Oscar François de Jarjayes (Bara no Versailles)
Daha bebekliğinden itibaren abayı yaktığım kadın... Bu manga 1970'li yıllarda satış rekorları kırdı ve özellikle genç kızlar arasında yüksek bir popülariteyi yakaladı. Hem animesinde hem de mangasında her bölüm düştüğüm bu kadından bahsetmek icap ederse;
18.yy. Fransız Devrimi'nden 35 sene önce. General de Jarjayes'in 6.çocuğu dünyaya geliyor ve artık bir erkek varis sahibi olmak istiyor. 6. çocuk da kız olunca, kızına Oscar François ismini veriyor ve onu olmayan oğlu gibi yetiştiriyor. Oscar küçüklüğünden beri erkek gibi yetişiyor. 15 yaşına geldiğindeyse tam anlamıyla bir asker oluyor. Ben de eski milli eskrimci olduğum için Oscar'ın kılıç kullanan bir kadın şövalye olması beni derinden etkiledi. Kadın olduğu halde hem güzel hem yakışıklı olması da ayrı bir konu zaten.
Anime ve manga severler olarak böyle güçlü kadınları görmeye hasrettik zaten. Bence Oscar örnek alabileceğimiz ve izleyenlerde/okuyanlarda hatırladıkça daha çok sevebileceği bir karakter.
Ne derler? İz bırakanlar unutulmazmış
Animesi boyunca ve bitirdiğimde bile kaç gün aklımdan çıkmadı. Şimdi bile ne zaman Oscar'ı hatırlasam kalbim titriyor. İzlerken hep şu cümleyi kurdum ''Nasıl bir kadınsın sen Oscar?''
O andan itibaren kalbimin sahibi haline geldi ve hep de öyle kalacak <3<3<3
Oscar benim için çok özel bir karakter. İlk waifum denebilir :D
Rei Asaka (Oniisama e)
Riyoko Ikeda'yı bu animeyle keşfettim. Daha sonra mangasını okumuştum ve Rei ilk göz ağrımdı.
Adını Fransız Devrimi'nde tanınmış bir siyasi figür olan Louis de Saint-Just'tan alır. Seiran Lisesi'nin en popüler 3 kızından biridir ve hayranları tarafından ''Saint-just-sama'' diye hitap edilir.
Asilzade tarzı ve maskülen görüşünüşüyle girdiği her ortamda dikkatleri hemen üzerine çeker. Onu ilk kez görenlerin bazen erkek sandığı bile olmuştur. Onu çekici kılan özelliklerinden biri de gizemli havası.
Ayrıca zararlı ve kötü bir alışkanlık olsa da sigara içerken bile çok karizmatik görünüyor.
Ablasıyla geçmişinde yaşadığı birtakım problemler yüzünden psikolojik sıkıntıları olduğu anlaşılıyor. İntihara meyilli olması da insanda ona karşı bir sempati oluşturuyor.
Bu shoujo-ai mangası ama bence hiç abartısız gelmiş geçmiş en iyi shoujo-ai ve Rei'nin de böyle bir animede/mangada başrol olmasını ayakta alkışlarla karşılıyorum.
Claudine De Montesse (Claudine...!)
Bu hikaye beni biraz sarstı doğrusu. Neden bilmiyorum.
Claudine biyolojik olarak kadın olsa da kendini erkek olarak görüyor. Abilerinin kıyafetlerini giyiyor,ata biniyor,ava çıkıyor ve neredeyse hiç kadın gibi davranmıyor. Annesi onun bu hal ve hareketlerinden korktuğu için onu psikoloğa götürüyor ve doktor Claudine'in derdini anlamaya çalışıyor.
Claudine'i kız haliyle daha karizmatik bulmuştum. Belki de o yüzden erkek olabileceğini kabullenemedim.
Bu da 70'lerin klasik bir shoujo-ai mangası
Bu kızın da hayatı baştan aşağı dram. Şimdiye dek hangi kadını sevdiyse mutlu olamadı. İlki başlamadan bitmişti,ikincisi onun bir kadın olduğunu söyledi ve olmadı,üçüncüsündeyse aldatıldı.
Onu bir tek erkek olarak gören ve ömürlük seven çocukluk arkadaşı Rosemarie'ydi. Fakat ne yazık ki Claudine'in onda gönlü yoktu hatta mümkünse başından atmak bile istiyordu onu.
Ben de Claudine'i sadece Rosemarie'nin mutlu edebileceğini düşündüm. Keşke birlikte olsalardı da böyle trajik bir son olmasaydı.
Julius Leonhart von Allensmeier (Orpheus no Mado)
Bu aralar favorilerimden biri olan Orpheus no Mado'nun güzeller güzeli erkek fatması. Eski shoujo'ların tadı başka olduğundan bu da benim için özel bir manga.
1900'lü yılların başlarında Almanya'nın Resenburg şehrinde geçen bir hikaye ve bu hikayede Rus Devrimi'yle, adına Boney M'in şarkı bile yazdığı Rasputin'e de yer verilmiş...
Şimdi biraz Julius'tan bahsedelim. Bu kadında beni etkileyen şey ne oldu onu anlatayım.
Julius erkek gibi davranmak zorunda olan bir kız. Mangayı ilk okumaya başladığımda ben de erkek zannettim tabi, çünkü çok yakışıklı görünüyordu. Aslında şık bir elbise giyse o kadar güzel bir kız olur ki. Tıpkı Oscar gibi aynı anda hem güzel hem yakışıklı olabilir.
Peki Julius neden erkek gibi davranmak zorundaydı?
Julius'un annesi Renate Herr Allensmeier'la resmen metres hayatı yaşamıştı. Kadıncağız es kaza hamile kalınca da adam onu başından savdı. Karnında çocukla sokağa atıverdi. Renate karnındaki çocuklar baş başa kaldı. Ama o çocuk onun için bir umuttu. Bu da bencilce hareket etmesine yol açtı. Nasıl mı? Renate kızını doğurduktan sonra ileride babasının mirasını alabilmesi için onu erkek gibi yetiştirdi. Bu yüzden de Julius ismini verdi. Gayrimeşru çocuk doğursa da,kızına her zaman iyi bir anne oldu. Onu her şeyinden daha çok sevdi. Bu arada Herr Allensmeier tekrar evlendi ve ikinci eşi vefat edince de Julius ve annesi tekrar o eve döndüler. Julius'un ortaya çıkmasıyla da üvey ablaları Maria Barbara ve Annelotte miras kavgasına giriştiler.
Julius aslında tekrar kız olabilmek için can atıyor. 15 sene boyunca erkek kılığında gezmek sırtına yüklenmiş ağır bir yük ve daha fazla taşıyabileceğini sanmıyor.
İlk defa birine aşık oluyor ama aşık olduğu kişi onu erkek olarak biliyor ve bu da haliyle yüreğini sızlatıyor.
Julius her ağladığında içim sızlamıştı ve ekrana elimi değip gözyaşlarını silmiştim. Gerçek olsa yine yapardım ve o bir erkek olsaydı onunla evlenirdim. Oscar'dan sonra kalbimi çalan bu kadının güçlü ve başı dik duruşu, aynı zamanda asilliği beni kendine hayran bıraktı
O da unutamayacağım karakterlerden biri haline geldi ve keşke bu manganın animesi de olsaydı dedirtti bana