Valerius, hastanenin koridorunda beklerken, doktorlardan biri – beyaz önlüklü, yorgun bakışlı bir adam – aceleyle yanına geldi. Doktor, kapıyı kapatıp derin bir nefes aldı. “Efendim, çocuğun durumu hakkında bilgi vereyim. Bu çocuk dördüncü seviye hastalıklı. Kızıl Veba donmuş halde, ama dondurma yöntemi bildiğimizden tamamen farklı. Sizin ameliyat yarası ya da iz sandığınız şeyler aslında ameliyat izleri değil. Bunlar bambaşka izler, ne olduklarını bilemiyoruz.”
Valerius, kaşlarını çattı, ama sakin kaldı. Doktor devam etti: “Ayrıca, çocuğun kökeni hakkında hiçbir şey bulamadık. Hükümet veritabanındaki parmak izleriyle uyuşmuyor. Kim olduğu, nereden geldiği... Tam bir muamma.”
Doktor, bir an duraksadı, sonra ekledi: “Ama çocuğun vücudunda kalıcı bir ameliyat izi var. Sol omzunda. Bu iz... Söylentilere göre, Pandora İlaç Şirketi’ndeki bir doktor, hastalara acı çektirmek için omuzlarına bir alet yerleştirirmiş. Bu aletle istediklerini yaptırıyormuş. Çocuğun kolundaki izler de bunu doğrular nitelikte. Daha derin bir araştırma yapınca, gerçekten bir aletin varlığına rastladık. Ama alet çocuğun vücudunda paramparça olmuş ve her seferinde küçülmeye devam ediyor.”
Valerius, bunu duyunca gözle görülür bir şekilde şaşırdı. “Yani metal çocuğun vücudunda eriyor mu diyorsun?”
Doktor başını salladı: “Evet, efendim. Bazı dördüncü seviye ve üstü hastaların asit gücüne sahip olduğunu biliyorsunuz. Belki bu çocuğun yeteneği asit. Bu, aletin parçalanmasını açıklayabilir.”
Valerius, büyük bir şaşkınlıkla dinliyordu. Gözleri uzaklara daldı, düşünceleri karıştı. “Anlaşıldı,” dedi sonunda, sesi kararlı. “Çocuk uyanınca onunla görüşeceğim. Sonra askeri akademiye gönderme emri vereceğim. Orada yetiştirilsin.”
Doktor, kafasıyla onaylayıp odadan ayrıldı. Valerius, yalnız kalınca yumruğunu sıktı. Bu çocuk, Pandora’yla bağlantılıysa, işler daha da karmaşıklaşıyordu. Ama önce uyanmasını beklemeliydi.
---
Leo, gözlerini açtığında kendini hastane odasında buldu. Başında zonklayan bir ağrı, kollarında ise garip bir uyuşukluk vardı. Oda soğuktu, floresan lambaların cızırtısı kulaklarında yankılanıyordu. Etrafına bakındı; beyaz duvarlar, birkaç tıbbi cihaz ve bir sandalye. Sandalyede, siyah zırhlı bir figür oturuyordu – Valerius. Yüzbaşı’nın sert bakışları, Leo’nun üzerinde geziniyordu, ama sesi beklenmedik bir şekilde sakindi.
“Uyanmışsın,” dedi Valerius, öne doğru hafifçe eğilerek. “Adın ne, çocuk?”
Leo, yutkundu. Kalbi hızla çarpıyordu. Elara’nın günlüğünden okudukları, askerlerin konuşmaları, Pandora’nın karanlık sırları... Hükümete güvenmiyordu. Kimseye güvenmiyordu. Özellikle de bu adama. Anılara girme yeteneğini, diğerlerinin zihinlerine sızabildiğini saklamaya karar verdi. Bu, onun hayatta kalma şansı olabilirdi. “Bilmiyorum,” diye mırıldandı, sesi titrek. “Adım leo sadece adımı hatırlıyorum.”
Valerius, kaşlarını kaldırdı, ama üstelemedi. “Peki,” dedi. “Kolundaki izler... Dondurma ameliyatı geçirmişsin. Dördüncü seviye. Bu, seni özel yapıyor. Yeteneğin ne, biliyor musun?”
Leo, başını iki yana salladı, gözlerini yere indirdi. “Hiçbir şey bilmiyorum. Ne ameliyatı, ne yetenek... Ne olduğunu anlamadım.” Yalan söylüyordu, ama sesinde korku ve çaresizlik o kadar doğaldı ki, Valerius şüphelenmedi. Leo, bu adamdan uzak durmak istiyordu. Zırhının soğuk parıltısı, sesindeki otorite, ona güven vermiyordu. Elara’nın günlüğünde yazanlar, Pandora’nın korkunç sırları ve hükümetin bilim insanlarına yaptıkları... Hepsi zihninde dönüyordu.
Valerius, sandalyesinde doğruldu. “Doktorlar, omzunda bir iz buldu. Pandora İlaç Şirketi’yle bağlantılı olabilir. Bu konuda bir şey biliyor musun?”
Leo’nun kalbi tekledi. Pandora. Günlükteki o korkutucu satırları hatırladı – Doktor, Pandora’nın Kutusu, Elara’nın ihaneti... Başını tekrar salladı, bu kez daha hızlıydı. “Hayır, hiçbir şey bilmiyorum.” Gözlerini Valerius’tan kaçırdı, yatağın kenarına sıkı sıkı tutundu. Bu adamdan korkuyordu. Onun sorularından, bakışlarından, her şeyinden.
Valerius, bir süre sessizce Leo’yu süzdü. Sonra ayağa kalktı, ağır adımlarla yatağa yaklaştı. “Dinle, çocuk. Sen dördüncü seviyesin. Bu, seni ya bir silah ya da bir hedef yapar. Askeri akademiye gideceksin. Orada eğitileceksin, yeteneğin neyse ortaya çıkarılacak. Hükümet seni koruyacak, ama karşılığında sadakat bekler.”
Leo, içinden bir isyan dalgası yükseldi. Sadakat mi? Hükümetin, Elara gibi bilim insanlarını yok ettiğini, okumuştu. Ama sesini çıkarmadı. Sadece başını eğdi, “Anladım,” diye mırıldandı. İçten içe, bu odadan, bu hastaneden, bu adamdan kaçmanın yollarını düşünüyordu.
Valerius, bir an daha Leo’ya baktı, sonra kapıya yöneldi. “Dinlen. Yakında akademiye transfer edileceksin.” Kapıyı açtı ve çıkarken, Leo’ya son bir kez döndü. “Ve çocuk, saklayacak bir şeyin varsa, iyi sakla. Hükümet, sırları sevmez.”
Kapı kapanırken, Leo yatağa yığıldı. Kalbi hâlâ hızla çarpıyordu. Anılara girme yeteneğini saklamalıydı. Bu, onun en büyük sırrıydı. Ama Pandora’nın izleri, omzundaki alet, dördüncü seviye olması... Tüm bunlar, onu daha büyük bir oyunun içine çekiyordu. Zihninde tek bir düşünce yankılanıyordu: Kaçmalıyım. Ama nereye?
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.