve belki bir şeyler öğrenebileceklerini düşünmüştü—ama işlerin bu kadar kolay ilerleyeceğini hiç hayal etmemişti.

Asıl farkı yaratan şey, yardım getirebilmiş olmasıydı.

O yardımla birlikte Maomao, büyük yılana tapan yaşlı adama gitmişti. Adamın, biraz ikiyüzlü de olsa kız kardeşi ve torununun çıkarlarını gözettiğine inanıyordu. Ve bir şekilde, az ya da çok, Beyaz Leydi ile bağlantılı olduklarını biliyordu. Adam sessiz kalabilirdi, ama bu kadınları cezadan kurtarmaya yetmeyecekti. Bu yüzden Maomao, onu taraf değiştirmesi için ikna etmişti. (İsterseniz buna şantaj deyin.)

Güvercinliğin etrafını gözetledik, oraya gelen kişiyi yakalayınca da bizi belirli bir bürokratın villasına götürdü,” dedi Basen.

Yaşlı adamın kız kardeşiyle torununa ilgili bürokratı tanıyıp tanımadıklarını sormuşlardı; kadınlar onu tanıdıklarını söylemişti. Ayrıca bu adamın yakın arkadaşı olan birkaç başka bürokratı da teşhis etmişlerdi. Ve içlerinden birinin Beyaz Leydi’yi sakladığı ortaya çıkmıştı.

“Biraz hayal kırıklığı oldu sanki. Yine de merak ediyorum—neden birisi onu korumak için bu kadar ileri gitsin ki?” dedi Maomao.

“Bürokratlar esrara fazlasıyla düşkündü, ayrıca evde afyon olduğu sanılan izler de bulundu.”

“Ah.” Elbette: bir kez uyuşturucuya kapıldın mı, ona ulaşmak için her şeyi yapabilirdin. Onu hayatından söküp atmak da ciddi bir kararlılık isterdi. “Demek ki insanın tehlikeli uyuşturucularla oyalanmaması gerektiğini gösteriyor.”
“Bunu da sen söylüyorsun ya!” diye çıkıştı Basen. Maomao onun kuşkuyla dolu bakışlarını tamamen görmezden gelerek bugün hangi ilacı hazırlayacağını düşünmeye başladı. Basen muhtemelen sadece olanları aktarmak için gelmişti, yani işi bitmişti. Eli de artık iyiydi; sargısı çıkmıştı. Ama gerçekten, ona bir mektup gönderemezler miydi ya da başka birini haberci yollayamazlar mıydı? Basen’in buraya kadar gelip de hayat kadınlarından ödünün patlamasına hiç gerek yoktu.

Ne var ki mesajını iletmiş olmasına rağmen Basen kalkıp gitmeye hiç niyetli görünmüyordu. Bunun yerine sürekli Maomao’ya bakıp duruyor, ağzını açacak gibi olup sonra tekrar kapatıyordu.

En sonunda Maomao sordu:
“Bir şey mi var, efendim?”

“Öhöm. Yok, ben…”

Maomao merak etmişti ama karışmak da istemiyordu. Her neyse, muhtemelen başına bela açacaktı—daha kötüsü, işin ucunda Jinshi olacaktı. Evet, kesinlikle uzak durmak en iyisiydi.
Batı başkentinde ayrıldıklarından beri Jinshi’yi hiç görmemişti. Tek temasları, Maomao’nun Beyaz Leydi hakkındaki mektubuyla Jinshi’nin kısa ve iş odaklı cevabı olmuştu.

Keşke hiçbir şey olmamış gibi davransa. Maomao’ya göre bu en uyumlu çözüm olurdu. Ama dünya öyle ahlaklı bir yer değildi ki, sırf sen istiyorsun diye sana huzur versin.

Sonunda Basen tereddüdünü bırakıp gözlerinin içine baktı, belli ki artık söyleyeceklerini kafasına koymuştu.
“Sana bir şey soracağım. Bir kadının aybaşı dönemi gelmezse, hamile olduğunu varsaymak doğru mudur?”

Maomao buna sessizlikle karşılık verdi—bu adamın bir sonraki cümlesinde ne söyleyeceğini asla bilemiyordu! Basen, onun küçümseyici bakışlarına kaşlarını çattı, fakat yüzü giderek daha da kızardı. Açıkçası, Maomao böylesine umutsuz derecede toy bir tepkiyi nasıl yorumlayacağını bilemedi. Kadının hamile olup olmadığını nasıl anlayacağını mı öğrenmek istiyordu? Yoksa başına kötü bir kız musallat olmuş ve onu kandırmış olabilir miydi?

“Sanırım bu ihtimal fena da sayılmaz,” diye düşündü Maomao. Basen her zaman erkeklik konusunda biraz eksik kalıyor gibiydi. Dünyada, biraz fazla içkinin etkisiyle bir gecelik hata yapan insanlardan geçilmiyordu. Basen’in konumunu düşününce de, onunla bir kadeh paylaşmaya hevesli kadınların sayısı elbette çok olurdu.

Ama bu konuda alay edemezdi; ciddi olmak zorundaydı.
“Basen-sama,” diye söze başladı. “Kandırılmış gibi hissediyor olabilirsiniz, ama gerçek bir erkek kendi yaptığının sorumluluğunu alır.”

Basen ona inanmaz gözlerle baktı.

“Eğer gerçekten sizin çocuğunuzsa, doğru olanı yapmalısınız. Tabii, onun sizi kandırmış olması bunu haklı çıkarmaz ama—”

“Bir dakika. Siz ne hakkında konuşuyorsunuz?”

“Hamile bıraktığınız zavallı kız hakkında, Basen-sama.”

“Ben kimseyi hamile bırakmadım!” Basen yumruğunu yere vurdu, öyle bir gürültüyle ki Maomao neredeyse havaya fırlayacak gibi hissetti. Hem de sağ yumruğuydu—onu yeniden sakatlamaktan korkmuyor muydu?

“O zaman neden soruyorsunuz?”

“Ş-Şey... O...” Dudakları tekrar açılıp kapanmaya başladı, fakat sonunda eğilip Maomao’nun kulağına fısıldamayı başardı:
“Cariye Lishu hakkında.”

Maomao’nun bakışları donup kaldı. Olmaz. İmkânsız...

Gerçi aralarında belli belirsiz bir şeyler olduğu hissediliyordu; mevki farklarını bir kenara bırakabilseydiniz, Basen ve Lishu gayet güzel bir çift olabilirdi.

Ama bir saniye. Ne zaman?

Kesinlikle fırsat bulmuş olamazlardı. Öte yandan, Maomao da onları yirmi dört saat gözetlemiyordu, bu yüzden kesin konuşamazdı. Öte yandan... onlara hiç öyle görünmüşler miydi ki? Hatırlamaya çalıştı.

Kendi tarzında biraz kafası karışmış gibiydi. Düşünürken ilaç dolabını karıştırdı ve Basen’in önüne bir paket koydu.
“Bu, nispeten zararsız bir düşük ilacı,” dedi—fahişeler için el altında tuttuğu türden bir şeydi.

“Gücümü kontrol edebileceğimden emin değilim... Ama sizi yumruklamama izin verir misiniz?” diye sordu Basen, alışılmadık bir nezaketle. O kibarlık tonu aslında ne kadar öfkeli olduğunun göstergesiydi. Maomao, onun abartılı gücüyle atacağı bir darbeye asla dayanamayacağını çok iyi biliyordu, bu yüzden ilacı usulca geri kaldırdı.

Basen boğazını temizledi, yüzüne çöken kızarıklığı bastırmak için soğuk çaydan bir yudum aldı. Kızgınlıkla utancın karışımıydı bu.
“Öhöm. Demek istediğim, yüce bir zat şu anda zor bir durumda,” dedi. Kişisel zamir kullanmamak için can havliyle son derece dolambaçlı ifadeler seçiyordu. “Bir kişi belli bir yerden uzun süre ayrı kaldığında, oraya geri döndüğünde, buraya ilk kez giriyormuş gibi aynı kurallara tabi olur.”

O belli yerin arka saray olduğu apaçık belliydi.

“Ah, yani mesele buymuş,” dedi Maomao, dizlerine vurup anlar gibi.

Arka saraya girişin kuralları vardı: Erkeklerin hadım olmaları beklendiği gibi, kadınların da yapması gereken bazı şeyler olurdu. Erkeklere dayatılan kadar ağır olmasa da, arka saraya karnında çocukla girmesini istemezlerdi. Bu yüzden, bir kadının girişine ancak adet görmekte olduğu doğrulandıktan sonra izin verilirdi.

Geçici çıkışlar için nadiren istisnalar yapılırdı ama bunlar genellikle evlilik vesilesiyle damadın ailesine saygı ziyareti içindi. Kadının eşinin adı kayıtlara geçerdi; eğer hamile kalırsa, sorumlunun kim olduğu bilinsin diye. Çoğu kadın çocuğunu doğurmadan önce arka saraydan ayrılırdı.

Yaklaşık iki aydır arka saraydan uzak kalmış bir kadın, hele ki yüksek bir cariye, öylece geri dönmeyi bekleyemezdi. Lishu’nun sorunu da buydu: Batı başkentinden döneli bir aydan fazla olmuştu.

“Yani, Cariye Lishu’nun adeti gecikti mi?” diye sordu Maomao. Basen acınacak bir ifadeyle başını salladı.
“Eh, Cariye Lishu genç. Döngüleri düzensiz olabilir, hem yolculuğun yorgunluğunu da hesaba katarsak, biraz gecikmesi çok da şaşırtıcı değil,” dedi Maomao.

Bu ise yalnızca sağlık açısından konuşmaktı. Basen’in onunla konuşuyor olması ve böylesine kişisel şeyleri bilmesi, işin içinde başka bir şeyler olduğunu gösteriyordu.

Arka sarayın sınırları dışında hamile kaldığından şüphelenilen bir kadına—hem de Majesteleri’nin en yüksek rütbeli cariyelerinden birine—ne olurdu dersiniz? Üstelik, arka saraydan bu kez çıkmasının sebebi, İmparator’un küçük kardeşi Jinshi ile evlendirilebilme ihtimaliydi. Eğer Basen bu durumun farkındaysa, muhtemelen Jinshi de öyleydi.

O kızın talihsizliği olmasa hiç talihi olmazdı, diye düşündü Maomao. Lishu’nun başına gelen onca musibete sempati duymak gerekiyordu; zira hiçbiri onun suçu değildi. Zaten sürekli alay ve zorbalığa maruz kalıyordu; insanlar onun Jinshi ile nişanlandığını düşünürse bu defa kıskanç bakışlar üzerine yığılacaktı.

Ama hamilelik mi? Cariye Lishu’nun hamile kalabilecek durumda olduğu bile söylenemezdi. İmparator’un kendisi tarafından “ziyaret” edilmişliği yoktu. Bunun ışığında, Maomao Basen’in ne demek istediğini anlamaya başladığını düşündü.

“Benden, Cariye Lishu’yla ilgili uygunsuz hiçbir şey yaşanmadığını kanıtlamamı istiyorsun.”

Bu söz, Basen’in yüzünde gizlenmemiş bir rahatlama ifadesi bıraktı.
“Yapacak mısın?”

“Yaparım. Ama saraya girmem gerekecek, emin değilim kabul ederler mi. Bir doktor belki, ama sıradan bir eczacı?”

“Endişelenme. Tıbbiye’nin başıyla çoktan konuştum. Ayrıca Luomen Bey de gelmeyi kabul etti.”

Bu, işini kolaylaştırmıştı. Demek ki Basen daha gelirken her şeyi ayarlamıştı. Luomen’in neden dahil edildiğine gelince, muhtemelen Basen, şarlatanın bu işi üstlenmesine güvenmiyordu; öte yandan herhangi bir (erkek) doktor da cariyeye bakamazdı. Maomao’nun üvey babası bu iş için kusursuz bir ara çözümdü.

Maomao, uzun zamandır görmediği ihtiyarla yeniden karşılaşacağı için heyecanlıydı. Lishu adına üzülse de, şahsen oldukça mutluydu.

Basen ise hâlâ kasvetli görünüyordu. Belki üzerine gitmeliydi ama o an için Maomao meseleyi o kadar da derinlemesine düşünmüyordu.

Ertesi gün, saraydan bir ulak geldi. Maomao her zamanki gibi dükkânı Sazen’e emanet etti.

“Lütfen fazla kalma!” dedi Sazen. Neydi bu böyle, köpeği mi? Hep böyleydi. Maomao çıkmadan önce Chou-u’nun Ukyou ile alışverişte olmasını sağlamıştı, buna da sevinmişti. Madamla konuşmuş, yaşlı kadını bile ikna etmişti: o çocuğun saraya gelmesi imkânsızdı.

Chou-u gitmişti ama Maomao adlı kedi ısrarla ona sürtünüyordu. Maomao, kediyi ensesinden tutup Sazen’in kafasının üzerine koyana kadar pes etmedi.

“Hey, çok sıcakladım...” dedi, ama yüzünü kedinin beyaz karnına bastırırken hiç de mutsuz görünmüyordu.

Bu tür gezilerin güzel bir yanı da, her defasında onun şık görünmesi gerektiğini düşünmeleri ve bu yüzden Maomao’ya yeni giysiler vermeleriydi. Giysileri geri istemezlerdi, bu yüzden Maomao ya ikinci el giysi dükkânına satar ya da onları hayat kadınları arasında açık artırmaya çıkarırdı. Bu kez alışıldık cübbenin yanında beyaz bir üst cübbe de verilmişti. Sıcak mevsimde bir doktor önlüğü yerine geçecek bir şeydi bu.

Eğer Maomao çağrılıyorsa, bu demek oluyordu ki cariyenin aybaşı hâli hâlâ başlamamıştı. Her ihtimale karşı kan dolaşımını artıran wenjing tang adlı bir ilaç hazırlamaya karar verdi. Faydalı olabilecek başka tedaviler de vardı, ama Maomao yan etkisi en az olanı seçti. Luomen’in de bunu hazır etmiş olacağını varsayıyordu—onun kadar tecrübeli biri için olmazsa olmazdı—ama cariyenin, bir hadım yerine bir kadından ilaç almayı daha rahat bulabileceğini düşündü.

Araba sarayın bahçelerinden geçerek arka saraya yakın bir yerde durdu. Aslında, dul İmparatoriçe Anshi’nin bir zamanlar onları davet ettiği köşke epey yakındılar.

Maomao, sıcağı aldırış etmeden beyaz üst cübbesini giyip arabadan indi. Kendini, dul İmparatoriçe’nin ikametgâhı ile mevcut İmparatoriçe’nin ikametgâhı arasında tam ortada duran küçük bir köşkün önünde buldu. Bu yapı, arka saray kurulmadan önce imparatoriçe cariyelerinden biri için yapılmış olmalıydı. Eski imparatorun sıkça vakit geçirdiği, Maomao’nun geçen yıl ziyaret ettiği bina ise artık yoktu. Yer biraz daha ıssız görünüyordu.

Köşkün önünde yüzünde yumuşak bir ifade olan, elinde baston tutan bir hekim bekliyordu. Bu kişi Luomen’di. “Ah, geldin,” dedi, Maomao’ya doğru bir bacağını sürüyerek yaklaşırken. Mektuplaşmışlardı ama birbirlerini görmeyeli neredeyse altı ay olmuştu.

Luomen’in yanında tıbbî görevli oldukları anlaşılan iki adam vardı. İkisi de ufak tefek, yaşlı ve hiç de ürkütücü değillerdi—belki de doktorlar genelde böyleydi, belki de bu, Cariye Lishu’ya bir nezaket gösterisiydi.

“Bu taraftan lütfen,” dedi bir kadın. Arka saraydan, Lishu’nun nedimelerinden biriydi. Maomao onu tanıyordu ama adını bilmiyordu. Kadın ise Maomao’yu gayet iyi tanıyor gibiydi; dudaklarından duyulur bir “tsk” sesi çıktı. Görünüşe göre Lishu’nun kadınlarının tavırları hiç düzelmemişti—belki de daha da kötüleşmişti.

“Bu taraftan,” diye yineledi kadın ve onları Maomao’nun gözünde fazlasıyla uzun ve dolambaçlı bir güzergâhtan götürdü. Önce ikinci kata, sonra üçüncü kata çıktılar, sonra da katın en iç odasına yöneldiler. Kadın ancak orada, “Çok özür dilerim. Hanımefendinin oda değiştirdiğini unutmuşum,” dedi.

Hayatımızı bu kadar zorlaştırmaya mı hevesli? diye düşündü Maomao. Yanındaki üç hekim yaşlı adamlardı; belki de onların yumuşak görünümleri kadının onları hafife almasına neden olmuştu.

Nihayetinde, Maomao ve beraberindekiler köşkün birinci katındaki en iç odaya getirildiler. Burası tipik bir cariye odası görünümündeydi. Cariye odası vurgusu özellikle gerekliydi: mobilyaların kalitesi, sıradan bir insanın hayatı boyunca asla görmeyeceği türdendi.

Cariye Lishu, gölgelikli bir yatakta yatıyordu; başnedimesi (Maomao’nun da aşina olduğu bir yüz) yanında durmuş, oldukça endişeli görünüyordu. Lishu, erkek doktorları (yaşlı olsalar da) görür görmez ürperdi, ama Maomao’yu fark edince rahatladı—yalnızca bir anlığına. Çünkü ardından büsbütün farklı sebeplerden ötürü yeniden ürperdi.

Luomen yalnızca, “Endişeler olabileceğini düşündük, o yüzden bir vekil getirdik,” dedi ve Maomao’ya baktı.

Lishu’nun hamile olduğundan şüpheleniliyordu—ve eğer öyle değilse bile, eğer yüksek rütbeli bir cariye ile İmparator dışında bir adam arasında bir şey yaşandığı ortaya çıkarsa, hayatı tehlikeye girerdi.

Gerçi bunun pek mümkün olduğunu sanmıyorum. Bir kere, Lishu kadar şeffaf birinin böyle bir sırrı uzun süre saklayabileceğini düşünmek zordu. Muhtemelen Maomao’dan değil, ama kesinlikle Ah-Duo’dan saklayamazdı—çünkü o yolculuk boyunca hep yanında olmuştu. Elbette yüzde yüz emin olmak imkânsızdı, ama yine de olasılık zayıftı.

Böylece Maomao, korkuyla titreyen cariyenin önünde parmaklarını esnetirken buldu kendini. En hızlı ve en basit çözüm, Cariye Lishu’nun “dokunulmaz” olup olmadığını kontrol etmekti—ve bu görev için, zevk mahallesinde yetişmiş olan Maomao eşsiz bir şekilde uygundu. Onun bunu anlamanın türlü yolunu biliyordu.

“Haydi, hızlıca bitirelim şu işi. Herkes için en kolay olan bu,” dedi Maomao.

“Ne? Bekle... H-Hayır! Haaaayır!” diye feryat etti Lishu.

“Merak etmeyin. Siz daha yatağınızdaki ahşap damarlarını sayamadan iş bitmiş olacak.”

“Ne bitec—ahh! İiiih!” Cariye, umutsuzca baş nedimesine uzandı, fakat Maomao perdeyi yatağın etrafına çekti. Yaşlı hekimler ise odanın bir köşesinde sırtlarını dönmüş, sessizce duruyorlardı.

Bir süre boyunca yalnızca Lishu’nun inlemeleri işitildi.

“Bakire. Tabii ki,” diye tekdüze bir sesle ilan etti Maomao, elini bir bezle silerken. Lishu ise yatağa serilmiş, tüm gücü tükenmiş haldeydi. Bu hâl, baş nedimesinin telaşını iyice artırıyordu. Normalde sorun olmamalıydı—Maomao da bir kadındı; hatta daha önce İmparatoriçe Gyokuyou’nun çocuğunun ters gelip gelmediğini kontrol ederken benzer bir muayene yapmıştı. Ancak, saf bir bakirenin, doğum yapmış bir kadının aynı şekilde muayeneyi kaldırabileceğini düşünmek Maomao’nun yanılgısı olmuştu. Lishu, banyoda saçları tek tek yolunduğu zamankinden bile daha bitkin görünüyordu.

“Maomao, biraz daha nazik olabilirdin,” dedi Luomen, gerçi artık iş işten geçmişti. Diğer iki hekim de yüzlerini buruşturmuştu.

Maomao tam işin bittiğini, rahatlayıp raporu yazmaya geçebileceğini düşünürken, bir kadın sesi duyuldu:
“Affedersiniz.” Kapı açıldı ve Lishu’nun üç nedimesi içeri girdi. Onların arasında, Jinshi tarafından azarlanmış olan eski baş nedime de vardı. Her zamanki gibi sorun çıkarmaya hazır görünüyordu, ama bugün bunu bir kademe daha ileriye taşımış gibiydi.

“Evet? Size nasıl yardımcı olabiliriz?” dedi şimdiki baş nedime. Teknik olarak bu durumda üstün olan oydu, ama aslında geçmişte yalnızca bir tadımcıydı. Karşısında bir zamanlar baş nedimelik yapmış kadını görünce ister istemez korkuya kapılmıştı.
Eski baş nedime onu tamamen görmezden gelip, doğrudan Maomao ve yaşlı hekimlere döndü.
“Cariye’nin bekâretini teyit edebildiniz mi?” diye sordu.

“Evet, muayene yeni bitti,” dedi Luomen. Bunun üzerine kadın bakışlarını Maomao’ya çevirdi.

“Ama muayeneyi siz yapmadınız, değil mi? Şuradaki kadın yaptı. Cariye’nin tanıdığı biri. Burada bir sorun görmüyor musunuz?”
Sözleriyle, Maomao’nun Lishu’yu korumak için yalan söyleyebileceğini ima ediyordu—ki bu, Maomao’nun haklı olarak son derece sinir bozucu bulduğu bir tutumdu.

“Belki yeniden bir muayene yapmam için bana katılmak istersiniz?” dedi. “Hatta işi iyice sağlama almak için bir ebenin de çağrılması gerektiğini düşünüyorum.”

Bu teklif Lishu ile başnedimesinin yüzlerinde bariz bir rahatsızlık uyandırdı. Cariye, kendisine daha fazla bu tür küçük düşürücü şeyler yapılacak olursa yerin dibine girecek gibi görünüyordu.

Eski başnedime ise sadece başını salladı. Sanki burada asıl yetki sahibi kendisiymiş gibi davranıyordu—Maomao’nun onu en son gördüğü zamandan bu yana iyice kibirlenmişti. Eskiden hiç değilse cariyeye karşı sahte de olsa bir saygı gösteriyordu.

Kibrinin sebebi kısa süre sonra ortaya çıktı—elinde tuttuğu şeydi. “Doğrusu, işin bu noktaya varmayacağını ummuştum… ama bunu buldum ve onur borcu bilip hepinizin dikkatine sunmam gerekti.” Elindeki kâğıdı masanın üzerine bıraktı. (Maomao, kâğıdın ne kadar buruşmuş olduğuna kayıtsız kalamadı.) “İtiraf edeyim, cariyenin böyle bir şey yazabileceğine inanmak istemedim!” Kadın kendini teatral bir şekilde masaya yasladı.

Maomao, sayfada yazılı olanı görünce yalnızca kaşlarını çattı.

“Bir aşk mektubu!” diye ilan etti eski başhadime. “Üstelik Majesteleri’ne değil, başka birine!”

Sayfa, süslü ve genç kız işi karakterlerle kaplıydı—tatlı sözler ve aşk dolu ilanlarla dolup taşıyordu.

Demek bu yüzden bizi dolambaçlı yoldan getirdi, diye düşündü Maomao. Nihayet, hizmetçinin önce yanlış odaya götürüp, sonra Lishu’nun yanına getirmekteki maksadını anlamıştı. Bu, kötü bir şaka değil—zaman kazanma çabasıymış.

Eski başnedime dışarıdaki bir görevliyi içeri çağırdı. Maomao, neden bunu bu kadar hevesle yaptığını anlamıyordu—zira cariyenin sadakatsizliği, hizmetkârlarının da başına iş açardı. Her şeyden önce, mektubun gerçekten Lishu’ya ait olup olmadığı Maomao’nun kafasını kurcalıyordu; ama el yazısı çoktan incelenmiş ve ona ait olduğu hükmüne varılmıştı.

Maomao ve doktorlar, cariyeyi sorgulama fırsatı bulamadan binadan apar topar dışarı atıldılar. Görünüşe göre eski başhadime, Maomao’nun muayeneyi yapmasına fırsat tanımadan harekete geçmişti; fakat oyalama taktiği buna yetecek kadar zaman kazandırmamıştı. Onun yerine, kaba kuvvete başvurmuştu denebilirdi.

Bunun üzerine Maomao ve yanındakiler sarayın tıbbi dairesine geri dönmeye karar verdiler.

Maomao dışarıdan biri olarak oradaydı; Luomen ve onunla gelen iki doktorun hiçbiri baskın bir karaktere sahip değildi. Onlara ayrılmaları emredilirse yapabilecekleri tek şey gitmek olurdu. Maomao en azından bulgularıyla ilgili bir rapor yazmaya kararlıydı. Eski başnedime, Maomao’nun sözlerine güvenilemeyeceğinde ısrar etmişti, ama bu onun yargılayacağı bir konu değildi. En azından doktorlar, Lishu’nun yüzünü görmüş ve Maomao’nun haklı olduğuna inanmış gibiydi.

“Oldukça cüretkardı,” dedi Yaşlı Doktor 1. Uzun ve ince yapısı, akla yapraksız bir ağacı getiriyordu.

“Evet! İzlemek neredeyse dayanılmazdı,” diye karşılık verdi Yaşlı Doktor 2, parmakları sosis gibi olan tombul bir adam.

Luomen, diğer iki doktordan çok da genç sayılmazdı ama ofisin en yeni üyesi olarak çay servisi yapan oydu. Maomao ona yardım etmek için kalktı, ama Luomen onu yerine oturtup rapor yazmaya odaklanmasını ısrarla söyledi.

“Arka sarayda hep böyle kişiler olmuştur, ama hâlâ hayatta olduklarını görmek hayal kırıklığı yaratıyor,” dedi ilk doktor.

“Kesinlikle!” dedi ikincisi. “Kadınların kötü olduğunu söylemiyorum, sadece bazıları bir odayı daha karanlık bir yer haline getiriyor. Sarayda da durum aynı…”

Maomao başını eğdi, şaşkındı: sanki arka saraya gitmiş gibiydiler. “Sizler hadım değilsiniz, öyle mi, efendiler?”

“Hayır, değiliz. Arka saraya girdik ama hadım edilmedik—onu yapmadan önce oradan çıktık.”

“O zamanlar, bir doktorun arka saraya girebilmek için hadım olması gerekmezdi. Ziyaret ettiğinde garip bir ilaç aldırırlardı sadece.”

Ah… Maomao hatırladı: Arka sarayda en meşhur skandal, onlarca yıl önce bir doktorun orada görevli bir kadınla ilgilenip onu hamile bırakmasıyla yaşanmıştı. Ya da en azından öyle anlatılıyordu; gerçekte iş eski imparator tarafından yapılmıştı ama suç, talihsiz doktora ve çocuğa yüklenmişti. Bürokrasi açısından sorun çözülmüştü.

O zamanlar, arka sarayda birçok doktor görev yapıyordu—elbette ki, bunu yapabilmek için erkekliğinden vazgeçmeye gerek yoktu. Bugün, eski şarlatan tek doktordu, ama o olayın yaşandığı dönemde birden fazla doktor vardı.

“İyi de olmuş. Ben biraz geç çıktım, işte buradayım,” dedi Luomen, tepsideki çay bardaklarını yerleştirirken sakin bir şekilde.

“Kendi hatan, Xiaomen. Hiçbir şeyi aceleye değer bulmuyorsun!” diye güldü Yaşlı Doktor 1.

“Doğru, ama bize çok yardımcı oldunuz!” Yaşlı Doktor 2 kıkırdadı. İkisi de oldukça keyifli görünüyordu, Luomen ise sadece biraz şaşkın bakıyordu. Başka ne yapabilirdi ki? Tutumlarından ve samimi lakaptan, eski dost oldukları açıktı.

Yaşlı Doktor 2 Maomao’ya döndü. “Yani siz Xiaomen’in evlat edindiği kızsınız, hanımefendi? Öyleyse o eksantrik L—”

Maomao’nun yüzü öyle bir hal aldı ki adeta utanmaz bir bakışa dönüştü. Tombul doktor hemen ağzını kapattı.

“Genç hanımlar her zaman kaçınmak istedikleri birkaç konuya sahiptir. Buna saygı gösterelim,” dedi uzun boylu doktor akıllıca. Açıkça, yaş ona bilgelik kazandırmıştı. Oldukça faydalı.

“Konuya geri dönelim—demek ki arka sarayda hep böyle insanlar mı oluyordu?” diye sordu Maomao.

“Evet. Kaotik unsurlar.” İmparatoriçe iktidardayken, arka saraydaki kadınlar birbirlerini alt etmeye çalışırdı. Görevliler yeteneklerine göre seçilir, sık sık değiştirilirdi; böylece arka saray, tüm sarayı saran gerilimin küçük bir yansıması haline gelirdi. “Ve insanlar çok casus olduğundan da söz ederdi.”

“Casuslar mı?”

Görünüşe göre cariyeler arasındaki bitmek bilmeyen mücadeleler, hizmetçileri kullanarak içeriden bilgi toplama girişimlerine ilham vermişti.

“Bazen, nedense, başnedimeler bile ihanet ederdi,” dedi doktor. Durumundan memnun olmayan bir başnedime kolayca ikna edilir, başkasının oyuncağı haline gelirdi. Ya da bir başkası, hedefin ebeveynlerinin zaaflarını kendi ebeveynlerinin gücünü kullanarak sömürebilirdi—böylece arka saraydaki hiyerarşi şaşırtıcı bir hızla değişebilirdi.

“Mevcut Dul İmparatoriçe hamile olduğunda işler özellikle kötüleşti. Kıskançlıktan deliye dönen kadınlar onu öldürmeye bile kalkıştı.”

“Doğru! İmparatoriçe iktidara geçene kadar nasıl hayatta kaldığını bilmiyorum,” dedi diğer doktor.

“Bu tamamen, sahip olduğu muazzam başnedime sayesindeydi. Kendini nasıl savunacağını gerçekten biliyordu—hatta suikastçıları efendilerine çevirdiği bile söylenir!”

Bu ne, roman mı? diye düşündü Maomao, çayını yudumlarken etkilenmiş görünmeden.

“Her neyse, uzun zamandır bu kadar nahoş bir şey görmemiştim,” dedi ilk doktor.

Bu, Maomao’nun aklına bir soru getirdi; “Konuşma tarzınızdan anladığım kadarıyla, arka sarayda başka biri Cariye Lishu’yu düşürmek için entrika çevirmeye çalışıyor, öyle mi?” dedi.

“Öyle düşünmüyor musun? Yoksa bir kişi, hizmet ettiği büyük hanımefendiye karşı neden bu kadar aşırı bir şekilde düşmanlık göstersin ki?”

Haklı bir noktaydı—şimdiye kadar eski başnedime, sıradan tacizlerin ötesine geçmemişti. Bu sefer ise açıkça cariyeyi yok etmeye kararlıydı. Eğer başarılı olursa, Lishu arka saraydan sürgün edilecek ve başnedimeleri işsiz kalacaktı. Hatta, efendileriyle aynı cezayı görmemek bile onlar için bir şans olurdu.

“Bu neredeyse fazla yüzeysel görünüyor,” dedi Maomao.

Yaşlı Doktorlar 1 ve 2 birbirine baktı. “Xiaomen’in kızıysan, eminim çok zeki bir genç kızsın. Ama herkes senin kadar dikkatli ve düşünceli değil,” dedi uzun boylu doktor sabırla.

“Bunu anlıyorum,” dedi Maomao—ama bu fazla gelmişti.

“Böyle insanlar geleceği düşünmez—sadece gururuyla ilgilenirler. Hoşlanmadıkları birini sinirlendirmekle başlarlar; ama karşılık geldiğinde sadece daha da öfkelenirler.”

“Hiç tereddüt etmeyeceğini düşünmüyorsun, değil mi? Karşısında yüksek bir cariye var ve o sadece bir nedime.”

“İşte tam da bu. Bir kişi ezildiğini hissederse, ona küçük bir itiş yetiyor ve devriliveriyor—insanlar böyle garip. Bu, casus yaratmanın basit bir yolu.”

“Ha ha ha, sen bu tür hikayeleri seviyorsun, değil mi?” dedi tombul doktor, bir çöreği ağzına tıkarken. “Tam olarak senin ‘Beyaz Ölümsüz’ dediğin herkesin başka bir ülkeden istihbarat ajanı olduğunu söylediğin gibi.”

Luomen çayı yudumlarken ölçülü bir gülümseme takındı, ama gözlerinde Cariye Lishu’ya karşı açık bir sempati vardı.

“Endişelenme. Kızınız evrakları teslim ettiğinde, cariye serbest ve temiz olacak,” dedi tombul doktor, Luomen’un tam olarak ne hissettiğini anlayabiliyor görünüyordu.

“Ama o aşk mektubu,” dedi Luomen, endişesi geçmemişti.

“Oh, o mu? Onun yaşındaki kızlar sürekli böyle mektuplar yazar. Biraz hayal kurmasına izin vermenin ne zararı var? Biliyorum, utan verici, kesinlikle, ve yüksek bir cariyeden gelmesi problem. Ama sadece ‘Majestelerine yazı çalışıyordu’ dersen sorun ortadan kalkar. Belki o mektubu yazdı—ama göndermedi, değil mi? Zaten tüm cariyelerin mektupları sansür tarafından kontrol edilmek zorunda.”

“Evet, öyle olmalı...” dedi Maomao. Ama eski başnedimenin bu kadar kendinden emin davranması onu düşündürüyordu.

“Şey, Maomao,” dedi Luomen, dışarıya bakarak.

“Evet?”

“Bu saatlerde hep belirip ‘atıştırma zamanı’ diyen biri var. Burada olman doğru mu emin misin?”

Bunun üzerine Maomao çayını hızla bitirdi. Aynı anda, dışarıda tuhaf bir yaşlı adamın ıslık çaldığını duydu. Eşyalarını toparlayıp pencereyi açmak için vakit kaybetmedi. “O zaman ben kendi yoluma gideyim,” dedi.

“Sen garip bir adamsın,” dedi iki yaşlı doktordan biri, ama hiçbiri onu durdurmaya çalışmadı; yaklaşan fırtınaya hazırlanmakla meşguldüler.

Maomao tam dışarı indiği anda, kapı büyük bir gürültüyle açıldı. “Amca! Biraz ji dan gao getirdim! Bana katılacak mısın?”

Atıştırmayı duyuran adam, tek gözlü garip tipti ve girişi Maomao’nun burada kalmak için hiçbir sebep bırakmadı.

Yine de emin değilim...

Acaba Lishu’nun sorunu gerçekten şimdi sona mı ermişti? Bu soru onu huzursuz etti. Umarım daha büyük bir sorun yoktur—ama Maomao’nun kötü hisleri genellikle doğru çıkar.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


121   Önceki Bölüm