BLACK PARADOX - İNCELEME |
JOJO’S BIZARRE ADVENTURE PART 6: STONE OCEAN – İNCELEME |
Durum | Hikaye | Çizim | Karakterler | Genel Puan |
Okudum | 6 / 10 | 8 / 10 | 7 / 10 | 7 / 10 |
Bilmem bilir misiniz, Junji Ito adında rahatsız bir vatandaş var bu dünyada. İçindeki bu rahatsızlığını çizdiği mangaların bazı tasvir ve hikayelerinde bir güzel dışa vuruyor. Junji Ito mangası okurken; Ito’nun kesinlikle normal bir insan olmadığını idrak edebiliyorsunuz. Muhtemelen ben bu adamla yüz yüze sohbet etmeye korkarım.
Ben kendisini nasıl mı öğrendim? Silent Hill serisi sayesinde. Daha Silent Hill oyunları ile aramın olmadığı bir zamanda, Silent Hills’in iptal edilmesinden birkaç ay geçmiş ve ben bir sitede “İptal edilen Silent Hills oyununda ‘Junji Ito’ da çalışıyordu” başlığında bir haber görmüştüm. “O kim la” diye merak ederek habere baktığımda “Başka bir manga yazarı daha, salla” demiştim. Ondan sonra “Yeter lan artık, oyunculuk geçmişimde bir tane korku oyun serisi olsun” diye isyan edip Silent Hill serisine girişmiştim. Öyle sarmıştı ki o seri beni; 1 ayda 5 oyununu birden oynadım. Origins’e kadar yani. Origins ile de “Abi yeter, bunaldım artık” diyerek seriye nokta koymuştum. Sonra Silent Hills neden iptal oldu diye bu kadar üzüldüklerini çok iyi anlamıştım. Çünkü hem kadro şampiyonlar ligi gibi ve de o eski Silent Hill oyunlarının havasını yansıtıyordu. Kadrosu gerçekten heyecan yaratıyordu; Hideo Kojima, Guillermo Del Toro, Norman Reedus ve Team Silent ekibi. Ha evet bir isim daha vardı tabii; Junji Ito. Bu adamın neden bu kadar önemli olduğunu ise arkadaşım sayesinde anladım. “Uzumaki” isimli mangasını sürekli övüp duruyordu. Benim de ne mangalarla ne de korku türü ile aram olmadığından bir değişiklik yapıp “Black Paradox” isimli kısa mangasına bir girişeyim dedim. Ama biraz korkuyordum da, çünkü arkadaşım gayet korkutucu olduğunu sürekli belirtiyordu. Tabii Black Paradox için dememişti bunları.
O yüzden ben de tırsa tırsa mangasını okumaya başladım. Çok değişik kafada ve korkutucu bir mangadır diye düşünüyordum.
Ve manganın ilk kısımları gerçekten de o havayı hissettiriyordu. İnternetten birbirlerini bulan ve toplanıp buluşmaya karar veren 4 kişi ile başlıyor manga. Bu buluşma sebebi de öyle oturup sohbet etmek ya da aktivite yapmak için değil tabii ki. Bu dört kişinin bir araya gelme sebebi; intihar. Her biri farklı sebeplerden dolayı artık bu hayatta daha fazla yaşamak istemeyip intihar etmek istiyor. Japonya’da bu yaygın bir şey sanırım. Yani intihar etmek için bir buluşma ayarlayıp topluca intihar etmek. Çünkü ben bunu Mousou Dairinin çizgi filminde de görmüştüm. Ya da yanılıyorumdur bilemem. Konumuza dönecek olursak; manganın bu girişi ile birlikte gayet “Çok değişik ve ürkütücü hadiseler dönecek” havasını bana yedirmişti. Konsept baya müsait. İntihar etmek isteyen bir grup insan. Elbette intihar öncesi her karakterin motiflerini de öğreniyorsunuz. İşte paranoya burada kendini göstermeye başlıyor.
Her birinin intihar etme sebeplerinde bir anormal durum söz konusu çünkü. Bunlardan en önde gelen tuhaflık ise; hepsinin geçmişte kendisine tamamen benzeyen bir varlık görmeleri. İyice tedirgin bir havaya giren manga aynı zamanda bu yönü ile de gayet “Ne oluyor ve ne olacak acaba” diye meraka sokuyor. Okuyucuyu bu kısımlarda kendine çekiyor. Junji Ito’nun korkutma şekli Jump Scare gibi bir şey değil çünkü. Kaldı ki mangada bunu yapmak mümkün değil zaten. Sanırım. Daha çok paranoyak hadiselerle okuyucuyu hem gerginleştirip hem de ürküterek atmosfere sokuyor. Ürkütücülüğü ile okuyucuyu saran yapımlar her daim ilgimi çeker ve her daim de yaklaşmaya korkarım.
Buradan sonra hikaye ile ilgili bir şey yazsam sanırım yanlış olur. Az önce yazdım ama sildim hepsini. Çünkü şöyle bir şey var; hikayenin bu giriş kısmı oldukça ürpertici ve tuhaf. Olması gerektiği gibi. Genelde ben giriş kısımlarını özetleyerek yazarım ve sonrasında ise “Hikaye şu sebeplerden dolayı iyi ya da kötü” diyerek incelemeye başlarım ama Black Paradox koca bir istisna. Çünkü Black Paradox’un bu intihar girişimli hikaye girişinden sonraki hikaye gayet sıradan bir şekilde akmaya başlıyor. Hani ne o ürkütücü ve tuhaf hadiseli bir hava kalıyor ne de hikaye minimal olarak kalıyor. Evet minimal bir girişi olsa da, Black Paradox zincirlerini biraz kırıp biraz daha geniş çaplı bir anlatıma giriş yapıyor.
O yüzden hikayenin girişini özetleyemem, çünkü bence manganın en güzel ve en ürkütücü kısımları o kısımlar ve bunu özetleyerek sürprizi bozmak istemiyorum. Kendiniz tecrübe edin bence o kısımları.
Evet, hikaye girişten sonra ilgi çekiciliğini kaybediyor ve yer yer gayet de sıkabiliyor. Paranoyak olaylarla ürkütücü bir hava beklemeyin yani. He elbette yer yer bu tarz sahneler var ama genel olarak o hava sönük kalıyor. Tamam bu havayı kaybetmiş olabilir ama yine de elindeki hikayeyi iyi işliyordur belki diye düşünebilirsiniz. Pek sayılmaz. Kötü de işlemiyor tabii ama yine de sıradan geliyor. O ilgi çekici yanını kaybedince elbette okuyucuyu da biraz kaybedebiliyor. Ama yine de “Dur ya ileride patlar bir şeyler” diye de ümit ederek okuyorsunuz. Çünkü biliyorsunuz ki bu manganın yazarı Junji Ito. Elbette hikaye sonlara doğru biraz sıyırmaya başlıyor ama ne olursa olsun o ilk baştaki ürkütücü havayı yakalayamıyor.
Junji Ito standartlarına göre bakmazsak eğer; elimizde olay örgüsü ile fena bir anlatımı olmayan ve “Bakalım nereye varacak bu hikaye” demenize sebep olacak bir ilgi çekiciliğe sahip. Zaten kısa bir manga Black Paradox. Gece vakti bir oturuşta okursanız biter. Gece vakti sarar bu manga. Her ne kadar hikayesinin en paranoyak kısmı başı olsa da, sonlara doğru yine gayet uçuk bir noktaya geliyor.
Ama işte, bir yere bağlanmıyor. Manganın bir diğer sorunu da hiç tatmin edici olmayan ve bir yere bağlanmayan sonu. Aslında bir yere bağlanmıyor demek tam doğru sayılmaz. Manga daha çok nereye bağlanabileceği hakkında ipucu veriyor ve bitiyor. Muhtemel bir son senaryosu sunuyor ama onun gerçekleştiğini ya da gerçekleşmediğini göremiyoruz. Bu bana daha çok Junji Ito belli sebeplerden daha fazla çizemediğinden dolayı “Ya ben aklımdaki hikayenin sonunu şöyle göstereyim de bitsin” deyip böyle bir şeye karar vermiş gibi geliyor. Bu kimi okur ve izleyicinin sevdiği bir son tarzıdır aslında. Ama elbette benim gibi sevmeyenleri de var. Hikayesi tam olarak bir yere bağlanmadan bitme konseptini sevmesem de, manga zaten pek uzun olmadığı için o kadar da dert etmedim. Fazlasıyla uzun olan yapımlar bunu yapınca işte o vakit tepem atıyor.
Senaryonun durumu böyle işte. Ürkütücü, minimal ve paranoyak başlıyor ama sonrasında o havadan çıkarak olay örgülü bir yapım oluyor. Sonlara doğru biraz minimal olmaya başlıyor gerçi.
Aslında mangadaki bu hikaye, daha çok bir lore oluşturuluyormuş gibi hissettirdi bana. Spoiler vermeden ne demek istediğimi pek dile getiremeyeceğim, o yüzden bu kısımları okumayanlar atlasın lütfen.
SPOILER
4 karakter de bir yerden sonra küre kaynağı oluyor. Ama hepsinin sebepleri çok ayrı. Mesela karakterlerden birinin midesinden çıkıyordu. Bu mideyi bir havuz küvetine koyarak onu kaynak olarak kullanmaları gibi bir takım şeyler bana Bioshock oyunlarında bulduğumuz kasetlerdeki hikayeleri anımsattı. Hikaye benzerliği olarak değil tabii. Anlatım şekli olarak. Oyunda görsel bir tasvir ile karşı karşıyasındır ve bunun sebebini o an bilemezsin çünkü sen oynamaya başladığında durum zaten öyledir. Bioshock oyunlarında hikaye sizle başlamaz, oynayanlar bilir. Önceden yaşanmış bir hikaye vardır. Ve bu hikaye sonucu ortaya bambaşka bir kaos şehri ortamı çıkmıştır. Kendi hikayeni yaşaman dışında bir de bu şehrin arkasında yatan hikayeyi bilmek için oradan buradan topladığın sesli kasetleri dinliyordun. Ve her şeyin nasıl meydana geldiğini toparlıyordun bu kasetler ile. Çıkmış olan Bioshock kitabında da o kasetlerde anlatılan olayları anlatıyordu zaten. İşte Bioshock kitabı ile Black Paradox mangası bana bu sebepten aynı hissettirdi.
Black Paradox mangası sanki esas hikayeye bir arka plan oluşturan hikaye gibiydi. Oyunu yapılsa ben mangada şöyle bir sonu tercih ederim; bu küreler ile oluşturulan enerji ile gelecekte büyük bir teknoloji çağı yaşanıyordu. Ama bu küreler aynı zamanda da bir kaosun getiricisiydi. Bu sebepten eğer böyle devam ederse, buna sebep olan karakter halk tarafından neredeyse ilah olarak görülüyorken durum tam tersine dönüşecekti. Karakterlerimizin gördüğü gelecek buydu. Gidişat böyle giderse olaylar bu noktaya gelecekti. Ben Black Paradox oyunu yapsam bu sonu tercih eder ve oyunu esas bu sondan sonra başlatırım. Tabii bu hikayeden haberiniz olmaz en başından. Dünya yıkıma sürüklenmiş (Post-Apokaliptik de olur) ve insanlar hayatta kalmak için acımasız olur. Karakterimiz de bu olayların yaşandığı malum evde uyanır(Doktorun evinde). Çünkü tüm bu kürelerin kaynakları burada. Ana karakterimiz uyanır ve neden burada olduğunu bilemez ve kendini buradan kurtarmaya çalışır. Bioshock gibi bir oyun yapılır bu konsept ile. Sağdan soldan topladığın kasetlerden ise çıkan bilgiler, mangadaki yaşanan olaylar olur ve anlatan kişi de o olayı yaşamış kişi olur. Mesela ne olduğunu bilmediğin bir mideye giriyorsun. Belki mide olduğundan da haberin yok. Bunu kasetlerle daha sonradan fark edip öğrenebilirsin mesela. Neden her şey bu noktaya gelmiş vs. Bosslar ise o dört karakter olurdu. Bu yüzeysel bir örnek tabii. Ama istenirse yapılır mı? Gayet yapılır. Gerek var mı? Yok. O zaman geçelim.
SPOILER BİTTİ
Peki karakterlerimiz ne alemde. Eh işte. İyi diyelim iyi olsunlar. O yani. Karakterler öyle aman aman bir geçmişe sahip değiller. Hiç değiller hatta yanlış hatırlamıyorsam. Güçlü kişilikleri falan da yok. İdare eder, yeterli ya da orta karar konumundalar desem yeridir sanırım. Gelişimleri var mı peki? Hem var hem de yok gibi bir şey. Arada bir kişiliklerinde değişiklik olduğu sanılsa da, daha sonradan aslında pek de değişmediklerini fark ediyoruz. Tabii bu karakterleri ile alakalı. Olmamalı da zaten.
Her karakter kendi sınırları içinde gel-git yaşıyor. Yaşadığı ve hissettiği şeyler doğal geliyor ve bunu okuyucu da anlayabiliyor tabii. Ve tabii ki, tek bir ana karakter diye bir şey yok. 4 karakter üzerinden işleniyor hikaye. Hepsi de eşit derecede ön planda. Ve elbette hiçbir karakter de saf temiz karakterler değil. Hepsinin içinde pislik olabilme potansiyeli var. Saf iyi ve saf kötü karakter söz konusu değil.
Gelelim çizimlere ve tasvirlere. Fazla söze gerek yok. Bakınız her şey ortada.
Hani demiştim ya; Junji Ito rahatsız bir herif. Ve bu rahatsızlığını tasvirlerle ortaya gayet döküyor. Black Paradox mangasında bunu gayet fazlasıyla görüyoruz. Manganın artılarından biri de zaten bu. Tasvirler inanılmaz. Yaratıcı ve baktıkça bakasın geliyor. Tabii rahatsız edici de. Olması gerektiği gibi. Belki de Junji Ito’yu yoran şey bu çizimler oldu ve o yüzden fazla devam edemeyip manganın sonunu bir yere bağlamadan bitirdi gibi.
Sanat dizaynı da oldukça ustaca kullanılmış. Tam olarak kendisinden mi çıkma bilmiyorum ama genel olarak Junji Ito mangalarında var bu sanat dizaynı. Uzumaki’de var en azından.
Kurgusu vs. falan bunlara da pek girmiyorum. Gayet yerinde. Sahnelerin boyutları güzel ayarlanmış ve yer yer de tüm sayfayı kaplayacak tek sahneler de iyi düşünülmüş ve çizilmiş. Bakasınız geliyor öyle.
Kısacası; Black Paradox gece vakti bir oturuşta elinde kahve ya da sevdiğin başka bir içecek ile okuyup keyif alabileceğin fena olmayan bir çizgi roman. He tabii Black Paradox dışında, 2 tane birbirinden bağımsız farklı hikayeler de var. Kısalar tabii. Ama oldukça paranoyaklar.
Manga-TR tutkunları, sorularınızı paylaşabileceğiniz, en son güncellemeleri takip edebileceğiniz ve topluluğumuzla sohbet edebileceğiniz Telegram grubumuza sizleri davet ediyoruz! Katılmak için hemen tıklayın:
👉 [Telegram Grubumuza Katılın]