Leo, masanın altında nefesini tutmuş, kalp atışlarının sesini bastırmaya çalışıyordu. Ayak sesleri yaklaşıyordu – ağır, yorgun adımlar. Kapı gıcırdayarak açıldı ve yaralı, korkmuş bir asker içeri girdi. Adı Marcus’tu; üniforması yırtık, kolunda derin bir yara vardı, kan sızıyordu. Marcus, kapıyı arkasından kapatır kapatmaz yere yığıldı. “O kadın bir canavar,“ diye inledi, sesi titreyerek. “O tiran Lyra’yla tekrar savaşmayı göze almam. Asla!“
Tam o sırada, başka bir asker – Alex – içeri girdi. O da yorgundu, ama korkusunu belli etmemeye çalışıyordu. Yüzünde zoraki bir kararlılık vardı. “Marcus, kalk ayağa,“ dedi, sesini sakin tutmaya çalışarak. “Hükümet yardıma geliyor. O canavarı öldüreceğiz, intikamını alacağız. Hepimiz için.“
Marcus başını kaldırdı, gözleri çılgınca parlıyordu. “Hükümet geliyor mu? Dalga geçme benimle, Alex! Hükümetin yardıma geldiği falan yok. Hepimiz öleceğiz, anlıyor musun? O Lyra... O bizi parçaladı!“
Marcus ayağa kalkmaya çalıştı, ama bacakları titriyordu. “O canavarla savaşsam öleceğim, burada kalsam vatana ihanetten öleceğim! Ne fark eder? Bu cehenneme daha fazla dayanamıyorum!“ Elini silahına götürdü, namluyu kendi şakağına dayadı. Parmakları tetikte titriyordu.
Alex daha hızlı davrandı; bir hamleyle Marcus’un eline vurdu, silah yere düştü. “Dur, deli misin sen?“ diye bağırdı. İkili arasında sert bir çekişme başladı; yumruklar, itişmeler, küfürler. Marcus, “Bırak beni!“ diye haykırıyordu, Alex ise “Akıllı ol, geri dön!“ diye ısrar ediyordu.
Tam o sırada, kapı bir kez daha açıldı. Bir grup hükümet askeri içeri doluştu, silahları hazırdı. “Eller yukarı!“ diye emir geldi. Marcus ve Alex hemen ellerini kaldırdı, nefes nefese.
Ardından, eve yüksek mertebeden bir komutan girdi. Leo’nun daha önce gördüklerinden tamamen farklı giyinmişti; üniforması parlak, omuzlarında altın işlemeler, yüzü taş gibi soğuk. İki askere baktı, gözleri duygusuz. “Savaştan kaçanların, vatanını satanların yaşamaya hakkı yoktur,“ dedi soğuk bir sesle. “Ölüm emri veriyorum.“
Marcus ayağa kalktı, elleri hâlâ havada. “Durun! Ben... Ben vatana ihanet ettim. Korktum ve kaçtım. Ama Alex... O beni orduya dönmem için çağırdı. Onun bir suçu yok!“
Komutan güldü, alaycı bir gülümsemeyle. “Söylediklerinin gerçek olduğunu bilemeyiz. Küçük dostunu kurtarmaya çalışan minik kahraman... Öldürün onları.“
Kurşun yağmuru başladı. Marcus ve Alex, acı çığlıklarla yere yığıldı, bedenleri delik deşik oldu. Leo, masanın altında, gördükleri karşısında şok içindeydi. Kalbi duracak gibiydi, bilinci hafif hafif kayboluyordu. Gözleri karardı, bayıldı.
Bayılınca, yine bir anıya girdi – bu kez Marcus’un anısındaydı. Leo, Marcus’un bedeninde olduğunu fark etti; kontrol edemiyor, sadece izliyor, hissediyordu. Marcus, Lyra’yla karşı karşıyaydı – o canavar kadın, Kızıl Yara Örgütü’nün lideri. Lyra’nın gözleri ateş gibi yanıyordu, elinde bir silah, etrafı yıkımla doluydu. Marcus koşmaya başladı, korku içinde. Her adımda yaralar alıyordu; bir kurşun omzuna isabet etti, Leo da acıyı hissetti – küçük bir çocuk için bu acı korkutucuydu, dayanılmazdı. Marcus’un nefesi kesiliyordu, “Kaçmalıyım, öleceğim!“ diye düşünüyordu içinden, korku ve pişmanlık duyguları Leo’yu da sarıyordu.
Marcus koşmaya devam etti, nefessiz kaldı. O sırada Alex’le karşılaştı; Alex, bir ağacın gölgesinde dinleniyordu. “Marcus, ne oldu?“ diye sordu, yemek paketi uzatarak. “Otur, anlat durumu.“
Marcus oturdu, ama titriyordu. “Lyra... O bizi yok etti. Kaçtım, ama...“ Tam anlatacağı sırada, yanındaki askerlerden biri bağırdı: “Üstten emir geldi! Ordu gelene kadar Lyra’yı oyalayacakmışız!“
Bunu duyan Marcus hemen ayağa kalktı, korkuyla koşmaya başladı. “Hayır, geri dönemem!“ diye haykırdı içinden, duyguları Leo’yu da boğuyordu – panik, çaresizlik. Alex peşinden gitti: “Dur, Marcus! Geri dön, yoksa ikimiz de ölürüz!“ Bu anı, Leo’nun bulunduğu eve bağlanıyordu; Marcus’un kaçışı, o eve kadar uzanıyordu, iç monologları yankılanıyordu: Neden döndüm? Neden kaçtım? Hepsi boşuna...
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.