Yukarı Çık




3   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   5 

           
Leo, gözlerini açtığında hâlâ masanın altındaydı. Kalbi göğsünde deli gibi çarpıyordu. Etraf, ağır bot sesleriyle doluydu; evin içinde bir sürü asker dolaşıyordu. Leo, saklandığı yere sinmiş, nefesini tutarak onları izliyordu. Korku tüm bedenini sarmıştı, ama sakin kalmayı başarıyordu. Askerlerin hareketlerini, konuşmalarını dikkatle takip ediyordu. Yüzleri soğuk, ifadeleri mekanikti; sanki insan değil, makineydiler.

Bir süre sonra, askerlerin eve cesetler taşıdığını fark etti. Yerdeki tozlu zemine, kanlı ve hareketsiz bedenler yığılıyordu. Askerlerden biri, sert bir sesle bağırdı: “Civardaki cesetleri buraya taşıyın! Dört saat sonra bu ev yakılacak!”

Leo’nun kanı dondu. Hayatının şokunu yaşıyordu. Yakılacak mıydı? Bu ev, bu cesetler, kendisi... hepsi alevler içinde mi yok olacaktı? Korku, zihnini ve bedenini esir almıştı. Ne yapacaktı? Kaçmalı mıydı, yoksa saklanmaya devam mı etmeliydi? Tüm bu kaosun ortasında, aklının bir köşesinde hâlâ o cesedin elindeki siyah kaplı defter vardı. O kitapta ne vardı? Neden bu kadar önemliydi? Merak, korkusuna baskın geliyordu, ama zamanı tükeniyordu.

Tam o sırada, dışarıdan bir ses duyuldu: “Civardaki cesetler toplandı, başka ceset yok!” İçerdeki asker, şaşkınlıkla cevap verdi: “Ne? Ama daha çok erken, üç saat var!” Bir an duraksadı, sonra omuz silkti. “Neyse, düzenek kurulu zaten. Üç saat sonra kendisi yanar.” Ardından o da dışarı çıktı, diğer askerlerin peşinden.

Leo, “düzenek” kelimesini duyunca irkildi. Bir düzenek mi vardı? Eğer bu düzeneği bulabilirse, yanarak ölmekten kurtulabilirdi. Ya da direkt evden kaçarsa... Ama o kitap, o defter... Onu bulmadan gitmek istemiyordu. Ancak etrafta o kadar çok ceset yığılmıştı ki, beyaz önlüklü kadının cesedini bulması saatlerini alırdı. Vakti yoktu. Kaçmaya karar verecekken, bir anda bilinci kaydı. Gözleri karardı, ve yine bir anının içine çekildi – bu kez, dışarı çıkan askerin, adının Ethan olduğunu hissettiği bir askerin anısındaydı.

Leo, Ethan’ın gözlerinden dünyayı görüyordu. Kontrol edemiyor, sadece izliyordu. Ethan, elinde bir bidon benzinle eve giriyor, her yere benzin döküyordu. Leo’nun baygın bedenini yerde gördüler, ama ceset sandıkları için yaşadığını fark etmemişlerdi. Ethan, Leo’nun üzerine de benzin döktü; Leo, bu anıyı yaşarken soğuk sıvının kokusunu bile hissetti. Sonra Ethan, eline küçük bir cihaz aldı – bir tür patlayıcı ya da zamanlayıcı. Cihazı yere koydu, ama yanındaki başka bir asker, adının Liam olduğunu hissettiği biri, bağırdı: “Yanlış yere koyuyorsun! Bunu ikinci odanın sonuna koyacaksın!”

Ethan şaşırdı. “Peki, şimdi bunu nasıl çıkaracağım?” Liam, sabırsızca, “Çekil, çekil!” diyerek öne atıldı. Leo, Ethan’ın gözlerinden cihazın nasıl çıkarıldığını, nasıl taşındığını ve ikinci odanın sonuna, kırık bir dolabın altına nasıl yerleştirildiğini izledi. Liam, cihazı yerleştirirken mırıldanıyordu: “Bu, üç saat sonra patlayacak. Her şey kül olacak.”

Anı bitti. Leo, kendi bedeninde, masanın altında uyandı. Nefes nefese, ter içindeydi. Hızla toparlandı; ev boştu, askerler gitmişti. Aklındaki görüntü hâlâ netti: Cihaz, ikinci odanın sonunda, dolabın altındaydı. Hiç vakit kaybetmeden o odaya koştu. Karanlıkta, titreyen ellerle dolabın altına uzandı. Soğuk metal cihazı buldu. Gördüğü gibi, dikkatle söktü; kabloları çekti, mekanizmayı devre dışı bıraktı. Sonra, cihazı camdan dışarı fırlattı. Alet sertçe yere çarptı ve etrafına bir anda ateş saçtı, küçük bir patlamayla yanıp söndü.

Leo derin bir nefes aldı, rahatladı. Ama hâlâ tehlikedeydi. Fazla dikkat çekmeden, beyaz önlüklü kadının cesedini ve o siyah kaplı defteri aramaya başladı. Yerde yığılı cesetler arasında dolaşırken, midesi bulanıyordu. Her bir beden, bir hikâyeydi; her biri, onun gibi korkmuş, kaçmış ya da ölmüştü. Sonunda, bir köşede, tanıdık beyaz önlüğü gördü. Cesedin yüzü tanınmaz haldeydi; yanmış, yaralanmış, kimliği belirsizdi. Ama Leo, bu cesedin aradığı kişi olduğunu biliyordu. Elbisenin altında, sıkı sıkı tutulmuş siyah kaplı defteri buldu. Bir an rahatladı, ama hâlâ tehlikede olduğunu biliyordu.

Pencerelerden ve balkondan yolları gözetlemeye başladı. Askerler, bir yöne doğru hareket ediyordu, organize bir şekilde uzaklaşıyorlardı. Leo, onların tersi yönde kaçmaya karar verdi. Defteri sıkıca göğsüne bastırarak evden fırladı, hızla koşarak uzaklaştı. Nerede olduğunu bilmiyordu; etraf, yıkıntılar ve dumanla kaplıydı. Bir süre sonra, nefesi kesilene kadar koştuktan sonra, bir harabenin gölgesine çöktü. Elleri titreyerek defteri açtı. Bu bir kitap değil, bir günlüktü.

Yavaş yavaş okumaya başladı. Günlük, Dr. Elara Varnis adında biri tarafından yazılmıştı. Satırları okudukça, bu kaotik dünyanın sırları bir bir açığa çıkıyordu. Ülkeler, imparatorluklar, insan dışı ırklar, yarı insan yarı başka ırklardan varlıklar... Elara, bu dünyada var olan her şeyi detaylıca yazmıştı. Ejderha soyundan gelenler, kanatlı varlıklar, hatta yarı insan yarı hayvan ırkları... Günlük, adeta bir ansiklopedi gibiydi, ama aynı zamanda kişisel bir hikâyeydi.

Elara, bir grup bilim insanıyla tanışmıştı; her biri kendi alanında büyük başarılar elde etmiş kişilerdi. Birlikte, bu dünyayı kasıp kavuran hastalığı araştırmaya başlamışlardı. Ancak ekipteki bir bilim insanı, yarı insan yarı kedi ırkından olan Kaelis, kedi kulakları ve kuyruğu yüzünden hükümet tarafından “insanlığın lekesi” olarak damgalanmış, ırkçı muamelelere maruz kalmıştı. Diğer bilim insanları, Kaelis’in ayrılmasına izin vermek istememiş, onsuz projenin yürümesi mümkün olmayacağını düşünmüşlerdi. Hem dostlarını kaybetmek istememeleri hem de hükümetin tutumuna karşı gururları, onları bu ülkeyi terk etmeye itmişti.

Farklı ülkelere gitmişler, ama her seferinde engellerle karşılaşmışlardı. Kimi zaman fon bulamamış, kimi zaman hükümetler onlara “çöp” muamelesi yapmış, bazen dolandırılmış, bazen de kendi aralarında çatışmalar yaşamışlardı. Umutsuzluk, peşlerini bırakmıyordu. Ta ki biri, Pandora İlaç Şirketi adında bir kuruluş bulduğunu söyleyene kadar. Şirket, onlara destek sözü vermiş, ve grup sevinçle bu şirkete katılmıştı. Orada, kendileri gibi birçok bilim insanıyla tanışmışlardı. Pandora’nın üç kurucusu, onları korumaya almıştı. Hatta bir keresinde, azılı bir haydut çetesi iki bilim insanını öldürmeye çalışırken, Pandora’nın gücü sayesinde durdurulmuştu.

Ancak Pandora, sadece bir ilaç şirketi değildi. Leo, günlüğü okudukça şirketin korkutucu derecede güçlü bir orduya sahip olduğunu öğrendi. Daha da korkutucu olan, şirketin üç kurucusundan biri olan “Doktor” lakaplı kişiydi. Kimse onun yaşını, adını, hatta tam olarak ne olduğunu bilmiyordu. Şirketin en kuzeydeki üssünde bulunur, nadiren ana merkeze gelirdi. Günlükte, Pandora’nın hiyerarşik bir sistemi olduğu yazıyordu: En tepede Pandora’nın lideri, onun altında üç kurucu, sonra koordinatörler, elit operatörler, seçkin operatörler, ve dört seviye, üç seviye, iki seviye, bir seviye olarak ayrılan askerler. En altta ise siviller vardı. Bilim insanları bu hiyerarşide yer almıyordu, ama yetkin bir savaş stratejistiysen koordinatör seviyesine yükselebilirdin.

Leo, okudukça şaşkına dönüyordu. Pandora’nın liderinin küçük bir kız olduğunu öğrendi. Bu kız, üç kurucunun kendi aralarında anlaşmazlık yaşadığı bir dönemde liderliğe getirilmiş, ama yetkileri çoğunlukla kısıtlanmıştı. Şirket içinde herkes tarafından seviliyor, “potansiyel dolu küçük kız” olarak anılıyordu. Elara, bu kızla tanıştığını yazmış, söylenenlerin doğru olduğunu belirtmişti. Leo, günlüğü okurken Pandora’yı daha çok merak etmeye başladı. Belki bu kaos dolu dünyada, Pandora’ya ulaşırsa sakince yaşayabileceği bir yer bulabilirdi. Bu düşünce, ona bir anlık umut verdi.

Ama okumaya devam ettikçe, günlükteki tutarsızlıkları fark etti. Kelimeler tekrar etmeye başlamış, yazılar döngüye girmiş gibiydi. Önceki sayfalar neşeli ve umut doluyken, sonlara doğru yazılar keskin, net ve korkutucu bir tona bürünmüştü. Elara’nın yazısı değişmişti: “Hükümetler, devletler, imparatorluklar... Buradaki bilim adamlarına dokunamamalarının sebebi, üç kurucu arasındaki en acımasız olan, ‘Pandora’nın Kutusu’ olarak bilinen Doktor’dur. Doktor’la bugün karşılaştım. Şimdiye dek Pandora’da kim kimin hakkında ne dediyse hep doğru çıktı, ama Doktor’un karanlık kısmını anlatmaya hiçbir kelime yetmiyordu. Artık sonum geldi, hissediyorum. Acısız bir ölümüm olmayacak. Bu yüzden, Doktor beni öldürmeden önce tüm projelerimizi, konumumuzu hükümete teslim ettim. Hükümet oraya saldırdığında büyük bir yıkım olacak, ama bu sayede Doktor’un karanlık planlarını baltalamış olacağım. Tamamen durduramasam da, en azından bir süre yavaşlatmış olacağım.”

Leo, bu satırları okurken tüyleri diken diken oldu. Günlüğü kapattı, elleri titriyordu. Pandora, umut gibi görünse de, içinde karanlık bir gerçek barındırıyordu. Doktor kimdi? Elara neden böyle bir ihanet etmişti? Ve bu hastalık, bu savaşlar, bu kaos... Hepsi Pandora’yla mı bağlantılıydı?

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

3   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   5